Hicret nasıl oldu?

Konusu 'Dini bilgiler' forumundadır ve Lasey tarafından 1 Haziran 2016 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Örümcek ağı ve güvercin yuvası

    Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içerde iken, müşrikler, iz takib ede ede mağaranın önüne geldiler. Ağzını bir örümceğin ördüğünü ve iki güvercinin de yuva yaptığını gördüler. İz sürücü Kürz bin Alkame; "İşte burada iz kesildi" dedi.

    Müşrikler, "Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lazım gelirdi. Bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür" dediler. Müşrikler kapı önünde münakaşa ederken, içerde hazret-i Ebû Bekir endişeye kapıldı. Kainatın sultanı efendimiz buyurdu:

    - Ya Eba Bekr! Üzülme!.. Şüphesiz Allahü teala bizimledir.

    Sevgili Peygamberimiz ile hazret-i Ebû Bekir, bu mağarada geceli gündüzlü üç gün kaldılar. Hazret-i Ebû Bekir'in oğlu Abdullah, Mekke'de duyduklarını, geceleyin mağaraya gelip haber veriyor ve sürülerinin çobanı ^Amir bin Füheyre ise, geceleri süt getirip izleri siliyordu.

    Sevr mağarasından dördüncü günü ayrılan sevgili Peygamberimiz, Kusva adlı devesine binerek Mekke'den ayrıldı. ^Alemlerin efendisi, Allahü tealanın medhettiği, beldelerin en kıymetlisi olan Mekke-i mükerremeden, vatanından ayrılıyordu. Devesini Harem-i şerîfe doğru döndürüp, mahzûn bir halde; "Vallahi Sen, Allahü tealanın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Rabbim katında en sevgili olanısın! Senden çıkarılmamış olsa idim, çıkmazdım. Bana, senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmim beni, senden çıkarmamış olsalardı, çıkmaz, senden başka bir yerde yurt, yuva tutmazdım" buyurdu.

    O anda Cebrail aleyhisselam inip,

    - Ya Resûlallah! Vatanına müştak mısın, özledin mi?" dedi. Efendimiz de,

    - "Evet, müştakım!" buyurdular. Cebrail aleyhisselam, sonunda Mekke'ye döneceğini müjdeleyen, Kasas sûresi 85. ayet-i kerîmesini okudu.

    Yolculuk sakin geçiyordu. Resûlullah efendimiz, Kudeyd denilen yere geldiklerinde, Ümmü Ma'bed isminde, cömertliğiyle meşhur, akıllı, iffetli bir hanımın çadırı önünde durdu. Ücretiyle yiyecek hurma ve et almak istediler. Ümmü Ma'bed dedi ki:

    - Eğer olsa idi, para ile değil, ziyafet çeker, ikramda bulunurdum. Resûlullah,

    - Süt var mı? diye sordu:

    - Yoktur. Davarlar kısırdır, diye cevap verdi. Kainatın sultanı çadırın yanında duran zayıf bir koyunu işaret ederek buyurdular ki:

    - Bu koyunu sağmama izin verir misiniz?

    - Anam-babam sana feda olsun, sütü yoktur, fakat onu sağmanıza hiçbir şey mani değildir.

    Resûlullah efendimiz, koyunun yanına gelip, Allahü tealanın ismini zikrettiler. Bereket ile dua ettikten sonra, mübarek elini koyunun memesine sürdüler. O anda meme, süt ile doldu ve akmağa başladı. Hemen kap getirip doldurdular. Önce Ümmü Ma'bed'e verdiler. O içtikten sonra, hazret-i Ebû Bekir'e ve diğerlerine verip doyuncaya kadar içmelerini sağladı.

    En sonunda kendisi içti. Bir daha mübarek elini koyunun memesine dokunup sığadılar ve çadırda bulunan en büyük kabı istediler. Onu da doldurup Ümmü Ma'bed'e teslim ettiler. İçtikleri sütün kıymeti kadar da para verdiler.

    Oradan ayrıldıktan sonra, Ümmü Ma'bed'in kocası geldi ve sütü gördü. Sevinerek sordu:

    - Bu süt nereden geldi?

    - Bir mübarek kimse gelip, hanemizi şereflendirdi. Gördüklerin, O'nun himmeti ve bereketidir.

