Örfke nedir? Öfke kontrolü nasıl sağlanır? Öfke kontrol yolları ve ve yöntemi… Kavgacı bir samuray, Zen rahibinden, kendisine cennet ve cehennem kavramlarını açıklamasını ister. Rahip, onu küçümseyen bir tavırla: “-Sen eşeğin tekisin, senin gibilerine zaman ayıramam.” der. Şerefi zedelenen samuray, öfkeden kıpkırmızı kesilerek kılıcını kınından çıkarıp: “-Seni bu küstahlığın için öldürebilirim.” diye bağırır. “-İşte…” der, Zen rahibi, sakince: “-Bu cehennemdir.” Samuray, kapıldığı öfkeyi îma eden, ustanın doğru sözleri karşısında irkilir ve sakinleşerek kılıcını yerine koyar, kendisine kazandırdığı iç muhasebe imkanı için rahibe teşekkür eder. “-İşte bu cennettir.” der, rahip bu sefer… İnsanoğlu, öfke ve şehvetinin sınırlarını asla bilemez. Ciddî manada öfkelendiği zaman, öfkesinin içinden selametle çıkıp çıkamayacağını garanti edemez. Öfke, şeytanın insanların üzerinde kullandığı en büyük silahıdır. Kendisini en kıymetli, en büyük, en harika şeylere layık olduğunu zanneden nefsi de devreye sokarak duyguları, kelimeleri ve davranışları savaş alanına çevirir. Rabbimiz, Maide Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır: “Ey îman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı şerefli ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar), Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (el-Maide, 54) Bu ayet ışığında; canı, malı, namusu, dîni, umûmî hakları korumak ve mazluma yardımcı olmak için duyulan öfke övülmüş; bunun yok edilmeye çalışılması ya da öfkelenilmesi gereken yerde acziyet gösterilmesi ise yerilmiştir. İstenilmeyen öfke ise, mazlumlar ve insanî/İslamî temel haklar söz konusu olduğunda sessiz kalıp sadece dünyevî meselelerde istek ve arzular karşılanmadığında ortaya çıkan öfke türüdür. Allah Rasûlü’nün hayatında böyle öfkeye rastlanmamıştır. Kendisini dünya-ahiret saadetine eriştirecek bir amel tavsiye etmesini söyleyen sahabîye, Peygamber Efendimiz, üç kez: “-Öfkelenme!” buyurmuşlardır. (Buharî, Edeb, 76) Nefsanî öfkeye sahip olan insanın, kendisine ve çevresine verdiği zararlar, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden çıkma sebebi olacağından, manen büyük bir iflasın içine girmeden, Allah Teala’nın rızası doğrultusunda, gaflete düşmeden öfke kontrolünün yapılması, ibadet kadar önemlidir. Kur’an-ı Kerim’de öfke konusu ile ilgili üç ayet, öfkenin insanda meydana getirdiği psikolojik sürece ışık tutar. Birincisi, Şûra Sûresi’nin 37. ayet-i kerîmesidir: “Onlar, günahların büyüklerinden ve hayasızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman da bağışlayan kimselerdir.” Burada “gazap” kelimesi ile öfkeli bir mizaçtan bahsedilip bu mizacın tedavisinin sadece “affetmek” olduğu ifade edilmektedir. “Gazap” kelimesi, Kur’an-ı Kerîm’de iki peygambere atfen kullanılır. İlk peygamber, îman etmedikleri takdirde kırk gün sonra helak edileceklerini bildikleri halde otuz dokuzuncu günde dahî îman etmeyip Allah’a isyana devam eden kavmine gazaplanan Hazret-i Yûnus’tur. Diğer Peygamber ise, Tûr-i Sîna’da Tevrat ayetlerinin yazılı olduğu levhaları almak için bulunan Hazret-i Mûsa’dır. Kavminin kendi yokluğundan istifadeyle onları yalnız bıraktığı 40 gün gibi kısa bir zaman içinde şirke dönmeleri ve bir buzağı heykeli yapıp buna taptıklarını öğrendiği anki gazabıdır. “Gazap” olarak isimlendirilen öfkede, intikam alma isteği vardır. Lakin bu intikam, kalbe yerleşmiş bir kin neticesi değildir. Kalpten gelen kanın yüzde belirmesi ile yüze yansıyan öfkedir. Bunun alametleri yüzde belli olur. Uzuvlarda belli olur. Mübarek peygamberlerin öfkesi, kalpte yerleşen kindar bir öfke değildir. İkinci öfke şekli, al-i İmran Sûresi’nin 134. ayet-i kerîmesinde zikredilir: “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da infak