Yaşı epeyce ilerlemiş bulunan Abdülmuttalib, bir gün Ansızın sağlığı bozulmuştur. Rahatsızlığı gittikçe şiddetini arttırıyordu. Artık bir başka aleme göçün yakında başlayacağını anlamıştı. Fakat görmesi gereken bir vazife vardı: Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhi salatu vesselam'i teslim edecek emniyet edilir bir kişiyi seçmek. Bunun için bütün oğullarını çağırttı. Aklına Ebu Leheb geldi. Fakat o katı kalbli merhametsizin biri idi. "Olmaz" deyiverdi içinden. Ya Abbas? Hayır o da olamazdı. Çünkü, çoluk çocuğu çoktu. Fakat onlarla meşgul olabilirdi. Hamza olabilir miydi? Ona da razı olmadı. Çünkü Hamza genç ve ava meraklı idi. Torunuyla gereği gibi ilgilenemezdi. Peki, ya Ebu Talip! İşte Nur Torununun hamisini bulmuştu. Gerçi Ebu Talip’in serveti azdı, ama merhameti ve şefkati boldu. Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhi salatu vesselam himayeye ancak o layık olabilirdi.Bununla beraber Abdülmuttalib, Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhi salatu vesselam görüşünü almayı ihmal etmedi: "Amcalarından hangisinin himâyesine girmek istersin?" diye sordu. Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhi salatu vesselam dedesinin sorusuna cevap olarak yerinden kalktı, gidip amcası Ebû Tâlib'in boynuna sarıldı. Böylece onun himâyesini kabul ettiğini ifade etmiş oluyordu. Abdülmuttalib de tercihinde isabet ettiğine sevindi. Sonra Ebu Talip’e dönerek şöyle dedi: "Onu sana emanet ediyorum. O, İlahi bir emanettir. Onu her şeye rağmen, canın ve başın pahasına da olsa koruyacağına dair bana açıkça söz ver ki, gözlerim arkada kalmadan gönlüm rahat etsin." Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhi salatu vesselam'ın kendisine karşı teveccühünden oldukça mütehassis olan Ebû Tâlip, gözleri dolu dolu babasına şu cevabı verdi: "Asla merak etme bâbâcığım. Onu öz çocûklarıma, dahi kendi canıma bile tercih edeceğimden emin olabilirsin. Hayatta bulunduğum müddetçe ona hiçbir kişi zarar vermesine müsaade etmeyeceğime söz veriyorum." Oğlunun bu ifadeleri Abdülmuttalib'i gayet memnun etmişti. Gözleri sevinç gözyaşları ile doldu. Yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamayan Abdülmuttalib, torununun neşesine, sevgisine, tebessümüne doyamadan gözlerini dünyaya 80 yaşını aşkın bir ihtiyar olarak kapadı.Tabakât, 1/119; Ensab, 1/57 Tarih: Miladî, 578. Fil Yılından sekiz sene sonra. Mekke çarşısı Abdülmuttalib'in vefatı dolayısıyla günlerce kapalı tutuldu. Kureyşliler, sevdikleri ve hürmet ettikleri bu zâtın ölümü dolayısıyla günlerce yas tuttular, cenazesini el üstünde dolaştırdılar. Sonra Hacûn Kabristanına, dedesi Kusay'ın yanına defnettiler. Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhi salatu vesselam, dedesini kaybetmekten derin üzüntü duydu. Çünkü bu hâdise, babasının ve annesinin de ebedî âleme göçünü hatırlatıyordu. Dedesinin cenazesi ve defni sırasında Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhi salatu vesselam, gözyaşlarını tutamadı; bazan hıçkırarak, bazan da sessiz sedasız ağladı.Seneler sonra bir gün kendilerine, dedesinin ölümünü hatırlayıp hatırlamadığı sorulduğunda, "Evet, hatırlıyorum. Ben, o sırada sekiz yaşında bulunuyordum" cevabını verecekti. Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhi salatu vesselam saadetli ömrünün ilk sekiz senelik bölümü işte böyle acılarla, üzüntü ve kederle dolu geçmişti. Âdeta büyük ruhu ve rikkatli kalbi, tâ o yaşlardan itibaren istikbalde çekeceği meşakkat ve mihnetlere dayanmak için ıztırap ve sıkıntı teknesinde yoğruluyordu.