    - Tarif eder misin? Sıfatı ve cemali nasıldır?

    - Gördüğüm o mübarek zat, pek biçimli ve güzel yüzlü idi. Gözlerinde bir miktar kırmızılık, sesinde naziklik vardı. Mübarek kirpikleri uzun idi. Gözünün akı pek beyaz, karası çok siyah olup, kudretten sürmeli idi. Saçları siyah, sakalı sık idi. Sustuğunda, üzerinde bir vekar ve ağırbaşlılık vardı. Konuşurken tebessüm ediyor, sözleri, sanki dizilmiş birer inci gibi ağzından tatlı tatlı dökülüyordu. Uzaktan çok heybetli görünüyor, yakına gelince, çok tatlı ve cazip bir hal alıyordu. Yanında bulunanlar, emrini yerine getirmek için canla başla koşuyorlardı, diyerek, daha pek çok hasletlerini saydı. Bunları hayretle dinleyen kocası;

    - Yemîn ederim ki, bu zat, Kureyş'in aradığı kimsedir. Eğer ben O'na rastlasaydım, hizmetiyle şereflenir, yanından ayrılmazdım, dedi.

    Hemen ardı sıra gidip Rîm vadisinde yetişti ve müslüman oldu.

    Süraka, atını ne kadar zorladıysa da, onu bir türlü kurtaramadı. Çaresiz kalınca, şefkat ve merhamet sahibi olan Resûlullah efendimize yalvarmaya başladı.

    Müşrikler, hicret için Medîne'ye doğru yola çıkan Muhammed aleyhisselamı ve hazret-i Ebû Bekir'i devamlı arıyorlardı. Bulamadıkları takdirde kendileri için pek büyük bir tehlike baş gösterecekti. Çünkü, müslümanların bir "İslam Devleti" kurup, kısa zamanda kendilerini ortadan kaldırabileceklerini düşünüyorlardı. Bu sebeple müşrikler, her şeylerini ortaya koydular.

    Peygamber efendimizle hazret-i Ebû Bekir'i öldürene veya esîr edene; yüz devenin yanı sıra sayısız mal ve para vereceklerini va'd ettiler. Bu haber, Süraka bin Malik'in mensûbu olduğu Müdlicoğulları arasında da yayıldı. Süraka bin Malik, iyi iz sürerdi. Bu yüzden olup bitenlerle yakından ilgilendi.

    Allahü teala bizimledir!

    Müdlicoğulları bir salı günü, Süraka bin Malik'in oturduğu bölge olan Kudeyd'de, toplanmışlardı. Toplantıda Süraka bin Malik de vardı. O sırada Kureyş'in adamlarından biri gelip, Süraka'ya,


    - Ey Süraka! Yemîn ederim ki, ben az önce, sahile doğru giden üç kişilik bir kafile gördüm. Onlar herhalde Muhammed ile Eshabıdır, dedi.

    Süraka, durumu anladı. Fakat, ortaya çok fazla mükafat konulduğu için, bunu tek başına elde etmek istiyordu. Bu sebeple başkasının haberdar olmasını arzu etmiyordu.

    - Hayır, o senin gördüğün kimseler, filan kişilerdir. Biraz önce geçmişlerdi. Onları biz de gördük, diyerek, önemli bir şey yokmuş gibi konuştu.

    Süraka bin Malik, biraz daha bekledi, belli etmeden yola çıktı. Nihayet izlerini buldu. Yaklaşınca birbirlerini iyice görebiliyorlardı. Hatta Süraka, Peygamber efendimizin okuduğu Kur'an-ı kerîmi bile işitiyordu. Fakat, Resûl-i ekrem arkalarına hiç bakmıyorlardı. Hazret-i Ebû Bekir geriye bakınca, Süraka'yı görüp, telaşa kapıldı. Peygamber efendimiz ona, mağaradaki gibi; "Üzülme, Allahü teala bizimle beraberdir" buyurdu.

    Süraka, Peygamber efendimize saldırabilecek kadar yaklaştı.