ederler (Allah için harcarlar), kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah da, iyilik edenleri (ihsan sahiplerini) sever.” Burada “gayz” kelimesi ile farklı bir öfkeli mizaç anlatılmaktadır. “Gayz” kontrolden çıkmış, karşısındakine zarar vermek gayesi ile harekete geçmiş, gözü dönmüş bir öfkedir. Bu öfkenin sahibinde, kalpte yerleşmiş ciddî bir kin vardır ve bu tür öfkeyi, Cenab-ı Hak, asla tasvip etmez. Çünkü “gayz” kalbe yerleşen, kin olarak gittikçe büyüyen öfkedir. Bu kişiden acilen öfkesini yutması, gücü yettiği halde kendisine hakim olması istenir. Öfkesini gerçekleştirmeyecek, karşısındakine zarar vermeyip kendisini tutacaktır. Burada kastedilen, öfkenin yok edilmesi değil, öfke anında ortaya çıkacak olumsuz davranışların engellenmesidir. Bu ilk adımdır. İkinci adım ise, engellenen ve kişinin içinde olumsuz enerji olarak baskı uygulayan bu öfkenin, kişiye zarar vermemesi için, acilen öfkelenilen kişinin affedilmesidir. Daima öfkeyi besleyen kalpteki bu kin, ancak affetmekle ortadan kalkar. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın öfkesi anlatılırken “gayz” kelimesi kullanılmaz, “gazap” kullanılır. Gayz, Allah’ın dışındaki varlıklarda olur. Peygamber Efendimizin bir hadîs-i şerîflerinde buyurduğu gibi: “Öfkeden sakının; zira o, insanoğlunun kalbinde tutuşan bir kordur. İnsan sinirlendiğinde boyun damarlarının şişip gözlerinin nasıl kızardığını görmüyor musunuz?” (Tirmizî, Fiten, 26) Üçüncü öfke şekli ise, Tevbe Sûresi’nin 14-15. ayet-i kerîmelerinde yer alır: “Onlarla savaşın ki, Allah onları sizin ellerinizle cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara galip kılsın, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların (mü’minlerin) kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir; hüküm ve hikmet sahibidir.” Bu ayette öfke, yine “gayz” kelimesi ile ifade edilmiş olup zulümleri sebebi ile kafirlere duyulan, kalbe yerleşen kin ile devamlı artan bir öfkedir. Bu öfkeyi meydana getiren unsurları ortadan kaldırmak için verilen mücadelede Cenab-ı Hakk’ın yardımını talep etmek çok mühimdir. Çünkü öfke gibi olumsuz duygular, sürekli bastırıldığı zaman kişi kendisine zarar vermekte, öfke patlamaları ve bunun yıkıcı neticeleri ile insan ilişkileri zarar görmektedir. Olumlu iletişim ile “af”, “hilm”, “hüsn-i zan”, “Allah’ın razı olması” ilkeleri özendirilip, sünnete ittiba ile de manevî destek sağlanarak öfke kontrolü temin edilmeye çalışılmalıdır. Öfke gibi olumsuz duyguların kaynağı, hayatta karşılaşılan istenmeyen durum ve hadiseler değildir. O hadiseye dair içimizde yapılan binlerce iç konuşma ve düşüncelerdir. Özellikle olumsuz iç konuşmalar, olumsuz inançlar; öfke, bunaltı ve depresyonun oluşumunu hızlandırırlar. İç sesleri, vesveseyi, zanları, olumsuz düşünceleri yönetip olumluya çevirmek ise bu rahatsızlıklardan kurtulmayı sağlar. Sürekli tekrar edildiği için otomatiğe bağlanan olumsuz düşünceler, alışkanlığa dönüşüp duygu bozulmalarına sebep olmaktadır. “İnsanları rahatsız eden dışlarındaki şeyler değil, o şeylere dair kendi görüşleridir.” der Epiktetos… ÖFKE KONTROL YOLLARI İmam Gazalî, öfkenin ilim ve amel ile kontrol altına alınabileceğini söyler. İlimle tedavide, öfkeli anda kişinin düşünce yapısını hemen fark edip olumluya dönüştürmeye yönelik tavsiyeler vardır. a- İlim ile Öfke Kontrolü Bu tavsiyeler, Cenab-ı Hakk’ın şu ayetlerini düşünmekle başlar: “(Rasûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir!” (el-A’raf, 199) “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da infak ederler (Allah için harcarlar), kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah da, iyilik edenleri (ihsan sahiplerini) sever.” (al-i İmran, 134) 1- Bu ayetler tekrar tekrar hatırlanır; öfke esnasında