Takva Nedir? İslamda Takva Kavramı

Konusu 'Dini Sorular Ve Cevapları' forumundadır ve Lasey tarafından 23 Kasım 2016 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Takva


    Takva kelimesi sözlüklerde “İnsanın, ibadet ve güzel işler yaparak kendisine acı verecek durumlardan korunması” şeklinde tarif edilir. Seyyid Şerîf el-Cürcanî, et-Ta‘rîfat isimli terimler sözlüğünde (bk. “Takva” md.) takvanın “Allah’a itaat ederek O’nun vereceği cezalardan korunmak; insanın kendisini, yaptığı veya yapmadığı şeyler yüzünden müstahak olacağı ukubattan yine Allah’a itaat ederek koruması” anlamına geldiğini belirtir. Aynı alimin kaydettiği diğer bazı tariflere göre takva, “Kulun masivadan sakınmasıdır; dinin edep ve erkanına saygılı olmaktır; insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeyden uzak durmaktır; nefsanî hazları terketmek, yasaklardan uzak durmaktır; gönlünde Allah’tan başka hiçbir şey görmemendir; kendini hiçbir kimseden daha iyi diye düşünmemendir; Allah’tan başka her şeyi terketmektir; sözde ve davranışta Hz. Peygamber’e uymaktır.” Fahreddin er-Razî, Bakara sûresinin 196. ayetini tefsir ederken, takva için, “bütün dinî ve ahlakî ödevleri yerine getirme, din ve ahlakın sakıncalı bulduğu tutum ve davranışlardan da kaçınma” anlamını içeren bir tanım yapmıştır. Tanınmış mutasavvıf Ebû Talib el-Mekkî’nin tarifi ise daha kısa fakat oldukça kapsamlıdır: “Takva bütün iyilikleri kapsayan bir isimdir” (K†tü’l-kulûb, I,196).

    Kur’an-ı Kerîm’de, ahiret inancının yoğun olarak işlendiği ilk zamanlarda inen ayetlerde takva, Allah’ın şiddetli azabına karşı siper vazifesi görecek olan korku ve kaygı şuurunu ve bu şuurun bir sonucu olarak Allah’ın buyruklarına uyup yasakladığı şeylerden titizlikle kaçınmayı ifade eder. Ancak zamanla, İslam cemaatinin hem sayı hem de keyfiyet bakımından gelişmesine paralel olarak, takva kavramının içeriğinin de geliştiği ve zenginleştiği görülür.

    Bakara sûresinin hac ile ilgili 197. ayetinde bazı kötülükler, ahlakî olmayan davranışlar sıralandıktan sonra mutlak olarak iyiliğin önemi vurgulanmakta, ardından da genel olarak kötülükleri terkedip iyilikler yapmaya şamil bir kavram olarak takvanın önemi ifade edilmektedir. Burada takvanın “en hayırlı azık” şeklinde nitelendirilmesi onun dinî ve ahlakî hayat için vazgeçilmezliğine işaret eder. Yine Bakara sûresinde (2/237) takvanın, bağışlama ve feragati de kapsayan geniş ahlakî içeriğine işaret edilmiştir. Maide sûresinin 8. ayetinde takva, adaleti de içine alan yüksek bir fazilet olarak gösterilir. Sosyal hayatın düzeni için adaletin gerekliliği göz önüne alınacak olursa, bu ayete göre takvanın, artık sadece ferdî ve vicdanî fazilet değil, aynı zamanda toplumsal düzenin de bir gereği olduğu ortaya çıkar.

    Takvanın bu sosyal fonksiyonu, Hucurat sûresinin 13. ayetinde evrensel boyutta ele alınmıştır. Burada Allah’ın bütün insanları bir erkekle bir kadından (adem ile Havva) yarattığı; birbirleriyle (üstünlük ve soyluluk yarışına girişmek, sürtüşmek ve çatışmak için değil), tanışıp bilişmek için onları halklara ve kabilelere ayırdığı ifade edildikten sonra “Allah nezdinde sizin en şerefliniz, takvada en ileri olanınızdır” buyurulmuştur. Kanaatimizce insanlığın eşitliği ve evrensel barışçılık ilkelerini vurgulayan ifadelerin ardından, en büyük değer ölçüsü olarak takvanın zikredilmesi, bu erdemin, söz konusu ilkelere saygı anlamını içerdiğine de işaret eder. Nitekim az önce değindiğimiz, şahitlikte adaleti gözetmeyi emreden Maide sûresinin 8. ayetindeki takvada da eşitlik ilkesine saygı anlamı vardı. Mustafa Sadık er-Rafiî İ‘cazü’l-Kur’an adlı eserinde (s. 100 vd.) takvanın eşitliğe esas teşkil etmesi bakımından Kur’an ahlakının temeli sayılması gerektiğini belirtir. Hz. Peygamber, kendisine yöneltilen, “İnsanlar arasında en büyük kerem sahibi kimdir?” sorusuna, “Takvada en ileri olanlardır” (Buharî, “Enbiya”, 8, 14, 19) cevabını vermiştir. Bilindiği gibi “kerem” hem “şeref ve itibar” hem de “cömertlik ve yardım severlik” anlamına gelir. Böylece takva sahibi insanın, “insanlara karşı iyilik sever, aynı zamanda da değerli ve şerefli insan” olduğu anlaşılmaktadır. Takvanın bu ahlakî ve insancıl içeriğini ifade eden daha başka örnekler de vardır. Mesela Feth sûresinin 26. ayetine göre müşrik Araplar’ın kalbinde “Cahiliye hamiyeti” vardır; Peygamber ve arkadaşlarının hasleti ise “sekînet ve takva”dır. Burada Cahiliye hamiyeti, barbarlık, küstahlık ve saygısızlığı; sekînet ve takva da ağır başlılık, uygarlık, insanların şeref ve haysiyetlerine saygı anlamını taşır (ayrıca bk. el-Bakara 2/206).

