Yunus suresi hakkında bilgi

Konusu 'Kuran-ı Kerim ayetleri' forumundadır ve Adile tarafından 4 Ocak 2018 başlatılmıştır.

  1. Adile

    Adile Admin

    YÛNUS SÛRESİ

    (سورة يونس)
    Kur’an-ı Kerim’in onuncu sûresi.


    Büyük ihtimalle hicretten bir yıl önce nazil olmuştur. Bazı ayetlerinin Medeni olduğu söylenmişse de bu isabetli görülmemiştir (Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi, VIII, 194; alûsi, XI, 79). Adını 98. ayetinde geçen Yûnus peygamber’in adından almıştır. 109 ayet olup fasılası bir ayette “ل”, on ayette “م”, diğerlerinde “ن” harfleridir. Sûrede Allah’ın birliği, Hz. Muhammed’in nübüvveti ve ahiret inancı üzerinde durulmakta, bu arada geçmiş kavimlerin inkarcı tutumlarından örnekler zikredilmektedir. Sûrenin muhtevasını dört bölüm halinde incelemek mümkündür.

    Birinci bölümün (ayet 1-33) başında, bunların hikmet dolu bir kitabın ayetleri olduğu belirtilmekte ve içlerinden birinin Allah’ın elçisi sıfatıyla görevlendirilmesinin müşrikler tarafından şaşkınlıkla karşılanıp “apaçık bir sihirbaz” diye nitelendirilmesinin yadırganacak bir durum olduğuna dikkat çekilmektedir. Müşriklerin bu tür şaşkınlığından Yûnus sûresinden önce nazil olan Sad (38/4) ve Kāf (50/2) sûrelerinde de söz edilmiş, ayrıca Hz. Nûh ile Hûd’un muhataplarına da nisbet edilmiştir (el-A‘raf 7/63, 69). Ardından sûrede tabiatın kuruluşuna ve işleyişine dair örnekler verilmekte, insan türünün uçsuz bucaksız kainat içindeki konumuna vurgu yapılmakta, iman edip amel-i salih işleyenlerle inkarcıların dünyadaki davranışlarına ve ahiretteki durumlarına dair tasvirler yapılmaktadır. Bu arada 15-17. ayetlerde, bir gün Allah’ın huzuruna çıkacağına inanmayan kimselerin Hz. Peygamber’den kendilerine okuduğu Kur’an’dan başka bir Kur’an getirmesini ya da mevcut Kur’an’ı değiştirmesini istedikleri belirtilmekte ve Resûlullah’a buna şöyle cevap vermesi emredilmektedir: “Kur’an’ı değiştirmem asla mümkün değildir; ben sadece bana vahyedilene uyarım. Eğer Allah dileseydi Kur’an’ı size okumazdım ... Biliyorsunuz ki nübüvvetimden önce de bir ömür sayılacak kadar uzun bir süre sizinle beraber yaşadım, dolayısıyla beni tanımış olmalısınız. Niçin aklınızı kullanmıyor ve gerçeği benimsemiyorsunuz?”

    Sûrenin ikinci bölümü şirkin eleştirisiyle başlamakta, Kur’an’ın ilahi kaynaklı olup önceki vahiyleri tasdik ettiği belirtilmekte, buna inanmayanlara yalnız bir sûre kadar benzeri bir metin ortaya koymaları hususunda meydan okunmaktadır. Daha sonra Resûl-i Ekrem’e hitap edilerek bütün gayretlerine rağmen sağırlara ses duyuramayacağı ve körlere yol gösteremeyeceği bildirilmekte, bununla beraber Allah’ın hiç kimseye zulmetmediği, her inkarcının kendi akıbetini kendisinin hazırladığı beyan edilmektedir. Ardından inkarcıların umursamazlıkları yüzünden ebedi alemde karşılaşacakları azap hakkında açıklamalar yapılmakta, bu arada Kur’an’ın Allah’tan gelen etkili bir öğüt, manevi hastalıklar için bir şifa, inananlar için bir hidayet ve rahmet kaynağı olduğu vurgulanmakta, müminlerin dünyada biriktirecekleri servetle değil ondan daha değerli olan Allah’ın lutuf ve rahmetiyle sevinmelerinin gerektiği ifade edilmektedir (ayet 57-58). “İman edip kötülüklerden sakınanlar” diye tanımlanan Allah dostlarına dünya ve ahiret için müjdeler verilmekte, Allah’ın ortaklarının veya çocuğunun bulunmadığı tekrar belirtilmekte, buna inanmayanlara ahirette şiddetli azabın uygulanacağı bildirilmektedir (ayet 62-69). Sûrenin üçüncü bölümünde hak-batıl mücadelesi bağlamında geçmiş peygamberlerden örnekler verilmektedir. Kavmi içinde 950 yıl yaşayıp onları hak dine davet eden Hz. Nûh’un mücadelesine kısaca değinildikten sonra (ayet 71-73) Hz. Mûsa ve Harûn ile Firavun ve taraftarları arasındaki mücadele anlatılmakta, denizde boğulmak üzere iken, İsrailoğulları’nın inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına iman ettiğini söyleyen Firavun’un bu imanının kabul edilmeyeceği bildirilmektedir (ayet 71-93; Matüridi, VII, 104-106; DİA, XIII, 120-121).