affetmenin, hilm ve tahammülün faziletleri düşünülür. Neticede sevap almak ve Allah’ın rızasına kavuşmak maksadıyla intikam hırsından vazgeçilir. Allah Rasûlü’nün hayatına bakınca dünyevî meselelerde öfkesine hakim olup, affedici bir tutum sergilerken, dînî hususlarda ortaya çıkan bir ihmalde, yüz hatlarından belli olacak derecede öfkelendiği ve bunun gereğini yerine getirdiğini biliyoruz. Sahabe Efendilerimiz de yaşantılarında aynı örnekleri sergilemişlerdir. Ganimetlerin dağıtıldığı günde: “-Bize adaletle hükmetmiyorsun!” diyen kişiye öfkelenip üzerine yürüyen Halife Hazret-i Ömer’e, Abdullah bin Abbas: “-Ya Ömer! «Sen, affı tut, marufu emret ve cahillerden yüz çevir.» (el-A’raf, 199)” ayet-i kerîmesini okur. Bu ayeti duyar duymaz Hazret-i Ömer’in öfkesi yatışır ve sükûnetle yerine oturur. Allah’ın ayetinin bir müslüman için ne kadar önemli olduğunu gösterdiği için bu örnek çok mühimdir. 2- Allah Teala’nın öfkemize hakim olamadığımız zamanda vereceği cezayı hatırlamak. Geçmişte hükümdarların yanında hikmet konuşan hakîmler olur, hükümdar kızdığı zamanlarda eline, “Miskinlere acı, ölümden kork, ahireti hatırla!” yazılı notlar verirmiş. Hükümdar, bu notu okuya okuya hiddetini yenmeyi başarırmış. 3- İntikam aldığımız kişinin de bizden intikam alacağını düşünüp bitmeyecek acılara başlamadan son vermek. 4- Öfkeli anda vahşîleşen, çirkinleşen, yırtıcı hayvana benzeyen görüntüsünü düşünüp kendisinin şeref sahibi bir insan olarak yaratıldığını tefekkür ederek insana yakışmayan hallerden uzak durmaya çalışmak… İntikam almaya yönelen: “-Bugün öfkeme hakim olursam, mahşerde de Rabbim bana öfkelenmez ve beni affeder!..” diye düşünmelidir. “-Bu öfke, Allah’ın rızasına uygun bir öfke değil, nefsimin heva ve hevesinden kaynaklanan öfkedir. Nefsi şımartmak, başıma iş açar. En güzeli, nefse pay çıkarmamak!” diyebilmelidir. b- Amel İşleyerek Öfke Kontrolü Amel işlemek sûretiyle öfke ile baş edebilmek ise, hadîs-i şerîflerde belirtilen metotları tatbik etmekle olur: “Eûzü besmele çekmek”, “su ile temasa geçip, abdest almak”, “öfkenin sebep olduğu negatif elektriği toprak ile temasa geçerek üzerimizden atmak”, “daha sakinleştirici pozisyonlara geçmek; ayakta isek oturmak, gerekirse uzanmak vb.”, “ilk öfke anında ağzımıza geleni söylemeyip susmak”, “dua etmek”, “namaz kılmak” sünnete ittiba ederek yapılması gerekli davranışlardır. Çok öfkelendiğini, öfkesi ile çevresindeki insanları çok üzdüğünü bildiren bir mürîdine Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri, bu halin iyi bir hal olmadığını, geceleyin teheccüdden sonra bol bol istiğfara devam etmesini tembihler. Bir yıl kadar sonra o mübareğin yanına gelen mürid, hiç aksatmadan istiğfara devam ettiğini, Allah’ın rahmeti ile bu halin kendisinden kalktığını müjdeler. İnsanı öfkelendiren sebepler % 52 ile engellenmek, % 20.9 ile aşağılık duygusu ve prestij kaygısı, %12.7 ile ailede karşılaşılan güçlükler olarak belirlenmiş olup, önemsenmeme, aşağılanma, keyfî bir tutumla karşılaşma ve saldırıya uğrama da öfke sebepleri olarak belirtilmiştir. İmam Gazalî, kişinin hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler olduğu müddetçe öfkenin de bulunacağını belirtir. Sevdiği şeyler kişinin elinden alındığı, hoşlanmadığı şeyleri yapmaya zorlandığı müddetçe öfke daima var olacaktır. Psikolojide, hayatın 90/10 sırrı vardır. Hayatın %10’u başımıza gelenlerden oluşur. Hayatın % 90’ı ise başımıza gelenlere nasıl davrandığımızla alakalıdır. Meşhur bir hikaye vardır: Adamın iş yerinde o gün önemli bir görüşmesi varmış. Kıyafetini giymiş, kahvaltıya oturmuşken ana sınıfına giden kızı yanlışlıkla üzerine çay döküvermiş. Buraya kadar gelişmeler, bizim kontrolümüz dahilinde olmadığı için engelleme imkanıımız yoktur. Yaşanan bu