    - Ya Muhammed! Seni, bugün benden kim koruyacak! dedi. Server-i alem efendimiz de,

    - Beni, Cebbar ve Kahhar olan Allahü teala korur, cevabını verdi. Peygamber efendimiz; "Ya Rabbî! Onu düşür" diye dua buyurdu. O sırada Süraka'nın atı, iki ön ayaklarıyla dizlerine kadar yere battı. Bundan kurtulup, tekrar saldırmaya teşebbüs edince, atının ayakları yine yere saplandı. Süraka, atını ne kadar zorladıysa da, onu bir türlü kurtaramadı. Çaresiz kalınca, şefkat ve merhamet sahibi olan Resûlullah efendimize yalvarmaya başladı. Zarar vermiyeceğini söylüyordu. Kainatın efendisi; "Ya Rabbî! Eğer o sözünde doğru ve samîmî ise, atını kurtar" diye dua etti.

    “Sen müslüman olmadıkça...”

    Süraka bin Malik'in atı, ancak bu duadan sonra çukurdan kurtulabilmişti. Kurtulduğu için Resûlullaha deve ve sığır mükafat va'detti.

    Peygamberimiz kabûl etmedi ve ona: "Ey Süraka! Sen İslam dînini kabûl etmedikçe, ben de senin deveni ve sığırını arzu etmem, istemem. Sen bizi gördüğünü gizli tut, yeter. Hiç kimsenin bize yetişmesine meydan verme" buyurdu.

    Allahü teala dileyince her şey oluyordu. O'na halis bir şekilde güvenip, rızası yolunda yürüyünce, akıl almaz hadiseler meydana geliyordu. Resûlullah efendimizi öldürüp, büyük mükafatlara kavuşma hırsıyla, kükreyen bir aslan tavrıyla yola çıkan Süraka, artık; mûnis, uysal, bir çocuk gibiydi.

    Süraka, Mekke'nin fethinden sonra gelip müslüman oldu. Peygamber efendimiz, "Ey Süraka, Kisra'nın bileziklerini kollarında görür gibiyim" buyurdu. Hazret-i Ömer zamanında, Kisra'nın ülkesi İran fethedilip, ganimet olarak bilezikleri Halifeye getirilmişti. Halife, bunları Süraka'ya verdi. Süraka Resûlullahın sözlerini hatırlayıp ağladı.

    Peygamber efendimiz, hazret-i Ebû Bekir, amir bin Füheyre ve kılavuzdan Abdullah bin Üreykıt, Hicret'in birinci senesi Rebî'ül-evvel ayının sekizinde pazartesi günü, Mîladî 622 yılı Eylül ayının 20. günü kuşluk vakti "Kuba" köyüne ulaştılar. Bu gün, müslümanların Hicrî Şemsî yılının sene başı oldu. Külsüm bin Hidm isminde bir müslümanın evinde kaldılar.

    Burada ilk mescidi yaptılar. Kuba vadisinde ilk Cum'a namazını kıldılar ve ilk hutbeyi îrad ettiler. Kuba mescidi, ayet-i kerîmede mealen; "Temeli takva üzerine kurulan mescid" diye buyrularak medh edildi.
     
  2. Lasey

    Lasey Admin

    Hicret nasıl oldu?

    Son Akabe bî'atıyla, antlaşmasıyla, Medîne; müslümanlara, huzur bulacakları ve sığınacakları bir yer olmuştu. İkinci Akabe bî'atını duyan Mekkeli müşriklerin tutumları, çok şiddetli ve pek tehlikeli bir hal almıştı.

    Müslümanlar için Mekke'de kalmak, tahammül edilemeyecek derecede idi. Peygamber efendimize durumlarını arz ederek, hicret için müsaade istediler. Bir gün, sevgili Peygamberimiz, sevinçli bir halde Eshabının yanına gelip; "Sizin

    hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Orası Medîne'dir. Oraya hicret ediniz. Allahü teala Medîne'yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı" buyurdu.

    Resûlullah efendimizin izni ve tavsiyesi üzerine müslümanlar, Medîne'ye birbiri ardınca bölük bölük hicret etmeye başladılar. Peygamber efendimiz, hicret edenlere son derece ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkıya tenbih ediyordu. Müslümanlar, müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük kafileler halinde yola çıkıyor ve mümkün mertebe gizli hareket ediyorlardı.

