Ümmet İçin Çabalayan Hükümdar Müslümanlar olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Türlü fitnelerle, iç ve dış düşmanlarla mücadele etmek zorundayız. Allah Azze ve celle'den ümitvarız. Zahiri ve batıni dirliği sağladığımız vakit, müslümanlar olarak daha birbirimize tutkun, daha sabırlı, vakarlı ve cesaretli olacağız inşallah. Zor zamanlar, türlü çeşit fitneler sadece bizim başımıza gelmiş değil. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) zamanında da olmuş, O’ndan sonra da nice zorlu zamanlar ve asırlar görmüş müslümanlar. Fakat son iki asır, bizim her yönüyle şiddetini hissettiğimiz bir kasırga gibi önüne gelen her şeyi süpürüp götürdü. Şimdi müslümanların izzet ve birlik zamanlarına gıptayla bakıyoruz. Şüphesiz o güzel zamanlara hasret beslememiz tabiidir. Zira bunca zulmetin içinde kalbimizin o iyi insanları ve iyi zamanları araması, özlemesi bile bir fazilettir. Fakat bizim bu fitnelere düçar olduğumuz asırları da, müspet ve menfi yönleriyle bilmemiz, gerekli ibreti almamız lazımdır. Bu sözleri, İslam dünyasında kalb-i selim sahibi herkesin hayır dua ile yad ettiği merhum Abdülhamid Han’ın yüzüncü vefat sene-i devriyyesi üzerine söylüyoruz. Onun şahsından başlayarak öğreneceğimiz çok husus var. O, müslümanların bütünüyle yıkıma mahkûm olduğunun düşünüldüğü bir zamanda, samimi bir mümin olarak gayret etmiş; devletini, ümmeti izzetli bir şekilde temsil etmiş bir hükümdardır. Merhum Sultan Abdülhamid Han ileri görüşlüdür. Daha geçtiğimiz ay bütün müslümanların Kudüs-ü Şerif’i muhafaza için nasıl gayrete geldiğini hatırlayalım. Osmanlı’nın borç batağında olduğu bir zamanda, bütün borçların ödenmesi ve Avrupa’daki aleyhte propagandanın durdurulması karşısında Filistin’den toprak satması istenmiş, Padişah da bu teklifi sert bir şekilde reddetmişti. Ayrıca, yahudi nüfusun oraya göçmesini engellemek için Filistin’e giriş çıkışla alakalı özel tedbirler almıştır. Daimi bir gayret içinde olan Sultan Abdülhamid Han, bunca dert ve fitne ile uğraşırken Osmanlı coğrafyası dışındaki müslümanları da unutmamış, uzak memleketlerdeki alimlerle irtibat kurmuş, halkın ihtiyaçları için gayret sarf etmiştir. İslam’ın tebliği için Japonya’ya, Güney Afrika’ya ve daha birçok ülkeye alimler, şeyhler göndererek oralarda İslam’ın tebliği için çalışmıştır. Alimlere hürmet göstermiş, ilim ehliyle irtibat halinde olmuş, Sünnet-i Seniyye’ye dikkati çekmek için Sahih-i Buhari’nin en güvenilir nüshası üzerinden Ezher şeyhi ve onun oluşturduğu bir heyete yeni bir baskı için tahkik çalışması yaptırmıştır. Kendi cebinden yaptırdığı dokuz ciltlik bu baskıyı bütün İslam dünyasına göndermiştir. Abdülhamid Han, müslümanların arasına ekilmek istenen fitne tohumlarına karşı da mücadele etmiş, tarikat şeyhlerinden ve nüfuzlu kabile reislerinden bu konuda istifade etmiştir. En önemli ve tecrübeli yöneticileri Anadolu ve Suriye başta olmak üzere müslümanların çoğunlukta olduğu yerlere göndermiştir. Buralarda müslüman kardeşliği esası üzere idare anlayışını yeniden tesis etmiştir. Araplar arasında çok yoğun bir faaliyet başlatarak ortak düşmanın Batı emperyalizmi olduğunu ve buna karşı mücadele edilmesi gerektiğini anlatmaya çalışmıştır. Bugünden baktığımızda Sultan’ın o zaman tek başına nasıl mücadele ettiğini ve bu konuda da isabet ettiğini görüyoruz. Bütün bunlar yapılırken Padişah büyük bir kalkınma faaliyeti başlatmış, eğitim, bayındırlık ve tarım alanında çok büyük hizmetler yapmıştır. Öncelikle kendi gelirleriyle ayakta duramayan medreselere tahsisat bağlatmış ve bu müesseselerin yapısını yenilemiştir. Ayrıca yüzlerce yeni okul açtırmış, hem devlet adamı, hem mühendis hem de çeşitli meslek alanlarında, ülke genelinde köylere kadar okullar inşa ettirmiştir. Hicaz’a ve Bağdat’a kadar ulaşan iki demiryolu inşa ettirmiş, müslümanların hem iktisadi hem de ilmi olarak birbirlerine bağlı ve alakadar kalmaları için gayret sarf etmiştir. Şüphesiz o büyük hükümdarın hizmet ve gayretlerini, faaliyetlerindeki inceliği kısa bir yazıda izah mümkün değildir. Fakat bilmeliyiz ki, merhum Sultan Abdülhamid Han’ın zatında ve onun hizmetlerinde bizim için büyük ibretler vardır. O bütün ömrünü müslümanların maslahatı için harcamış, eğer çalışılırsa İslam dünyasının çok kolay kalkınabileceğini göstermiştir. Ayrıca ortak düşmana karşı tek yolun müslümanların birliğinden geçtiğini göstermiş ve bu hususta da çok gayret sarf etmiştir. İşte onu ve gayretlerini kıymetli ve aziz kılan husus da, samimi bir şekilde müslümanlar için ömrü boyunca çabalamış olmasıdır. Ümmetin maslahatı ve menfaati için yapılmış işler hizmettir. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in yoldan bir taşın kaldırılmasından, halkın her türlü menfaatine ve askerlik ve idarecilik gibi umumi hizmetlerin faziletine dair birçok hadis-i şerifi vardır. Nitekim şöyle buyuruyor: “Allah için bir gece nöbet beklemek, gündüzü oruçla ve gecesi de nafile ibadetle geçirilen bin geceden faziletlidir.” (Hakim, el-Müstedrek, II, 91; Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, I, 91) Nakşibendi büyüklerinden Kaşıkçı Ali Rıza Efendi k.s. bu hadis-i şerif-i şöyle izah ediyor: “Bu hadis-i şeriften istifade edecek olanlar asker kardeşlerimizdir. Çünkü Allah’ın kullarının emniyet ve rahatlarını; ırz, namus ve dinlerini, din ve vatan uğruna canlarını feda ederek, rahatı terk ederek karakol bekliyorlar. Müslümanların menfaatine, Allah ve Rasulü uğrunda hizmetleri mukabil bir gece nöbet beklemenin sevabı bin geceyi kaim (ibadetle geçirme), bin gündüzü saim (oruçlu) olanların ecir ve sevabından ziyade olduğunu Resul-i Ekrem Efendimiz s.a.v. müjde buyuruyorlar. Bu hadis-i şerifin irad ediliş sebebini, hadisi açıklayan alimlerimiz şöyle anlatıyorlar. Gazalardan birinde soğuk o kadar şiddetli olur ki, nebevi ordunun karakolluğu hizmetinde bulunan mücahid sahabiler soğuktan kendilerini toprağa gömmeye mecbur olurlar. Böylece bu hadis-i şerif buyrulur. İşte, her asır ve zamanda din ve vatan muhafazası için halis niyetle askerlik hizmetinde bulunanların cümlesine bu nebevi müjde şamildir. Cenab-ı Hak, gayretlerini kabul buyursun.” Yukarıda söylediğimiz gibi bir gece nöbetinin ecrinin bin geceye bedel denilmesi, faydasının umumiliğinden, müslümanların emniyet ve maslahatını temin etmesindendir. Bir asker böyleyken bütün müminler için gayret eden idareciler şüphesiz çok daha büyük ecirlere nail olurlar. Hüccetü’l-İslam İmam-ı Gazali k.s., Selçuklu sultanı Melikşah için yazdığı nasihatnamesinde şöyle buyurur: “Ey sultan! Önce, insanları idare etmenin kıymetini biliniz; onun tehlikelerini de öğreniniz. Çünkü idarecilik büyük bir nimettir. Eğer onu hakkıyla yerine getirirseniz, kendisinden sonra başka mutluluk düşünülemeyen bir saadete ulaşırsınız. Şayet onun hakkını yerine getirmeyip zulümden geri durmazsanız, kendisinden sonra ancak kafirliğin olabileceği bir bedbahtlığa düşersiniz. Devlet idaresinin kıymet ve büyüklüğü hakkında Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: ‘Sultanın bir günlük adaleti, Allah için yapacağı yetmiş yıllık nafile ibadetinden daha üstündür.’” (Taberani, Mucemu’l-Kebir, No: 11932; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 5/198; el-Müttaki, Kenzu’l-Ummal, 6/14624; Münziri, et-Terğib ve’t- Terhib, 3/3228) Bir diğer hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki; Allah, adaletli sultanın amelini halkının ameli derecesine yükseltir. Adaleti müddetince kıldığı her namazın sevabı yetmiş bin rekat namaza denktir.” (Taberani, Mucemu’l-Kebir, No: 11220; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/42, 49; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, No: 9083, 9085, 9086) Tarihimiz boyunca adaletle, merhametle ila-yı kelimetullah için, müslümanların emniyeti ve huzuru için, İslam coğrafyalarının istilalardan selameti için gayret sarf etmiş bütün emirlerin, sultanların hayatından alacağımız dersler büyüktür. Cümlesini hayırla yad eder, onların asrında olduğu gibi günümüzde de müslümanlar olarak birlik ve dirlik üzere olmayı Cenab-ı Mevla’dan dileriz.