Tefekkür nedir? Tefekkürü terk etmek günah mıdır?

Konusu 'Dini Sorular Ve Cevapları' forumundadır ve Beyza tarafından 25 Ekim 2013 başlatılmıştır.

  1. Beyza

    Beyza Moderatör

    Tefekkür nedir? Tefekkürü terk etmek günah mıdır?

    Tefekkür; herhangi bir mesele hakkında düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma demektir.

    Ne acayiptir ki insan, son derece şaşaalı ve müzeyyen bir saray görse ona hayran kalır. Onu hatırından çıkaramaz, hayatı boyunca onun güzelliğini anlatıp durur. Ancak ilahî bir sanat harikası olan şu muazzam kainatı sürekli görüp durduğu halde onun inceliklerini layıkıyla düşünmez ve ondan yeterince bahsetmez. Normal bir şeymiş gibi üzerinde durmayıp geçer gider. Tıpkı üzerinden akıp giden bahar yağmurlarından hiçbir nasîbi olmayan kayalıklar gibi… Halbuki hayran olduğu o fanî saray, şu muazzam kainatın en küçük cisimlerinden biri olan dünyanın küçücük bir zerresidir.

    Allah’ın kudretini tefekkürden gafil olan insanın misali, karıncanın şu haline benzer:

    Karıncanın biri, padişahın, yüksek duvarlı, sağlam temelli, en güzel eşyalarla tezyîn edilmiş, hizmetçilerle dolu köşklerinin birinde yuva yapar. Hücresinden çıkıp arkadaşlarına rastladığında, onlara kendi yuvasından, gıdasından ve onları nasıl depo ettiğinden başka bir şey anlatmaz. İçinde bulunduğu köşkün ve o köşkü yaptıran padişahın kuvvet, ihtişam ve saltanatını düşünmekten pek uzaktır. Karınca bu köşkten gafil olduğu gibi orada yaşayanlardan da gafildir.

    Gafil insan da Allah’ın ilahî sanat harikalarından, mülkünde yaşayan meleklerinden ve has kullarından habersizdir. Karıncanın, içinde yaşadığı köşkü ve ondaki güzellikleri bilme imkanı yoktur. Ancak insan, tefekkür ve tahayyülü sayesinde nice alemleri dolaşabilir. İlahî sanat harikalarını idrak edebilir.

    TEFEKKÜRÜN TERKEDİLMESİ EMANETE İHANETTİR

    Allah Teala’nın insana lûtfettiği, sayılamayacak kadar sonsuz nîmetlerine mukabil, kendi hiçlik ve acziyetini kavrayıp şükür secdelerine varabilir. Bunu ancak “insan” olan yapabilir. Yahut diğer bir tabirle ancak bunu yapabilenler, insanlık şeref ve haysiyetini taşıyabilirler. Zira insan, yaratılış itibarıyla tefekkür istîdadına sahip bir varlıktır. Tefekkür istîdadını kullanmaya kullanmaya onu körelmeye terk ederse, o ilahî emanete ihanet etmiş ve insanlığının en mühim vasıflarından birine veda etmiş olur.

    Nakledildiğine göre Hazret-i Mûsa (a.s.) zamanında biri, otuz sene ibadet etmişti. Bir bulut gölge yaparak onu güneşten koruyordu. Bir gün bulut gelmedi, o abid güneşte kaldı. Annesine bunun sebebini sorduğunda:

    “−Herhalde bir günah işlemişsin.” dedi. O:

    “−Hayır, günah işlemedim!” deyince annesi:

    “−Göklere, çiçeklere bakmadın mı? Onları görünce Cenab-ı Hakk’ın azametini tefekkürden gafil mi kaldın?” dedi. Delikanlı:

    “−Evet, etrafımdaki harikulade güzellikleri gördüğüm halde tefekkürde kusur ettim.” deyince annesi:

    “−Bundan büyük günah olur mu? Hemen tevbe et!” dedi.

    TEFEKKÜR İMANI ARTTIRIR

    Aklı başında olan bir mü’minin, tefekkür vecîbesini hiçbir zaman ihmal etmemesi gerekir. İnsan, Allah’ın sanatındaki harikuladelikleri ne kadar çok öğrenir ve üzerinde ne kadar tefekkür ederse, O’nun celal ve azameti hakkındaki marifeti, yani Hakk’a yakınlığı da o nisbette artar.

    Hazret-i Ali: “Kur’an’ı bilen biri yıldız ilminden (astronomiden) de bazı şeyler öğrenirse bu sayede îman ve yakîni artar” demiş, sonra da şu ayet-i kerimeyi okumuştur:

    “Şüphesiz gece ve gündüzün birbiri ardınca değişip durmasında, Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde takva sahibi bir toplum için nice deliller vardır.” (Yûnus, 6)

    Cenab-ı Hakk’ın yarattığı her varlık, ilahî nizam içinde belli hizmet ve vazîfeler görmektedir. İnsanoğlu, bu sayısız mahlûkun namütenahî hizmetlerinden bugüne kadar pek azını anlayabilmiştir. Göremediği ve anlayamadığı hikmetler, idrak edebildiklerinden kat kat fazladır. Zira sesi biliyorsak, kulak gibi bir alıcı cihazımız olduğu içindir. Rengi biliyorsak, göz sayesindedir. Kim bilir bu sonsuz varlıklar aleminde daha nice ilahî tecellîler var ki onları bilecek cihazlar bizde olmadığı için onlar hakkında herhangi bir malumata sahip değiliz.

    Mahlûkatı ve onların husûsiyetlerini bile tam olarak idrak edemeyen ve aklı mahdut olan insan, bütün kainatı yaratan Cenab-ı Hakk’ı tam olarak nasıl idrak edebilir? O’nun azametini, sıfatlarının tecellîsinden biraz idrak edebilen İslam alimleri, hayret ve dehşet içinde ancak:

    “O’nu anlamak, idrak edilemeyeceğini anlamaktır.” diyebilmişlerdir. Çünkü yaratılmış varlıklarda, Allah’ın zatî hakîkatinden bir in’ikas ve tecellî yoktur. Cenab-ı Hakk’ın yarattığı her şey, ilahî sıfatların tecellî terkipleriyle oluşmuştur. Zat tecellîye dayanabilecek bir mekanın yaratılmadığı, Hazret-i Mûsa’nın (a.s.) Allah’ı görebilmek husûsundaki ısrarlı arzusu karşısında gerçekleşen “لنَ ترَيٰنىِ / Ben’i göremezsin” hitabı ve binnetice onun bayılması hadisesiyle sabittir. Bu sebepledir ki insanoğlu O’nu zat hakîkati şöyle dursun, sıfat hakîkatiyle bile kamil bir sûrette idrakten acizdir.