    Takvanın anlamı konusundaki ilginç örneklerden biri de onun “haya” ile ilişkisini gösteren A‘raf sûresinin 26. ayetidir. Burada “takva elbisesi” deyimi kullanılarak dolaylı bir üslûpla takva, günah duygularını örtüp kapatan, bastıran ve böylece günah işlemeyi önleyen bir koruyucu, ruhu bezeyen bir erdem şeklinde takdim edilmektedir. Yani elbise bedeni kapattığı, koruduğu ve süslediği gibi takva da hem ruhumuzun kötü duygularını örter hem de ruhumuzu süsler. Böyle olunca takva sahibi kişinin kaba, haşin, haksız, isyankar, şehvet düşkünü, aç gözlü, edepsiz, hayasız olması düşünülemez. Takvanın aynı zamanda bir kibarlık erdemi olduğunu gösteren ayetler de vardır (mesela bk. el-Bakara 2/189; el-Hucurat 49/1).

    Burada önemle vurgulanması gereken husus, takvanın daima tazim, hürmet, saygı gibi kelimelerle ifade edilen yüksek ahlakî fazilet için kullanıldığıdır. Fakat takva, her şeyden önce Allah’a, O’nun koyduğu kurallara saygıdır; bunları ihlal etmekten sakınmaktır. Takvanın bu şekilde saygıyı ifade ettiğini gösteren güzel bir örnek de Hac sûresinde (30-32. ayetler) geçer. Benzer bir yaklaşım aynı sûrenin 37. ayetinde geçen, “Kurbanlarınızın etleri de kanları da Allah’a ulaşmaz; fakat O’na sizin takvanız ulaşır” mealindeki ayette görülüyor. Bu ayet açıkça, bütün dinî ve ahlakî faaliyetlerimizi Allah’a saygı ve O’nun rızasını kazanma niyetiyle yapmamız gerektiğini gösteriyor.

    Bazı ayetlerde takva, bütün kötülükleri ifade eden “fücûr” kelimesinin zıddı olarak geçmektedir (bk. eş-Şems 91/8-10); Sad sûresinin 26-28. ayetlerinde ise siyasî ahlakı da içine alacak şekilde kullanılmıştır.

    Kur’an-ı Kerîm’de takvanın karşıtı olarak “zulüm” de gösterilmiştir. Casiye sûresinin 19. ayetinde bildirildiğine göre “Zalimler birbirinin dostudur; Allah da takva sahibi olanların dostudur.” Bu ayette zulüm, daha ziyade inkarcıların Allah’a ve İslamî ilkelere karşı inatçı ve anlamsız direnişlerini, müslümanlara reva gördükleri haksızlıkları ifade eder.

    Açıkça görüldüğü üzere, Kur’an-ı Kerîm’in büyük önem verdiği takva kavramı, bütün bu bilgilerden çıkan sonuca göre başlıca şu iki anlamı içermektedir:

    a) Takva, itikadî konularda yanlış ve batıl inançlara kapılmaktan, amelî ve ahlakî konularda eksik, kusurlu, kötü, zararlı ve haksız davranışlardan,


    İslam dininde esasları belirlenmiş olan hayat tarzına uymayan bir yaşayıştan sakınmak, uzak durmaktır.

    b) Takva, bütün faaliyetlerde, ödevlerin yerine getirilmesinde, her türlü kötülüklerin terkedilmesinde öncelikle Allah’tan ittika etmektir; yani Allah korkusunu, O’na karşı saygılı olmayı ön plana çıkararak bu saygıyı bütün davranışların ve hayatın temeli yapmaktır. Buna göre takva bütün ahlakî erdemlerin temelidir ve insan ona sahip olduğu oranda diğer erdemlere de sahip olur.