İffet ve Haya Ne Anlama Gelir?

Konusu 'İslami sözlük' forumundadır ve saadet tarafından 1 Nisan 2017 başlatılmıştır.

  1. saadet

    saadet Moderatör Admin

    Erkeklerle kadınlar arasında hayâ, iffet, edep ve nezâketin hâkim olması çok mühim bir meseledir. İslam’ın mümin bir kulda istediği ve aslında müslümana en çok yakışan iki haslet olan iffet ve hayâya nedir? Ne anlama gelir? İffet ve hayâ yoksunluğunun zararları nelerdir?

    “O (felâha eren mü’minler), iffetlerini korurlar; ancak eşleri ve mâlik oldukları (câriyeleri) hâriç. (Bunlarla münâsebetlerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.” (el-Mü’minûn, 5-7)

    İFFET NEDİR?

    İffet, nefsi her türlü şehvetlerden ve süflî arzulardan muhâfaza etmektir. Bu, insana âit bir husûsiyettir. İnsanı diğer mahlûkattan ayıran en mühim vasıftır. İffetin kaybedilmesi; insanlık haysiyetini zâyî etmek ve diğer mahlûkâtın durumuna düşmek demektir.

    HAYÂ NEDİR?

    Îmandan bir şûbe olan hayâ ise, kötü ve çirkin sayılan şeylerden uzak durmak, tavır ve davranışlarda ölçülü olmak, herhangi bir işte haddi aşmamaktır. Hayâ duygusu bütün hayırların temeli, her türlü kötülük ve çirkinliğin zıddıdır.

    Cenâb-ı Hak, iffet sahibi kullarından şöyle bahseder:

    Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- iffete o kadar ehemmiyet vermiştir ki, kadınlardan bilhassa iffetlerini muhâfaza hususunda bey’at almıştır.[1] Bütün mü’minlere hitâben de:

    “Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iffet ve nâmusunu koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.” buyurmuştur. (Buhârî, Rikâk, 23)

    Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayâ ile ilgili de şöyle buyurmuştur:

    “Hayâ îmandandır ve hayâlı olan kimse cennettedir! Hayâsızlık ise kalbin katılığındandır; kalbi katı olan da cehennemdedir!..” (Buhârî, Îmân, 16)

    “Hayâ ve îman bir aradadır; biri gittiğinde diğeri de gider!” (Taberânî, Evsat, VIII, 174; Beyhakî, Şuâb, VI, 140)

    Erkeklerle kadınlar arasında hayâ, iffet, edep ve nezâketin hâkim olması çok mühim bir meseledir. Erkek ile kadının gayr-i meşrû alâkası daha çok, “bakış”la başlar. Bu sebeple müslüman erkek ve kadınların birbirlerine şehevî nazarlarla bakmamaları, tesettüre riâyet etmeleri emredilmiştir. Birbirleriyle konuşmak durumunda kaldıklarında da başlarını önlerine eğmeleri, birbirlerini cezb edecek söz, tavır ve hâllerden sakınmaları emredilmiştir.[2]

    ENES -RADIYALLÂHU ANH- VE HZ. OSMAN

    Enes -radıyallâhu anh- kendi rivâyetine göre; bir gün Hazret-i Osman’a giderken yolda bir kadın görür. Kadının güzelliği aklına takılır. Bu düşünce ile Hazret-i Osman’ın yanına girer. Onu gören Hazret-i Osman:

    “–Ey Enes! Gözlerinde zinâ izleri var.” der. Buna çok şaşıran Enes -radıyallâhu anh-:

    “–Allâh’ın Rasûlü’nden sonra vahiy mi geliyor?” diye sorar. Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- ise:

    “–Hayır, bu bir basîret ve doğru bir firâsettir.” buyurur.[3]

    HAYÂSIZLIĞIN ZARARLARI

    Hayâsızlığın toplumda yayılmasını isteyenler, vatan ve milletlerine karşı en büyük kötülüğü yapmış olurlar. Kendileri de zararların en büyüğüne uğrarlar. Çünkü hayâsızlık, Allah Rasûlü’nün bildirdiğine göre, helâk sebebidir:

    “Hiç şüphesiz Azîz ve Celîl olan Allah, bir kulu helâk etmek istediği zaman, ondan hayâyı çekip alır. Hayâyı alınca, o kul ancak gazaba uğrayan biri olur. Gazaba uğradığı zaman, kendisinden emânet (güvenilirlik) kaldırılır. Emânet kaldırılınca, o ancak hâin olur. Hâin olduğu zaman, kendisinden rahmet kaldırılır. Rahmet kaldırılınca, o ancak lânete uğrar ve mel’ûn olur. Lânete uğradığı ve mel’ûn olduğu zaman da, kendisinin İslâm ile olan bağı koparılır!” (İbn-i Mâce, Fiten, 27)

    Her hususta olduğu gibi kılık kıyafet hususunda da dînimizin koymuş olduğu ölçülere dikkat etmek îcâb eder. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

    “Çıplaklıktan sakınınız! Yanınızda, sizden hiç ayrılmayan (melekler) vardır. Bunlar, sadece ihtiyaç giderirken ve kişi eşine yaklaştığında sizden ayrılırlar. Onlardan utanınız ve onlara iyi davranınız.” (Tirmizî, Edeb, 42/2800)

    Osmanlı Devleti’nde, insanların iffet ve nâmusları teminat altında idi. Meselâ Fâtih, Bosna fethinden sonra çıkarttığı bir fermanda:

    “–Sakın ola, Sırp kızları su almak için çeşme başlarına geldiklerinde, askerlerim oralarda bulunmayalar!..” demiştir.

    Fâtih bu fermânı ile hem askerlerini, hem de teminâtı altındaki hristiyan tebaanın iffetini muhâfaza etmiş oluyordu.

    KÂNÛNÎ’NİN FRANSA’YA TÂLİMÂTI

    Kânûnî devrinde, Fransa’da dans denilen hayâsızlık ve rezâlet yeni yeni ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunu duyan Kânûnî, derhâl Fransa kralına şu tâlimâtı gönderdi:

    “…İşittim ki, memleketinizde kadın ve erkeklerin dans adı altında birbirlerine sarılmak sûretiyle halk önünde ahlâk ve hayâya mugâyir davrandıkları süflî bir eğlence îcâd edilmiş! Bu rezâletin, sınır komşusu olmamız sebebiyle memleketime sirâyet etme ihtimâli vardır. Bu itibarla, nâme-i hümâyunum elinize ulaşır ulaşmaz derhâl bu rezâlete son verile! Aksi hâlde bizzat gelip o rezâleti kaldırmaya elbette muktedirim.”

    Meşhur târihçi Hammer, bu mektup üzerine, Fransa’da bu ahlâksızlığın tam yüz yıl yasaklandığını kaydetmektedir.

    Nefsânî arzu ve hislerin kaynağı, tasavvur ve hayal gücüdür. Bu sebeple, kalbi dâimâ güzel hislerle, zihni de ulvî düşüncelerle meşgul etmek lâzımdır. Ayrıca bu hususta kötü arkadaşlardan sakınmak da çok mühim bir esastır.