Tövbenin kabul olması için neye dikkat etmeliyiz?

Konusu 'Dini bilgiler' forumundadır ve Lasey tarafından 14 Aralık 2018 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Gerçek tövbe ve istiğfar nasıl olmalıdır? Nasıl edilmelidir? Tövbenin kabul olması için neye dikkat etmeliyiz? Sadece “Tövbe ettim” demek yeterli midir?

    Abdülkadir Geylani Hazretleri buyurur:

    “Tevbe et, Allah yoluna uymayan fiil ve hareketlerden vazgeç. Aynı zamanda, tevbende de sebat et. Mesele sadece tevbe etmek değildir. Sadece tevbe etmiş olmak, işi halletmez. Asıl mesele, tevbede sebat etmektir. Nitekim bir ağaç dikmekte esas olan da, ağacı dikmek değildir. Asıl mesele, dikilen ağacı büyütmek, meyve verir hale getirmek ve daimi bir sûrette güzel meyve vermesini temin etmektir.”

    İnsanoğlunun -beşeriyet icabı- günah ve kusurlardan tamamen salim kalması düşülemez. Nitekim peygamberler dışında hiçbir insan, mutlak sûrette masum değildir; az veya çok günah işlemekle karşı karşıyadır. Hatta peygamberler dahi zelle işleyerek beşeri acziyeti tatmışlardır. Bunun vicdani ıztırabı ile tevbe ve istiğfar halinde yaşamışlardır. Böylece ümmetlerine, günaha düştüklerinde nasıl davranmaları gerektiği hususunda numûne olmuşlardır.

    Mutlak üstünlük ve hatasızlık, yalnızca Cenab-ı Hakk’a aittir. Acziyet, noksanlık ve kusurdan münezzeh olan ve müteal yani idrak ötesi bir mükemmellik sahibi olan, yalnızca Cenab-ı Hak’tır.

    HATA YAPANLARIN EN HAYIRLISI

    Bunun içindir ki bir hadis-i şerifte;

    “Her insan birçok hata yapabilir. Fakat hata yapanların en hayırlısı, çokça tevbe edenlerdir.” buyrulmuştur. (İbn-i Mace, Zühd, 30/4251)

    Kulun, günahından hatta gafletinden suçluluk hissetmesi bir irfan, Rabbinden af dilemesi de bir vicdan borcudur.

    Her amelde olduğu gibi tevbenin kabûlü için de ihlas, yani samimiyet şarttır. Bunun en büyük alameti ise nedamet/pişmanlık ve gözyaşıdır. Nitekim Hazret-i Mevlana:

    “Nedamet ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle dua ve tevbe et! Zira çiçekler, Güneş’li ve ıslak yerlerde açar!” buyurmuştur.

    ALLAH’A DÖNÜN AMA NASIL?

    Cenab-ı Hak da ayet-i kerimede:

    “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün…” (et-Tahrim, 8) buyurmaktadır.

    Samimi tevbe hususunda ilk numûne, Hazret-i adem -aleyhisselam- olmuştur. İşlediği bir zelle dolayısıyla zevcesi Havva Validemiz’le birlikte Cennet’ten Dünya’ya indirilmişlerdir.

    Hazret-i adem -aleyhisselam- Serendib’e, Havva Validemiz de Cidde’ye gönderilmiş ve canhıraş bir tevbe içinde kırk sene birbirlerinden uzak, garip, yalnız ve biçare kalmışlardır. Onların bu tevbesi “nasuh tevbe”nin ilk misalini teşkil etmiştir.

    Tevbe eden biri de düşünmeli ki, nasıl dünyada kendilerinden başka hiçbir insan yokken Hazret-i adem ile Havva Validemiz yegane sığınak, barınak ve dayanak olarak Cenab-ı Hakk’ı bilip O’ndan mağfiret dilemişlerse, bu halet-i rûhiye ile ilahi rahmet kapısına iltica etmek icab eder. Uçsuz bucaksız bir okyanusta tek başına kalan veya karanlık bir ormanda yolunu kaybeden biri nasıl can havliyle; “Aman ya Rabbi, beni kurtar!” derse, nasûh bir tevbe de böylesine canhıraş bir yakarışla Cenab-ı Hakk’a sığınmayı gerekli kılar.

    Yani Rabbimiz, sırf dilde kalan değil, nedamet ateşiyle gönül kandilini yakan, makbul davranışlarla samimiyeti ispat edilen bir tevbe arzu ediyor. Öyle ki tevbe esnasında ılık gözyaşlarıyla ilahi rahmet kapısına sığınılmalı, sonrasında ise günah ve kusurlar, bir daha dönülmemek üzere terk edilmelidir.

    Ayrıca; “…İyilikler, kötülükleri giderir…” (Hûd, 114) ayet-i kerimesi muktezasınca, salih amelleri artırarak manen temizlenmeye de gayret edilmelidir. İşte bu azim ve gayretle yapılan bir tevbe gerçek tevbedir.

    Bu şekilde samimiyeti ispat edilmeyen bir tevbe ise, yine bir başka tevbeye muhtaçtır. Yani dil; “Ya Rabbi, tevbe, beni affet!” derken, kişinin hal ve davranışları bu söyledikleriyle ahenk teşkil etmiyorsa, aynı günah ve kusurlar işlenmeye devam ediliyorsa, işte bu hal, Hazret-i Mevlana’nın ifadesiyle “sözün maskarası” olmaktan ibarettir.

    Cenab-ı Hak bu hale düşmekten ikaz sadedinde şöyle buyurmaktadır:

    “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evladı, ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin! Şüphesiz, Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan), Allah hakkında (O’nun affına güvendirerek) sizi kandırmasın!” (Lokman, 33)