    Medîne'ye ilk hicret eden Ebû Seleme, müşriklerden çok eziyet görmüştü. Neden sonra işin farkına varan müşrikler hicret için yola çıkan müslümanlardan, görebildiklerini yoldan çevirmeye, kadınları kocalarından ayırmaya, gücü yettiklerini hapse atmaya başladılar ve çeşitli cefalara tabi tuttular. Onları dinlerinden döndürmek için her türlü eziyeti yaptılar. Fakat bir iç harbin patlak vermesinden korktukları için, öldürmeye cesaret edemediler. Müslümanlar ise, buna rağmen her fırsatı değerlendirerek Medîne yollarına düştüler.

    Hazret-i Ömer de, bir gün kılıcını kuşandı. Yanına oklarını ve mızrağını alıp herkesin önünde Kabe'yi yedi defa tavaf etti. Oradaki müşriklere, yüksek sesle şunları söyledi: "İşte ben de dînimi korumak için Allahü tealanın yolunda hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa şu vadinin arkasında önüme çıksın!..."

    Böylece hazret-i Ömer ile yirmi kadar müslüman, güpe gündüz, çekinmeden Medîne'ye doğru yola çıktılar. O'nun korkusundan bu kafileye hiç kimse dokunamadı. Artık göçlerin arkası kesilmiyor. Eshab-ı kiram bölük bölük Medîne'ye ulaşıyordu.

    Müslümanların çoğu, Medine'ye hicret edince, hazret-i Ebû Bekir de hicret için izin istedi. Resûl-i ekrem;

    - Sabır eyle. Ümîdim odur ki; Allahü teala bana da izin verir. Beraber hicret ederiz, buyurdu. Hazret-i Ebû Bekir;

    - "Anam-babam sana feda olsun! Böyle ihtimal var mıdır?" diye sorunca, Peygamberimiz;

    - Evet vardır, buyurarak sevindirdi.

    Hazret-i Ebû Bekir hicret için iki deve satın aldı ve o günü beklemeye başladı. Artık Mekke'de; Sevgili Peygamberimiz ile hazret-i Ebû Bekir, hazret-i Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyarlar ve müşriklerin hapse attığı mü'minler kalmıştı.

    Diğer taraftan Medîneli müslümanlar, ya'nî Ensar, hicret eden Mekkelileri ya'nî Muhacirleri çok iyi karşılayıp, misafir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi.

    Resûlullahın da hicret edip müslümanların başına geçeceği ihtimaliyle, Mekkeli müşrikler telaşa kapılmışlardı. Mühim işleri görüşmek için bir araya geldikleri Dar-ün-Nedve'de toplandılar, ne yapacaklarını konuşmaya başladılar.

    Şeytan, Şeyh-i Necdî kılığında ya'nî ihtiyar bir Necdli şeklinde müşriklerin yanına geldi. Konuşmalarını dinledi. Çeşitli teklifler öne sürüldü. Fakat hiç biri beğenilmedi. Sonra şeytan söze karışt:

    - Düşündüklerinizin hiç biri çare olamaz. Çünkü O'ndaki güler yüz ve tatlı dil her tedbiri bozar. Başka çare düşününüz, diyerek fikrini söyledi.

    Kureyşin reisi olan Ebû Cehil,

    - Her kabîleden kuvvetli bir kimse seçelim. Ellerinde kılıçları ile Muhammed'in üzerine saldırsınlar. Kılıç vurup kanını döksünler. Kimin öldürdüğü belli olmasın. Böylece mecbûren diyete razı olurlar. Biz de diyetini verir, sıkıntıdan kurtuluruz, dedi.

    Şeytan da, bu fikri beğendi ve hararetle teşvik ve tavsiye etti. Müşrikler bu hazırlık içindeyken Allahü teala, Resûlüne hicret emri verdi. Cebrail aleyhisselam gelerek, müşriklerin kararını ve o gece yatağında yatmamasını bildirdi.

    Sevgili Peygamberimiz hazret-i Ali'ye kendi yatağında yatmasını, bıraktığı emanetleri sahiplerine vermesini söyleyerek,

    - Bu gece yatağımda yat uyu, şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiç bir zarar gelmez" buyurdu.

    Hazret-i Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Habîbullahın yerine hiç korkmadan kendi nefsini feda etmeye hazırdı.