hadiseden sonraki davranışlarımız ise, bizim kontrolümüzdedir. Adam kızına bağırmaya başlamış. Babasından korkan çocuk, ağlamaya başlamış. Kahvaltısını yapmamış, okul için hazırlanmasına bir türlü izin vermemiş. Çocuk ağlaya ağlaya hırpalanarak giydirilmiş. Evden normal saatten daha geç çıkılmış. Çocuk anasınıfına bırakılmış. Adam işe yetişmek için hız yapmış, bu kez de ceza yemiş. İşe geldiğinde ise öfke aklı örttüğü, yapılması gerekenler akl-ı selîm ile düşünülemediği için evrak çantasının evde unuttuğunu fark etmiş. Akşam eve dönüşte herkes olumsuz düşünceleri akşama kadar büyüttüğü için hadiseler bitmemiş olacak, kaldığı yerden devam etmiş ve kırgınlıklar büyümüş. Şayet, hadise: “-İnsanız, olur bunlar!..” diyerek sükûnetle karşılansaydı, kızımıza da “bir dahaki sefere daha dikkatli olmasını” söyleyip, üzerimizi değiştirmeye gitseydik belki de bu olumsuzlukların hiçbiri olmayacak; eşimiz bize daha çok saygı duyup kızımızın bize güveni ve sevgisi daha da artacaktı. “-Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru sebeple ve doğru şekilde kızmak; işte bu kolay değildir!..” der Sokrat… Öfke, yok edilmesi gereken, her halükarda yıkıcı, zararlı bir duygu değildir. Öfke, tabiî bir duygudur. Önemli olan, bu duygunun altındaki mesajı görüp doğru yönetebilmektir. Öfkenin sebebi, başkalarının davranışları ya da hadiseler değildir. Sorumluluğu alırsak, öfkeyi yönetebiliriz. Problem, dış faktörden kaynaklansa da içimizde öfke ateşini yakan biziz!.. İstesek o ateşi yakmazdık, neden yakıyoruz? Öfkelenince, sağa-sola bağırınca rahatlayacağımızı zannederiz. Öfke vücutta biriken sıkışmış enerji olup, bu enerji dışa aktarıldığı zaman mutlaka ağır tahribat verecek, yepyeni dertlere yol açacaktır. “-Öfkemizi dışa vurursak, başkaları bizden çekinip bizi kullanmaya çalışmaz!” kanaati yanlış bir düşünce şeklidir. Kısa vadede karşımızdakine üstünlük sağlasak da uzun vadede, bizden nefret eden, bizimle olmak istemeyen kişilerin sayısını artırırız. Kimse incinmek istemez, incineceğini bile bile beraberliğe devam etmez. İhtiyacımız olan insanlar etrafımızdan uzaklaşırlar. Öfkesine hakim olan insan, Allah’a çok şükretmelidir. Çünkü öfkeye hakimiyet, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin kişinin üzerinde olduğunun alametidir. Verdikleri sözü tutmadıkları ve içlerinde Hazret-i Hamza’nın da bulunduğu yetmişe yakın sahabenin şehadeti ile neticelenen Uhud Savaşı sonrasında sahabe, Allah Teala’nın ve Rasûlullah Efendimiz’in kendilerine çok öfkelendiğini düşünüp, kederden kedere gark olmuşlardı. Lakin Peygamber Efendimiz, ashabına oldukça yumuşak davranmış, onlara öfkelenmeyip Rabbimizin onları affetmesi için dua etmiş, onları affetmişti. Cenab-ı Hak, al-i İmran Sûresi’nin 159. ayet-i kerîmesinde: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş (idare) hakkında onlarla istişare et. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” buyurmaktadır. Hazret-i Mevlana, Mesnevî’nin 34700. beytinde: “Sen öfke ile yüreklere ateş salmışsan bu zulüm bir ağaca dönüşür, ondan zakkum filizlenir. Cehennem ateşine kaynak olursun.” beyitte ise: “Cehennem ateşini söndürmek, ancak nurla olur. Nûrun ateşimizi söndürdü, müteşekkiriz. Nûrun yokken kendince sabır ve hoşgörü gösteriyorsun. Ateşin söndü zannetme, ateşin canlı ve sadece küllenmiş. Dikkat et, bu bir zorlama, örtbas etmedir. Din nûrundan başkası, ateşi söndürmez. Din nûrunu görmedikçe, hiçbir şeyden emin olma. Çünkü gizli ateş bir gün ortaya çıkar.” buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz’in, Ümmü Seleme Validemize öğrettiği dua dilimizden düşmemeli: “Ey Nebî Muhammed’in Rabbi olan Allah’ım! Günahlarımı bağışla, kalbimin öfkesini gider.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI, 302) amîn.