Selefiyye Mezhebi Sözlükte selef [önceki nesil], selefiyye de “bu nesle mensup olanlar” anlamı taşır. İslami literatürde Selef ilk dönemlere mensup bilginler ve geçmiş İslam büyükleri anlamında, Selefiyye terimi ise iman esaslarıyla ilgili konularda ilk dönem bilginlerini izleyerek ayet ve hadislerdeki ifadelerin zahiri ile yetinip bunları aynen kabul eden, teşbih ve tecsime düşmeyen Yüce Allah'ı yaratıklara benzetmeye ve de cisim gibi düşünmeye yeltenmeyen, bunları başka bir anlama çekme (te'vil) yoluna gitmeyen Ehl-i sünnet topluluğunu belirtmek İçin kullanılır. Yüce Allah'ın zati, fiili ve haberi sıfatlarının hepsini te'vilsiz, nasılsa öyle kabul ettiği için Selefıyye'ye “Sıfatiyye” de denilmiştir. “Ehl-i sünneti hassa” ismi ile kastedilen zümre olan Selefiyye Hz. Peygamber ve sahabilerin inançta takip ettikleri yolu doğrudan doğruya izleyen gruptur. Tabiûn, mezhep imamları, büyük müctehidler ve hadisçiler Selefiyye'dendirler. Eş'arilik ve Matüridilik ortaya çıkıncaya kadar, Sünni müslüman çevrede hakim olan inanç, Selef inancıdır. İmam Şafii, Malik, Ahmed b. Hanbel -bir kısım görüşleri itibariyle Ebû Hanife- Evzai, Sevri gibi müctehid imamlar, Buhari, Müslim, Ebû Davûd, Darimi, İbn Mende, İbn Kuteybe ve Beyhaki gibi hadisçiler, Taberi, Hatib el-Bağdadi, Tahavi, ibnü'l-Cevzi ve İbn Kudame gibi bilginler Selef düşüncesinin önde gelen isimleri arasında sayılabilir. İlk dönem (mütekaddimûn) Selefiyye anlayışının en belirgin özelliği akaid sahasında akla rol vermemek, ayet ve hadisle yetinmek, manası apaçık olmayan, bu sebeple de başka manalara gelme ihtimali bulunan ayet ve hadisleri yorumlamadan, bunları bilmeyi Allah'a havale etmektir. Selefiyye'nin müteşabihler konusundaki görüşüne şunlar örnek gösterilebilir: “Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir” ayetini Selefiyye şöyle değerlendirir: “Yüce Allah ayette elinin (yed) varlığını bildirmektedir. Allah'ın elinin olduğuna inanırız, fakat bu elden kastedilen manayı Allah'a havale ederiz, bunu ancak Allah bilir, der, mahiyeti üzerinde düşünmeyiz- Başka bir manaya yorumlamadığımız gibi, onu yaratıkların eline de benzetmez, Allah'ın kendine has bir sıfatı olarak kabul ederiz. Bu konuda soru sormaktan da kaçınırız”. İmam Malik'e (ö. 179/795) “Allah Teala Kur'an'da “Rahman arşa istiva etti” buyuruyor. Nasıl istiva etti?” diye sorulmuş o da şu cevabı vermiştir: “İstiva bilinen bir şeydir (ayetle sabittir). Nasıllığı akılla kavranamaz. Allah'ın arşa istiva ettiğine inanmak farzdır. Mahiyeti hakkında soru sormak da bid'attır”. Selefiyye, müteşabih ayet ve hadisleri akim ışığında yorumlayan kelamcılarla filozofları da, keşf ve ilhamın ışığında yorumlayan sûfileri de ağır biçimde eleştirmiş, onları bid'atçı ve sapık olmakla suçlamıştır. Hicri VIII. asırdan önce yaşamış olan Selef bilginleri akıl karşısında kesin tavır takınıp, nakli tek hakim kabul ederken, sonraki Selef bilginleri akıl karşısındaki tutumlarını gözden geçirmişler, inanç konularında az da olsa akla yer vermişlerdir. Bu dönemin en önemli ismi sayılan İbn Teymiyye (ö. 728/1328) sağlam olduğu bilinen nakil ile aklıselimin asla çelişmeyeceğini, dolayısıyla te'-vile de gerek kalmayacağını ısrarla savunmuştur. Ona göre akılla nakil çelişirse ya nakil sahih değildir veya akıl sağlıklı bir muhakeme yapamamaktadır. Selefin akılcılığı hiçbir zaman kelam ve felsefedeki akılcılık gibi olmamış, nasların müsaadesi ile sınırlı bir çerçevede kalmıştır. Sonraki dönemin en meşhur Selef alimleri (müteahhirin-i Selefiyye) arasında İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350), İbnül-Vezir (ö. 840/1436), Şevkani (ö. 1250/1834) ve Mahmûd Şükri el-alûsi (ö. 1342/1924) sayılabilir. Selefiyye günümüze kadar az çok taraftar bulmuştur. Genellikle fıkıhta Hanbeli olanlar akaidde Selefi'dirler. Hadisle ilgilenen bilginler de çoğunlukla Selef inancını benimsemişlerdir. Günümüzde dünya müslümanlarının % 12'si Selefi'dirler. En yoğun oldukları ülkeler Suudi Arabistan, Kuveyt ve Körfez ülkeleridir.