    Hicret gecesi müşrikler, Resûlullah efendimizin saadethanelerinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz mübarek evlerinden çıktılar. Yasîn-i şerîf sûresinin başından on ayet-i kerîmeyi okudular ve bir avuç toprak alıp kafirlerin başına saçtılar. Resûlullah efendimiz sıhhat ve selametle aralarından geçip, hazret-i Ebû Bekir'in evine ulaştı. Müşriklerden hiç biri O'nu görememişti.

    Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu:

    - Burada ne bekliyorsunuz?

    - Evden çıkmasını bekliyoruz.

    - Yemîn ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı.

    Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakîkaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler.

    O'nun muhafazasına me'mur mu ettiniz?

    Hazret-i Ali'yi, Resûl aleyhisselamın yatağında görünce, Resûl-i ekremin nerede olduğunu sordular. Hazret-i Ali,

    - Bilmem! Beni, O'nun muhafazasına me'mur mu ettiniz? dedi.

    Bunun üzerine hazret-i Ali'yi tartakladılar. Kabe'nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar. Müşrikler, Resûlullah efendimizi bulmak için dışarıya çıkıp aramaya başladılar.

    Her yeri aramalarına rağmen, bulamadılar ve çılgına döndüler. En azılıları olan Ebû Cehil, Mekke ve civarında tellallar bağırtarak, sevgili Peygamberimizi ve hazret-i Ebû Bekir'i bulup getirenlere ve yerlerini bildireceklere 100 deve vereceğini va'd etti. Onun bu va'dini duyan ve mala tamah eden ba'zı kimseler silahlanıp, atlarına binerek aramaya koyuldular.

    "Ya Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübarek zatınıza bir keder, bir elem değmesin"

    Resûlullah efendimiz, müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp hazret-i

    Ebû Bekir'in evine gitti. Hazreti Ebû Bekir'e,

    - Hicret etmeme izin verildi, buyurunca, Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla,

    - Mübarek ayağınızın tozuna yüzümü süreyim ya Resûlallah!... Ben de beraber miyim?" diye sorunca, Efendimiz,

    - Evet... buyurdu.

    Hazret-i Sıddîk, sevincinden ağladı. Gözyaşları arasında,

    - Anam-babam, canım sana feda olsun ya Resûlallah! Develer hazır. Hangisini murad ederseniz onu kabûl buyurunuz, dedi. alemlerin sultanı,

    - Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alırım, buyurdu. Bu kesin emir karşısında mecbur kalan hazret-i Sıddîk, devenin bedelini söyledi.

    Hazret-i Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zatı çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti.

    Safer ayının 27'sinde perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar. İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Hazret-i Ebû Bekir, Resûlullahın çevresinde, ba'zan sola, ba'zan sağa, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin böyle yaptığını sorunca,

    - Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. Eğer bir zarar gelirse önce bana gelsin. Canım yüksek zatınıza feda olsun ya Resûlallah! dedi. Server-i alem efendimiz buyurdular ki:

    - Ya Eba Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin? Hazret-i Sıddîk,

    - Evet ya Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü tealaya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim, dedi.

    Sevgili Peygamberimizin nalini dar olduğundan, yolda parçalandı ve mübarek ayakları yaralandı, yürüyecek hali kalmamıştı. Güçlükle dağa çıkıp mağaraya ulaştılar. Kapı önüne geldiklerinde, hazret-i Ebû Bekir;


    - Allah için ya Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübarek zatınıza bir keder, bir elem değmesin, dedi ve içeri girdi.

    İçeriyi süpürüp temizledi. Sağında, solunda irili ufaklı bir çok delikler vardı. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat bir açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri da'vet eyledi.

    Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübarek başını Ebû Bekir'in kucağına koyup uyudu. O zaman, hazret-i Sıddîk'in ayağını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyaşı Resûlullahın mübarek yüzüne damlayınca;

    - Ne oldu ya Eba Bekr? buyurdular. Hazret-i Ebû Bekir, Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu, dedi.

    Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir'in yarasına, iyi olması için mübarek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifa buldu.
     
  3. Lasey

    Lasey Admin

    Nihayet hazret-i Ali'de hicret etti.

    Bu arada Mekke'de kalan hazret-i Ali, Resûlullah efendimizin Kabe-i şerîfte devamlı bulundukları makama oturdu. "Resûl-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın!" diye nida ettirdi. Herkes gelip, nişanını söyleyerek emanetini aldı. Böylece emanetler sahiplerine teslim edildi.

