Türk Dini Musikisinde Mevlid Geleneği

Konusu 'Eğitim Konuları' forumundadır ve Lasey tarafından 10 Aralık 2018 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Türk Dini Musikisinde Mevlid Geleneği

    Türk-Dini-Musikisinde-Mevlid-Geleneği.


    Türk dini musikisinde “mevlid” denildiğinde, Süleyman Çelebi (ö.1422)’nin, yazımını 1409 yılında Bursa’da tamamladığı “Vesîletü’n-necat” adlı eserinin besteli ya da kendine has bir şekilde irticalen (herhangi bir besteye bağlı kalmaksızın serbest olarak) okunması ve bu maksatla yapılan törenler anlaşılır. Eserin, başta Hz. Peygamber’in doğum yıldönümü (mevlid kandili), mübarek gün ve geceler (kandiller) olmak üzere saygın kişileri anma, düğün, doğum, ölüm, evlenme, sünnet, hac ibadetini yerine getirme gibi olayların ardından sevinç ve hüzünlerin beraber paylaşılması için düzenlenen toplantılar esnasında okunması, toplumumuzda yaygın bir adet haline gelmiştir.

    Edebiyat araştırmacısı ve mûsikî tarihçisi Sadettin Nüzhet Ergun, bu mevlid manzumesinin bizzat Süleyman Çelebi ve daha sonraki dönemde önemli hatiplerden Sinaneddin Yusuf Çelebi (ö.1565) tarafından bestelenmiş olabileceğini ifade etmiştir. Ancak mevlidin bilinen yegane bestekarı, 17. yüzyılda Bursa’da yaşamış olan Sekban adlı mûsikîşinastır. Sekban’ın mevlid bestesi, 19. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı coğrafyasında okunmuş, ancak o tarihlerden sonra unutulmuştur. 19. yüzyıl, dinî mûsikîmizin şaheserleri olarak nitelendirilen mi’raciyye, mevlid, durak, mersiye ve tevşîhlere rağbetin giderek azaldığı dönemdir. Bu dönemde, yüksek sanat değeri taşıyan eserlerinyanında, edebî ve tasavvufî kıymeti bulunmayan basit bazı eserlerin de bestelenmekte olduğu görülmektedir. Bu tehlikeyi sezen mûsikîşinaslardan biri, Hamamîzade İsmail Dede Efendi’nin (ö.1846) talebelerinden Mutafzade Ahmed Efendi’dir. Ahmed Efendi,“mevlid bestesi” ile “mi’raciyyenin neva bahri”nin unutulmakta olduğunu görerek, bu eserleri kendisinden meşk edecek insanlar aramış ve bu bestelerin daha sonraki nesillere intikallerini arzu etmiştir. Nota ile tespit gibi bir geleneğin yerleşmemiş olmasına ilgisizlik de eklenince, bu eserler 20. yüzyılın başlarına ulaşamadan unutuldu. Böylece besteli mevlidle ilgili olarak elimizde sadece kütüphanelerdeki elyazması bazı mevlid nüshaları kaldı. Bu eserlerde görülen, mısraların yanına yazılmış ve o mısrada takip edilmesi gereken makam seyirlerini işaret eden, çoğunlukla farklı kalemlerle yazılmış makam isimleri (yandaki yazma nüshada olduğu gibi), eski besteli mevlidin izlerini taşıyan önemli kayıtlardır Mevlid manzumesi, yazıldığı dönemden beri halk arasında camilerde, tekkelerde büyük bir coşkuyla; sarayda ve selatin camilerde padişahın da katılımıyla büyük merasimlerle okunmaya devam etmiştir. Osmanlı döneminde mevlid merasimleri Kanunî Sultan Süleyman döneminden (1520-1566) itibaren devlet protokolüne alınmaya başlanmış ve Sultan III. Murat (1574-1595) zamanında, 1588 yılında resmen devlet teşrifatında yer almıştır.Büyük bir rağbetle Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar devam eden bu merasimler, Cumhuriyetten sonra da halk arasında devam ettirilmektedir.


    Mevlid, “bahir” adı verilen bölümlerin “mevlidhan” denilen bir kişi tarafından okunması suretiyle icra edilir. Bahirler arasında okunan ve “tevşîh” adı verilen dinî mûsikî eserleri de “tevşîhhan grubu”nca okunur. Günümüzde mevlid bahirleri, yukarıda da zikrettiğimiz gibi herhangi bir besteye bağlı kalarak değil, bahirler arasında belli bir makam sıralaması takip edilmek suretiyle okunmaktadır. Bu konuda söz sahibi kişilerden alınan bilgiler ışığında, mevlid icrasında şöyle bir seyrin takip edilmesi uygundur: Önce saba, dügah, çargah veya şevketülarab makamından okunan aşr-ı şerîf veya bir tevşîhle mevlid merasimi başlar. Ardından yine aynı makamda bir kasîde okunduktan sonra “Allah adın zikredelim evvela” mısraıyla başlayan “Tevhîd” veya “Münacat” bahrine saba makamıyla girilir. Dügah, bestenigar, çargah, şevketülarab makamlarına geçkiler yapılarak yaklaşık on beyit okunduktan sonra kısa süreli bir ısfahan geçkisiyle tahir-bûselik makamına geçki yapılır.Türk Dini Musikisinde Mevlid Geleneği…

    Mevlidin “Mi’rac” bahrine “Söyleşirken Cebrail ile kelam” mısrasıyla girilir. Segah, hüzzam, karcığar makamlarıyla yapılan girişten sonra “Ey hata pûş ü atası çok kerîm” mısraı ile saba makamına geçilir. Ardından “Hak Teala’dan erişti bir nida” mısraı ile başlayan bölümde eviç makamı icra edilir. “Ya Habîbim, nedir ol kim diledin/ Bir avuç toprağa minnet eyledin” beyti ile başlayan kısım ve takip eden mısralarda hicaz, nihavent, kürdîlî-hicazkar ve uşşak yapılabilir. Bu makamla yapılan karardan sonra salatü selam getirilir.

