Osmanlı Devletinde Hekimbaşılık

Konusu 'Osmanlı Tarihi' forumundadır ve Lasey tarafından 3 Kasım 2017 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Osmanlı'da sağlık hizmetleri ve 350 yıl süren hekimbaşılık makamı, dönemin diğer ülkeleriyle kıyaslandığında çok ileri seviyededir. Selçuklu Devleti'nin sağlık hizmeti anlayışı ve darü'ş-şifa (hastane) geleneği, Osmanlı'da da büyük ölçüde devam etmiştir. Osmanlı'da en önemli darü'ş-şifalar, Süleymaniye, Fatih ve Edirne darü'ş-şifalarıdır. Uzman tıp hekimi yetiştirmek için kurulmuş olan Süleymaniye Tıp Medresesi, Osmanlı tıp eğitim sahasında çok önemli bir yer tutmaktadır.

    Hekim adayları ilk dönemlerde usta-çırak esasına göre yetiştirilirken, daha sonraları darü't-tıpta bugüne benzer tıp fakültesi eğitimini alarak icazetlerini almışlardır. Osmanlı hekimleri tedavi usullerinde gözlem, teşhis ve tedaviye dayanan modern tıp uygulamalarının ilk örneklerini kullanmışlardır. Meselâ 15. yüzyılda deneye dayanan bilim çalışmalarında Hekimbaşı Yakup Paşa, Addison hastalığını (böbreküstü bezi yetmezliği) bulmuştur. 17. yüzyılda Osmanlı hekimleri cüzzam hastalığının seyrini iyi gözlemlemişlerdir. Cüzzam tedavisinde dağlama gibi hârici tedavinin işe yaramadığını, perhiz ve güçlendirici gıdalar verilmesi gerektiğini, en önemlisi de bulaşıcı olup anneden çocuğa geçtiğini ispatlamışlardır. Ayrıca hasta hakları düşünülerek, tehlikeli cerrahî müdahale ve tedavilerde hastanın, önce kendi rızası olduğuna dâir bir izin belgesini mahkeme siciline işlettirmesi gerekiyordu. Hekim bu belgeyi gördükten sonra ancak tedaviye başlardı.

    Osmanlı Devleti'nde sağlık hizmetleri, vakıf müessesesi anlayışından dolayı ücretsiz yapılmıştır. Bunun yanında hastanın eve dönüş ücreti de kendisine verilmiştir. Hastanelerde hasta ve hekim açısından, Müslim, gayrimüslim ayrımı yapılmamıştır. Hangi dinden ve milletten olursa olsun, tıp ilminde gerek pratik, gerekse teorikte çok bilgili olan hekim vazife alabilmiştir.

    Doktor seçiminde uzmanlık önemliydi. Doktorların, hasta psikolojisini iyi bilen, hastaya şefkat ve merhametle yaklaşan kişiler olmalarına dikkat edilirdi. Hürrem Sultan'ın 1550'de Mimar Sinan'a yaptırmış olduğu Haseki Darüşşifası'nın yönetmeliğinde şunlar yazılıdır: "Doktorların her biri; temiz kalbli, iyi ahlâklı, güzel huylu, endişeden uzak, iyi iş yapar, ince kalbli, uysal, akraba ve yabancılar hakkında hayır diler, nasihati tatlı dilli, hoş sözlü, güler yüzlü, makbul huylu olmalıdır…. Hastalardan her birine candan dost gibi lütuf ve merhamet ile nazar eder. Onları asık suratla karşılamaz. Hastalara az da olsa nefret uyandıracak söz söylemez. Zîrâ sözde bulunan sert bir kelime bazen hastaya en büyük dertten daha ağır gelir. Belki hastalara en lâtif ibarelerle söz söyler onlara en güzel şekilde hitap eder. Soru cevapta en şefkatli yolu tutar. Hastanın tatlı söze ihtiyacı daha çoktur."

    Osmanlı devlet yönetiminde sağlık alanındaki en yüksek mevki hekimbaşılıktı. Hekimbaşılar, başta padişah olmak üzere saraydakilerin sağlık hizmetleriyle ilgilenir ve devletin sağlık müesseselerini idare ederdi. Osmanlı'da sağlık hizmetlerinden sorumlu kimseler, resmî kayıtlarda reisü'l-etibba, ser-etibba-i sultanî, ser-etibba-i hassa veya hekimbaşı gibi unvanlarla zikredilmiştir. Bu kişiler, sarayın Enderun sınıfından seçilirlerdi. Hekimbaşılığın Osmanlı'da bir müessese olduğuna ait ilk belge, 2. Bayezid dönemine aittir. İlk hekimbaşının 2. Bayezid zamanında Mehmed Muhyiddin İzmitî Efendi (son hekimbaşı ise Abdülhak Molla'dır) olduğu anlaşılmaktadır.

    Hekimbaşılar, geleneğe uygun olarak tıp alanında kendilerini çok iyi yetiştirmiş, medrese mezunu ve ilmiye sınıfına mensup, tıp sanatında gerçekten uzman kişilerden seçilir ve atanmaları sadrazamın teklifiyle padişah tarafından yapılırdı. Hekimbaşıların ekseriyeti, bu makama atanmadan önce çeşitli medreselerde müderrislik, kadılık yapmışlar, birçoğu da ilmiyenin en üst kademesi olan Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği rütbe ve makamlarında bulunmuşlardır. Hekimbaşılık devletin en yüksek ilmî memuriyet kadrosuydu ve hekimbaşı maaşı aylık 2.360–6.500 akçe arasında değişmekteydi.

    Hekimbaşıların vazifelerinin başında, padişah ve hanedan mensuplarının sağlığı gelirdi. Padişaha sağlık konularında sürekli danışmanlık yaparlardı. Saraydaki iki eczane ve beş darüşşifayı yöneten ve sayıları 21'i bulan cerrahların, göz doktorlarının, diğer hekimlerin ve eczacıların disiplinli çalışmasını sağlamak onun işi idi. Adlî tabiplik görevi de yine hekimbaşıların sorumlulukları arasındaydı. Emirleri altında mahkeme personeli, hünkâr kapıcısı, yeniçeri çuhadarı, baltacılar ve 100 kadar hizmetli bulunurdu.

    Memleketin her yerindeki sağlık hizmetleri ve bütün sağlık müesseseleri hekimbaşılara bağlıydı. Saray içi ve dışındaki tıp eğitim ve öğretiminden de onlar sorumluydular. Sağlık personelinin ve darüşşifa hekimlerinin göreve alınmaları, tayin ve terfileri onun tavsiyesi doğrultusunda yapılırdı. Hekimbaşılar, yerli ve yabancı hekimlerin imtihan ve teftişini yaparak onlara ruhsatlarını verirlerdi. Muayenehane açabilmek için hekimbaşının mührünü taşıyan bir çalışma belgesi alınması şarttı. Hekimbaşılığın yetkileri 19. asrın ortalarında tıp alanında modernleşmeye gidilmesi ve bazı kânun, tüzük ve yönetmeliklerin çıkarılması neticesinde sınırlandırılmıştır. Sonunda hekimbaşılık 1849'da kaldırılarak yerine Mekteb-i Tıbbiye Nezareti (Tıp Okulu Bakanlığı) kurulmuştur.