    Mekke-i mükerremede kalan Eshab-ı güzîn, hazret-i Ali'nin kanadı altına sığındılar. Resûlullahın saadethaneleri Mekke'de olduğu müddetçe, hazret-i Ali de orada kaldı. Bir zaman sonra Resûl-i ekrem efendimiz, evinin Medîne-i münevvereye getirilmesini emir buyurdular. Allahın aslanı hazret-i Ali, Kureyş kafirlerinin toplandıkları yere gitti. "İnşaallahü teala yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin" buyurdu.

    Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler. Sabah olunca, hazret-i Ali, Resûl-i ekrem efendimizin eşyalarını toplayıp, Resûlullah efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabaları ile beraber yola koyuldu. Resûlullah efendimize, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kuba'da yetişti.

    Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzûruna gidemiyecek bir hale gelmişti. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmiş, hazret-i Ali'yi görünce haline acımış, sevgili, fedakar amcazadesini kucaklamış, mübarek elleriyle o hak yolunda binlerce meşakkate katlanmış olan narin, nazik ayaklarını okşamış, kendisine afiyeti için dua buyurmuştu. Hatta hazret-i Ali'nin bu fedakarlığı üzerine; "İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü tealanın rızası için nefsini feda eder" ayet-i celîlesi nazil oldu.

    Medîne'ye daha önce hicret eden Eshab-ı kiram ile Medîneli müslümanlar, Kainatın sultanının Mekke'den hicret için hareket ettiğini duyunca, teşrifini hararetle ve heyecanla bekliyorlardı. Bu sebeple Medîne-i münevverenin dış semtlerine gözcüler koyup, şehirlerini şereflendirecekleri anda, Efendimizi karşılamak için can atıyorlardı.

    O'nun muhabbetiyle yananlar, kızgın çölün suya olan hasreti gibi gözlerini ufka dikerek günlerce beklediler. Nihayet birden; "Geliyorlar! Geliyorlar!.." diye bir ses işitildi. Sesi duyanlar, sıcak çölün ortalarına doğru göz gezdirmeğe başladılar. Evet!.. Evet!.. Onlar da kızgın çölde, güneşin yakıcı sıcaklığına rağmen, büyük bir heybetle kendilerine doğru ilerlediklerini görmüşlerdi.

    Habibullah geliyor baş tacımız geliyor Sevinçle birbirlerine; "Müjde!.. Müjde!.. Resûlullah geliyor!.. Peygamberimiz geliyor!.. Sevinin ey Medîneliler!.. Bayram edin! Habîbullah geliyor!.. Baş tacımız geliyor!.." diyerek bağırmaya başladılar. Bu haber bir anda Medîne-i münevvere sokaklarını doldurdu. Yedisinden yetmişine, yaşlısından hastasına kadar herkes, bu eşi görülmedik sevinçli haberi bekliyorlardı.

    Bütün Medîneliler en güzel elbiselerini giyenerek, sür'atle alemlerin efendisini karşılamak için koştular. Tekbîr sedaları semayı çınlatıyor, sevinçten gözyaşları sel gibi akıyordu. Hüzün ve mutluluk dolu bir hava esiyor ve Medîne, tarihinde en güzel günlerden birini yaşıyordu. Bir tarafta, herkesin "Emîn" lakabıyla tanıdığı, Allahü tealanın Habîbini öldürmek için üzerine mükafat koyanlar; diğer tarafta ise O'nu ve arkadaşlarını korumak, bağırlarına basmak ve bu uğurda canlarını feda etmek istiyenler vardı.

    Herkeste büyük bir heyecan ve merak başladı. Acaba Kusva nereye çökecekti?! Medîne içine doğru Kusva ilerliyor, her kapının önünden geçerken ev sahipleri heyecanla bekliyorlardı..

    Peygamber efendimiz Medîne'ye iyice yaklaşmıştı. Mubarek hicreti son bulmak üzereydi. Medîneliler bir an önce sevgili Peygamberimizin nûrlu cemalini görmek istiyorlardı. Medîne, Medîne olalı böyle sevinçli, böyle mubarek bir an görmemişti. Bu, o güne kadar, yaşanmamış bir bayramdı.

