Nefsi terbiyenin önemi nedir?

Konusu 'Dini bilgiler' forumundadır ve saadet tarafından 15 Ekim 2016 başlatılmıştır.

  1. saadet

    saadet Moderatör Admin

    Nefsi terbiyenin önemi nedir


    Günümüzde toplumun temelini teşkil eden âile yapısındaki ahlâkî tahribat çok daha büyük bir önem arz etmektedir. Nitekim mânevî terbiye eksikliği ve medyanın menfî telkinleri neticesinde âile fertleri arasındaki gönül bağları gitgide zayıflamaktadır. Öyle ki gençler, ilâhî emir gereği kendilerine “öf” bile demenin yasaklandığı anne-baba için hizmet etmeyi bir nîmet değil de külfet olarak görmekte, âile fertlerinin taşkınlıklarını, bilhassa çocukların usandırıcı hırçınlıklarını eritecek fazîlet cevheri olması gereken annelerin gönülleri, bu olgunluğu sergileyememektedir.

    Yine mânevî olgunluktan mahrum nice anneler, gelinlik kızlarını uğurlarken:

    “Aman kızım! Göreyim seni, sakın kendini ezdirme! Kocanı avucunun içine al! Hayatın keyfini çıkar! Bu dünyaya bir daha mı geleceksin!” tarzında hodgâmlık ve bencilliği palazlandıran nâhoş cümlelerle gûyâ nasihat etmektedir. Böylece, eşlerin birbirlerini anlayışla karşılayıp hoş geçinmelerine bağlı olan âile saâdetinin temelleri, ilk günden zedelenmektedir. Neticede sağlıklı toplumların çekirdeği olan âile yuvaları dağılmakta, düzgün bir âile terbiyesinden mahrum kalan çocuklar da sokakların insâfına terk edilmektedir. Böylece toplum, sanki bir sahrâ hastanesine dönüşmektedir.

    İSLÂMÎ EDEP VE TERBİYE

    Hâlbuki daha evvelki nesillerde gençler, İslâmî bir edep ve terbiye ile yetiştirildiğinden; ince, zarif, nâzik, hassas, affedici ve güler yüzlü olmak onların bir tabiat-ı asliyesi hâlinde idi. Bu özellikleriyle anne ve evlâtlar, âyet-i kerîmede ifâde edildiği üzere “göz nûru” olacak vasıflarla müzeyyendi. (el-Furkan, 74) Böylece takvâda, Allâh’a yakınlıkta ve İslâm şahsiyetini temsilde güzel bir misâl olarak, toplumun huzur kaynağını teşkil ediyorlardı.
    Yeni bir yuva kurmak için evden ayrılan genç kızların, büyüklerinden aldıkları nasihatler:

    “Güzel evlâdım! Gelinlikle gireceğin yuvayı saâdetle doldurmalısın. Girdiğin bu kapıdan, ak ve lekesiz bir kefenle ebedî yolculuğuna çıkmalısın!”
    “Büyüklere saygı göster, hürmette kusûr etme; böylece sen de yükselirsin, onların saâdeti sana da ulaşır.”
    “Halı ol, üzerinde kırk tane ayak dolaşsın ki, baş tâcı olasın!”
    “«Ağzından kan damlasa, kızılcık şurubu içtim» diyerek âile içi hâdiseleri kimseyle paylaşmayasın!” cümleleriyle özetlenebilecek bir muhtevâda idi.

    Eşler, kayınpeder ve kayınvâlidelerini anne-babaları olarak telâkkî eder, gelinler görümcelerini ve damatlar da kayınbirâderlerini âdeta kardeş olarak bilirlerdi. Bu fânî cihanda kurdukları âile yuvaları da, yaşadıkları takvâ hayatıyla cennet hazırlığı hâlinde olurdu. Zira onların yegâne örneği, dünyadaki en mes’ut hâne olan, Peygamber Efendimiz’in yuvası idi.

    SAÂDET KOKAN YUVA

    O yuva, dünyanın öyle huzur ve güzellik dolu yuvasıydı ki, günlerce sıcak bir yemek pişmediği hâlde, burcu burcu saâdet kokardı. Üstelik o mukaddes yuvada hanımların odası, ancak başlarını sokacak bir mekândan ibâretti. Ancak o yuvanın en lezzetli rızkı; rızâ, sabır ve teslîmiyetti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âile hayatında uyguladığı terbiye usûlü, onların kalplerini sonsuz bir bağlılık, hürmet ve muhabbetle doldurmuştu.
    Şu bir hakîkattir ki, hiçbir kadın, efendisini; vâlidelerimizin Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan sevgileri derecesinde sevemez. Hiçbir koca da, hanımını; Allah Rasûlü’nün, mübârek hanımlarına olan muhabbeti seviyesinde sevemez. Hiçbir evlât, Hazret-i Fâtıma’nın babasını sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da evlâdını, Allah Rasûlü’nün Hazret-i Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez.

    YUVAYI DİŞİ KUŞ YAPAR

    Hâsılı bir yuvayı huzur ve saâdet içinde devam ettiren yegâne husûsiyet, karşılıklı sevgi, saygı ve mes’ûliyet duygusudur. Ama unutmamalıdır ki, ecdâdımız: “Yuvayı dişi kuş yapar” buyurmuşlardır. Bu bakımdan yuvaya sahip çıkmak hususunda kadın, daha tesirli bir rol üstlenmiştir. Dolayısıyla kadının bu noktada göstereceği firâset (seziş ve kavrayış), gayret ve fedâkârlık, erkeğinkinden daha fazla bir ehemmiyet arz eder.
    Bu hususta günümüz annelerine düşen vazife de, evlâtlarını şu hadîs-i şerîfin muhtevâsına girecek şekilde yetiştirmeye gayret etmektir:

    “Mü’min, başkalarıyla ülfet eder (hoş geçinir) ve kendisiyle ülfet edilir. Kimseyle ülfet etmeyen ve kendisiyle de ülfet edilmeyen kişide hayır yoktur.” (Ahmed, II, 400, V, 335)

    BİRBİRİNİ YIKAYAN İKİ EL

    Zira Rabbimiz; mü’minlerin, birbirini yıkayan iki el gibi olmalarını arzu buyurmaktadır. Birbirini yıkayan iki elden maksat ise, birbirinin maddî-mânevî noksanını telâfî etmek, sevinç veya hüznünü paylaşmak, aşırı istekten sakınmak, derdine ortak olmak, birbirine öğütte bulunmak, kusurlarını affetmek ve husûmeti bertaraf edebilmek için “ben haklıydım, sen haksızdın!” gibi sözlerin üzerine bir şal atarak kardeşliği her hâlükârda yaşatabilmektir.
    İşte İslâm’ın bize telkin ettiği ve bizden istediği yüksek ahlâk, bu hâle sahip olabilmektir.
    Bir şair, gönlün fazîlet bahçesi hâline gelebilmesi için insana şöyle nasihat etmektedir:

    Gökten cevherler yağsa taş yine vermez çiçek
    Toprak ol ki toprakta nice güller bitecek

    Ne mutlu, din kardeşliğini her hâlükârda muhafaza edip yaşatabilen mü’minlere!..
    Cenâb-ı Hak, gönüllerimizi İslâm kardeşliğinin feyz ve rûhâniyeti ile ziynetlendirsin. Cümlemizi, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet günü Arş-ı Âlâ’nın altında gölgelendirilecek olan din kardeşleri zümresine ilhâk eylesin!
    Âmîn…