    Dördüncü bölümde (ayet 94-109), Kur’an tebliğinden haberdar olan insana hitap edilerek eğer tereddüt içinde bulunuyorsa önceki vahiyleri bilen dürüst kimselere sorması, böylece Kur’an’ın vahiy ürünü olduğunu anlaması tavsiye edilmekte (Taberi, XI, 218-219; Matüridi, VII, 108-110; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi, VIII, 244), ısrar ve inatları yüzünden Allah’ın gazabına uğrayanların -bütün mûcizelere şahit olsalar bile- iman etmeyecekleri belirtilmektedir. Ardından “Helake maruz kalan geçmiş ümmetler keşke iman etselerdi de bundan faydalansalardı!” temennisinden sonra iman eden Yûnus kavminin bu konuda bir istisna teşkil ettiği kaydedilmektedir. Allah’ın dilemesi halinde yeryüzündeki bütün insanların iman edeceği beyan edilerek insanların imanla küfür arasında serbest bırakıldıklarına vurgu yapılmakta; Hz. Peygamber’e insanları imana zorlayamayacağı bildirilmektedir. Resûlullah’ın şahsına yönelik bir hitap şeklinde tek Allah’tan başka hiçbir varlığa tapınmama prensibi tekrarlanmakta, esasen Cenab-ı Hakk’ın kişiye zarar vermeyi veya fayda sağlamayı murat etmesi durumunda buna kimsenin engel olamayacağı belirtilmektedir. Sûre Resûl-i Ekrem’e, bütün insanlara hitap ederek rablerinden kendilerine hak dini tebliğ eden Kur’an’ın geldiğini, onu kabul edenin kendi lehine, kabul etmeyenin ise kendi aleyhine davranmış olacağını ve kendisinin insanların hidayetinden sorumlu tutulmayacağını söylemesi emredildikten sonra şu ayetle sona ermektedir: “Sen kendine vahyedilen ilahi tebliğin gereğini yerine getir ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Şüphe yok ki Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdır”.

    Yûnus sûresi, Resûlullah’a Zebûr yerine verilen on bir sûreden (miûn) biri olup Hz. Ömer tarafından sabah namazlarında okunduğu rivayet edilmektedir (İbrahim Ali es-Seyyid Ali isa, s. 245-247). “Yûnus sûresini okuyan kimseye Yûnus’u tasdik eden, onu yalanlayan, ayrıca Firavun’la birlikte boğulan kimselerin sayısının on katı kadar sevap verilir” mealinde nakledilen hadisin (Zemahşeri, III, 180; Beyzavi, II, 250) mevzû olduğu kabul edilmiştir (Muhammed et-Trablusi, II, 716). Mahmut Sami Ramazanoğlu Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsiri adlı bir eser kaleme almış (İstanbul 1984, 4. bs.), Abdülmuhsin Kāsım el-Hac Hammû, Yûnus Ǿaleyhi’s-selam ve daǾvetühû fi žılli’l-Ķurǿani’l-Kerim ve’s-Sünne adıyla yüksek lisans tezi (1400/1980, Camiatü Ümmi’l-kura), Fayize Osman Ebû Zeyd de el-Ħaśaǿiśü’l-belaġıyye fi sûreti Yûnus ismiyle doktora tezi hazırlamış (1994, Camiatü’l-Ezher), bu tez daha sonra basılmıştır (Kahire 1422/2001).