    Benzeri görülmemiş ve görülemeyecek olan bu bayramda, çocuklar ve kadınlar şöyle şiirler terennüm ediyorlardı:

    "Tale'al-bedrü aleyna, Min seniyyat-il-veda',

    Veceb-eş-şükrü aleyna, Ma de'a lillahi da'.

    Eyyüh-el-meb'ûsu fîna, Ci'te bil-emr-il muta'!.."

    Türkçesi:

    Seniyyet-ül veda'dan, Bedr doğdu üstümüze, Hakka da'vet ettikçe, şükr vacib oldu bize.

    Sen bize gönderildin, emrullahı getirdin, Medîne'ye hoş geldin, şeref verir da'vetin.

    İzzet ikramla dolduk, eskilerden kurtulduk,

    Şana kavuştuk doyduk, ziyandaydık kar bulduk.

    Zulmet gideren ay der, "selam ehline deyin,

    Muhammed'e (aleyhisselam) uyana, asla zulüm etmeyin."

    Hep birlikte söz verdik, yemîn edilen günde, Doğruluk yolumuzdur, hainlik olmaz dînde.

    Vallahi ben unutmam, elemsiz gün hiç yoktu,

    Şahidsin Emn yıldızı, vefan sevgin pek çoktu.

    "Hoş geldin ya Resûlallah!.." "Bize buyurun ya Resûlallah!.." şeklindeki istekler ortalığı çınlatıyordu.

    Medîne'nin ileri gelen kimselerinden ba'zıları Kusva'nın yularından tutup; "Ya Resûlallah! Bize buyurun..." diyerek istirhamda bulundular. Onlara,

    - "Devemin yularını bırakınız. O me'mûrdur. Kimin evinin önünde çökerse, orada misafir olurum!' buyurdular.

    Herkeste büyük bir heyecan ve merak başladı. Acaba Kusva nereye çökecekti?! Medîne içine doğru Kusva ilerliyor, her kapının önünden geçerken ev sahipleri; "Ya Resûlallah! Bizi teşrif ediniz, bizi teşrif ediniz!" diye yalvarıyorlardı. Peygamber efendimiz onlara tebessüm buyurarak,

    - "Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona buyurulmuştur" diyordu. Kusva, nihayet Peygamber efendimizin bugünkü mescid-i şerîfinin kapısının

    bulunduğu yere çöktü. Resûlullah devesinden inmediler. Hayvan tekrar ayağa kalktı. Yürümeye başladı. Eski yere dönüp çöktü ve bir daha kalkmadı. Bunun üzerine Efendimiz, Kusva'nın üzerinden inip,

    - İnşaallah menzilimiz burasıdır, buyurdu. Sonra,

    - Burası kimindir? buyurunca,

    - Ya Resûlallah! Amr'ın oğulları Süheyl ve Sehl'indir, diye cevap verdiler. Bu çocuklar yetim idi. Peygamberimiz,

    - Akrabalarımızdan hangisinin evi buraya daha yakındır? buyurdu. Benim evim daha yakındır...

    Zîra Resûlullah efendimizin dedesi Abdülmuttalib'in annesi, Neccaroğullarından idi. Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensarî hazretleri sevinçle,

    - Ya Resûlallah! Benim evim daha yakındır. İşte şu evim, şu da kapısı, diyerek heyecanla gösterdi.

    Kusva'nın yükünü indirip, Resûlullah efendimizi buyur etti. Medîneli müslümanlar ve Muhacirler, Efendimizin hicretine pek ziyade sevindiler. İşte Resûlullahın bu hicreti müslümanların hicri yılbaşısı kabûl edildi.

    Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensarî, İstanbul'un Fethi için İstanbul'a gelip şehîd olan, Eyüp Sultan'da Metfûn bulunan mubarek zattır.

    Resûlullah efendimizin hicreti ile başlayan Hicrî kamerî takvimin sene başı, Muharrem ayının ilk günüdür. Bu günde müslümanlar, birbirinin yeni yılını tebrik eder büyüklerin elleri öpülür, hayır dualar alınır. Böyle günler vesîle edilerek dargınlıklar, kırgınlıklar giderilir. Allahü tealanın verdiği ni'metler için, emirleri yaparak, yasaklardan sakınarak şükredilir. Günahlardan tevbe edilir. Çoluk çocuğa, yakınlara, tanıdıklara iyilik ve ikramlarda bulunulur.