    Mevlid’in son bölümü olan “dua” bahrine uşşak makamı ile girilir. “Ya İlahî ol Muhammed hakkıyçün” mısraıyla başlayan bu kısımda komşu makamlara geçilip bu arada saba ve bestenigar makamlarına geçkiler yapıldıktan sonra, bahrin son beyti olan kısımdaki “Ümmetimden razı olsun ol Muîn” mısraı hüseynî makamına bağlanarak, bundan sonraki mısra olan “Rahmetüllahi Teala aleyhim ecmaîn” cümlesinin bütün tevşîhhan grubu ve mevldihanların bir ağızdan söylenmesi ile mevlid bitirilir. Ardından okunan Kur’an-ı Kerîm ve dua ile merasim sona erer.Dînî mûsikîmizde öteden beri mevlidhanlıkla şöhret bulmuş pek çok mûsikîşinas yetişmiştir. 19. yüzyılda İstanbul’da tanınmış mevlidhanlardan Aksaraylı ama Hafız Hasan Efendi, hünkar mevlidhanı Fındıklılı Hacı Hakkı Efendi, Enderunlu Hafız Hüsnü Efendi, Hafız aşir, Beylerbeyi Camii Hatibi Rifat Bey, Hopçuzade Mehmet Şakir Efendi, Balat’taki Sünbülî Dergahı Şeyhi Kemal Efendi, Mutafzade Ahmet Efendi ve Saîd Paşa İmamı diye bilinen Hasan Rıza Efendi yi özellikle zikretmeliyiz. Bunlar içerisinde şairliği, hattatlığı ve hanendeliği yanında özellikle mevlidhanlığı ile tanınan Saîd Paşa İmamı’ndan söz etmek istiyorum: Mutafzade Ahmet Efendi’nin talebelerinden olan Hasan Rıza Efendi mütevazi kişiliği ile bilinmektedir. Rıfaiyye tarikatı müntesibi olup içinden geldiği şekilde ve kendi arzu ettiği zamanda okuması onun en önemli özelliğiydi. Son derece parlak ve tiz bir sese sahipti. Mevlid okuyuşunda fevkalade bir tavır sahibiydi.Türk Dini Musikisinde Mevlid Geleneği Zekaizade Hafız Ahmet Irsoy, Hasan Rıza Efendi ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: “Bir gün babamla (Zekai Dede) Oluklubayır Dergahı’na gitmiştik. Saîd Paşa İmamı mevlid okuyordu. Kendisini ilk defa orada dinlemiştim. Güftelerin arasını kesmiyor ve nağmeleri mısra sonlarında yapıyordu. Bu yüzden sözler de tamamıyla anlaşılıyordu. Tekkeden çıktıktan sonra babam dedi ki: Hafız! İşte asıl mevlid böyle okunur.” Fakir ve kimsesizlerin taleplerini reddetmez, bu kişilerin isteklerini derhal yerine getirirdi. Mehmet Akif Ersoy onun bu özelliğini Safahat’ında “Saîd Paşa İmamı” adlı şiiri ile ebedîleştirmiştir. Türk Dini Musikisinde Mevlid Geleneği…Hasan Rıza Efendi’nin, 93 harbi esnasında Mevkib-i Hümayun Alayı teşekkül ettiği sıralarda Üsküdar Sultantepe’de okuduğu mevlidin Beşiktaş’tan dinlendiği söylenir. Bu dönemle ilgili kısa bir örnek verdikten sonra son dönemin önemli mevlidhanlarından söz etmek istiyorum. Bu kişiler arasında başta Hafız Sami olmak üzere Süleymaniye Camii’nin baş müezzini Hafız Kemal Efendi, Beyoğlu Ağa Camii İmamı Hasan Rıza Efendi, Muhyiddin Tanık, Hafız Burhan, Mecit Sesigür, Esat Gerede, Yeraltı Camii imamı Ali Üsküdarlı, Hüseyin Sebilci ve Kazım Büyükaksoy özellikle zikredilmelidir. Günümüz mevlidhanları arasında ise Aziz Bahriyeli, Halil İbrahim Çanakkaleli, Fevzi Mısır, Emin Işık, Zeki Altun (ö. 1999) ve Kani Karaca (ö. 2004) bilhassa belirtilmelidir.

    Mevlid manzumesi, son devir hattat ve mûsikîşinaslardan Kemal Batanay (ö. 1981) tarafından yeniden bestelenmiş, Kani Karaca’nın meşkettiği bu eserin notası henüz neşredilmemiştir. İşte milletimiz, ulu Peygamberini yüzyıllardan beri böyle güzelliklerle, hoş sadalarla, ulvî duygularla anıyor. Bu güzellikler o büyük insanı her geçen gün biraz daha yüceltiyor.