Peygamberimiz İle Şeytanın Konuşması

Konusu 'Hz.Muhammedin hayatı' forumundadır ve Beyza tarafından 19 Kasım 2013 başlatılmıştır.

  1. Beyza

    Beyza Moderatör

    Peygamber İle Şeytanın Konuşması

    Konuyla ilgili Muhyiddin-i Arabi'nin Şeceretü'l-kevn isimli eserinde Şeytanın Hileleri başlığıyla şöyle bir rivayet nakledilirse de kaynağı verilmemiştir:
    İbn-i Abbas (r.a) Hazretleri'nden naklen Muaz b. Cebel rivayet ediyor.
    Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile beraberdik. Ensardan birinin evine toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk.
    Ev sahibi:
    İçeridekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var, görülecek bir işim var...
    Bunun üzerine, herkes Peygamber Efendimiz (s.a.v)'ın yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük O'ydu. İzin Ondan çıkacaktı...
    Peygamber Efendimiz (s.a.v)'ın duruma vakıf oldu ve:
    Bu seslenen kimdir, bilir misiniz?
    buyurdu. Biz hep birden şöyle dedik:
    En iyi bilen Allah ve Resulüdür.
    Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v)
    O, lain iblistir. Şeytandır. Allah'ın laneti onun üzerine olsun...
    Buyurunca hemen Hz. ömer:
    Ya Resulallah, bana izin veriniz, onu öldüreyim. dedi.
    Efendimiz (s.a.v)bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
    Dur ya ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir... öldürmeyi bırak. Sonra şöyle buyurdu:
    Kapıyı ona açın gelsin... O buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz...
    Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani raviden. Şöyle anlattı:
    Kapıyı ona actılar. İçeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki; şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da bir manda dudağına benziyordu. Sonra şöyle bir selam verdi:
    Selam sana ya Muhammed! Selam size ey cemaat-ı müslimin.
    Onun bu selamına Efendimiz (s.a.v) şu mukabelede bulundu:
    Selam Allah'ındır, ya lain.
    Sonra ona şöyle buyurdu:
    Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?
    Şeytan şöyle anlattı:
    Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.
    Efendimiz (s.a.v)'a sordu:
    Nedir o mecburiyet?
    Şeytan anlattI:
    İzzet sahibi Rabbin katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:
    Allah-ü Teala sana emir veriyor. Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. O'na gideceksin ve Ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyliyeceksin bir bir O'na. Sonra o ne sorarsa doğrusunu diyeceksin. Sonra... Allah-ü Teala buyurdu ki:
    Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen... Seni kül ederim. Ruzgar savurur... Düşmanların önünde seni rusvay ederim.
    İşte böyle ya Muhummed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettigini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.
    Bundan sonra Resulullah (s.a.v) Efendimize şöyle sordu:
    Madem ki sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?
    Şeytan şu cevabı verdi:
    Sensin ya Muhammed... Allah'ın yaratıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki
    Peygamber Efendimiz (s.a.v)'a sordu:
    Benden sonra en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?...
    Şeytan anlattı:
    Müttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.
    Bundan sonra, sual-cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'ınsordu; şeytan anlattı.
    Sonra kimi sevmezsin?
    Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan alimi.
    Sonra?...
    Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez.
    Peki bu fakirin sabırlı olduğnu nereden bilirsin?
    Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz, her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden saymaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
    Sonra kim?...
    Şükreden, zengin.
    Peki ama o zenginin şükreden olduğunu nereden anlarsın?
    Onu görürsen ki aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki o şükreden bir zengindir.
    Peygamber Efendimiz (s.a.v)'ın bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
    Peki ümmetim namaza kalkınca senin halin nice olur?
    Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.
    Neden böyle olursun ya lain?...
    çünkü bir kul, Allah için secde ederse bir derece yükselir.
    Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?
    O zaman bağlanırım. Ta, onlar iftar edinceye kadar.
    Peki ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?...
    O zaman da çıldırırım.
    Peki ya Kur'an okudukları zaman nasıl olursun?...
    O zaman da eririm, tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.
     
  2. Beyza

    Beyza Moderatör

    Peki ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?
    Ha işte o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.
    Efendimiz (s.a.v)sebeplerini sordu:
    Neden öyle testereyle ikiye biçilirsin ya Eba Bürre?...
    Bunun üzerine iblis: Onu da anlatayım... dedikten sonra anlatmaya başladı:
    çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:
    1) Allah Teala, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.
    2) O sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
    3) Allah Teala, onun verdiği sadakayı cehennemle arasında bir perde yapar.
    4) Allah Teala, belayı, sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.
    Bundan sonra Efendimiz (s.a.v) ashabı hakkında ona bazı sorular sordu:
    Ebu Bekir için ne dersin?...
    İblis buna şu cevabı verdi:
    O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam'a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?
    Peki ömer b. Hattab için ne dersin?...
    Allah'a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçtım.
    Peki Osman b. Affan için ne dersin?
    Ondan utanırım... Hem de çok... Nasıl ki, Rahman'ın melekleri de ondan utanırlar.
    Peki Ali b. Ebu Talib için ne dersin?
    Ah o'nun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa, ben kendi başıma kalsam... O, beni bıraksa... ben de onu bıraksam; ama o beni bırakmaz.
    Peygamber Efendimiz (s.a.v)'ınyukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevapları da kısmen bitirdikten sonra, şöyle buyurdu:
    ümmetime saadet ihsan eden, seni de ta, belli bir vakte kadar şaki kılan Allah'a hamd olsun.
    Peygamber Efendimiz (s.a.v)'ın o cümlesini duyan lain şöyle dedi:
    Heyhat, heyhat... ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah durursun? Ben onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki, onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini, ümmilerini ve okumuşlarını... Facirlerini ve abidlerini... Hasılı, bunların hiç biri elimden kurtulamaz. Fakat... Allah'ın halis kullarını... Evet, bunları azdıramam.
    Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v)'a sordu:
    Sana göre ihlas sahibi muhlis kullar kimlerdir?...
    Bilmez misin ya Muhammed? Bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever... O, Allah için bir ihlasa sahip değildir. Bir kimseyi görsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, medhedilmekten hoşlanmaz... Bilirim ki o ihlas sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım.
    Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.
    Bilmez misiniz ki; mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misiniz ki; ya Muhammed, baş olma sevgisi büyük günahların en büyükleri arasındadır.
    Ya Muhammed, bilmez misin; benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini, bir başka yere tayin etmişim. Sonra... O her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını meşayiha saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim.
    Gençlere gelince; aramızda hiç bir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Cocuklara gelince... Onlarla da bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.
    Bızimkilerin bir kısmını da abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin. Onlar bunların yanına girer; halden hale sokarlar. Bir tepeden diğerine hep dolaştırıp dururlar. öyle bir hal alırlar ki başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye... İşte böylece onlardan ihlası alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları İbadeti İhlassız yaparlar gayri... Ama bu hallerinin farkında olamazlar.
    İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi:
    Bilmez misin ya Muhammed, Rahip Barsisi; tam yetmis yıl ihlas ile Allah'a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda ona öyle bir hal ihlas edilmişti ki: Her dua ettiği hasta duası bereketiyle şifayab oluyordu. Onun peşine takılıp hiç bırakmadım...Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki; Allah Teala, aziz kitabında, onu şöyle anlatır:
    ...Şeytanın hali gibidir ki; o insana: Kafir ol...Dedi... Vaktaki o kafir oldu; bu defa da ona şöyle dedi: Ben senden uzağım... Ben. Alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.
    İblis bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı:
    Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendedir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse o da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim. Muhakkak ben size nasihat ediyorum. . . dedim... Bunu yaparım, çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.
    Gıybet ve koğuculuğa gelince... Onlar da benim meyvelerim ve şenliğimdir.
    Her kim talak üzerine yemin ederse... günahkar olacağından endişe edilir, isterse bir defa olsun isterse doğru bir şey üzerine olsun, her kim talakı ağzına alırsa, bu hakikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar da hep zina çocuğu olur. Ağıza alınan o talak kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer.
    Ya Muhammed, namazlarını tehir edene gelince... Onu da anlatayım. O, her ne zamanki namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm. Derim ki:
    Henüz vakit var. Sen de meşgulsün; hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın. Böylece o vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namazı yüzüne atılır. Şayet o kimse beni mağlup ederse ona insan şeytanlarından birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O bunda da beni mağlup ederse... Bu sefer onun hesabını namazda görmeye bakarım. O namazın içinde iken... Sağa bak... Sola bak... derim... O da bakar... O ki öyle yaptı... yüzünü okşar, alnından öperim. Bundan sonra ona: Sen ebedi yaramaz bir iş yaptın. derim ve böylece onun huzurunu bozarım.
    Sen de bilirsin ki ya Muhammed! Her kim namazda sağa ve sola çokca bakarsa Allah onun namazını kabul etmez. Yüzüne atar.
    Bunda da ona mağlup olursam... Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim. Ve ona: çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da başlar namazını çabuk kılmaya. Tıpkı horozun gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi.
    Bu işi ona yaptırmakta da başarı kazanamazsam, bu sefer cemaatla namaz kılarken, onun yanına varırım. Orada onun başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeden ve rükudan kaldırırım. Imamdan evvel de, secde ve rüku yaptırırım.
    İşte... O böyle yaptığı için kıyamet günü, Allah onun başını eşek başına çevirir. O kimse, bunda da beni yenerse bu defa ona namazda parmaklarını çıtırdatmasını emrederim. Böylece o beni tesbih edenlerden olur.