Nasıl erişilir o yıldızlara?

Konusu 'Manevi Hayatımız' forumundadır ve Lasey tarafından 27 Ekim 2017 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    NASIL ERİŞİLİR O YILDIZLARA?

    Biliriz ki sahabi efendilerimiz peygamberlerden sonra en faziletli, en üstün insanlardır. Peygamberimiz’i [sallallanu aleyhi vesellem] göremeyen en faziletli insan dahi onların seviyesine erişemez. Gerçek bu olsa bile, nefsi tembel|iğe çağırırcasına, “Biz sahabiler gibi olamayız” düşüncesiyle imanın, amelin, ahlakın özüne ulaşma gayretin? den el etek çekmek gibi bir sorumsuzluğa kapılamayız. Zira Resülullah Efendimiz; onlara uyun, uyarsanız hidayeti bulursunuz diyorsa, bizlere de bu nasihate koşulsuz sahip çıkmak düşer. Belki Asr-ı saadet’in imanla küfür arasındaki savaşlarını yaşamıyoruz, iman ettiğimiz için aç ve susuz bırakılmıyoruz, eziyet görmüyoruz ama bu çağın başka hastalıklarına, dışarıdan bilindik haliyle savaş gibi görünmeyen baskılarına, anlayışlarına maruz kalıyoruz. Bu noktadan baktığımızda, hala, “O ne derse doğrudur” diyen Hz. Ebü Bekir’in [radıyallahu anh] sadakatine, Peygamberimiz’in “Faruk” ismini layık gördüğü HZ Ömer [radıyallahu anh] gibi hak ve batılı ayırmaya ve adaletli olmaya, Hz. Osman’ın [radıyallahu anh] sahip olduğu ilim ve haya ile yükselmeye, “ilmin kapısı” diye övülen Hz. Ali [radlyallahu anh] gibi ilim ehillerine ihtiyacımız var.

    Peygamberimiz’den sonra din ve 'devlet işlerinde insanlara doğru yolu gösteren ve çoğunlukla Hulefa-yi Raşidîn diye anılan bu sahabe-i kiram efendilerimiz, üstünlükleriyle sahabenin en önde olanlarıdır. Benzer anlayış ve yaklaşımı muhacir ve ensar için de göstermek mümkün. Zira onların içindede mallarını, evlerini, yakınlarını terkedip, zulümden aydınlığa gönül hoşluğuyla koşmanın fedakarlığını gösterenler gibi, bu fedakarlığa aynı fedakarlıkla kucak açan ensar vardı.

    Doğrusu, ashab-ı kiramın hayatlarına göz gezdirdiğimizde hangisinden bahsedeceğini şaşırıyor insan. Her biri fazilet sahibi olmakla birlikte kiminde bazı özellikler adeta zirve yapmıştı. Mesela cömertliğiyle “Talhatü'l-Cüd" denilen Talha b. Ubeydullah, küfür karşısındaki cesaretiyle Peygamberimiz’in, “Anam babam sana feda olsun ey Zübeyr” iltifatına mazhar olan Zübeyr b. Avvam, komşuluk hakkına riayette titiz davranan Abdullah b. Amr, Kur’an-ı Kerim'i iyi bilmesiyle öne çıkan Zeyd b. Sabit, fakir olduğu halde topladığı zekatlardan kendi adına menfaat sağlamayan Muaz b. Cebel, valilik gibi bir dünya makamına rağmen Hz. Ömer’in, “Dünya seni değiştiremedi” iltifatına nail olan Ebü Ubeyde b. Cerrah ilk anda aklımıza gelenler [radıyallahu anhüm]...

    Hasılı, Peygamber Efendimiz ve ashab-ı kiram ile taçlanan saadet asrının aksine; makam-mevki sevdasının, maddiyatın, imanî ve amelî zaafların hakim olduğu, istek ve tutkuların putlaştırıldığı bir zamanın havasını soluyoruz. Aleyhimize işleyen bu halleri, sahabi efendilerimizin imanî esaslardaki teslimiyetini, amel ve ibadetteki gayretlerini, ahlakta ve insanlarla ilişkilerindeki anlayışlarını ve yaşantılarını örnek alarak lehimize döndürmek mümkün. Cahiliye döneminin insanları nasıl Resülullah’ın izine basıp, onun ahlakı ile ahlaklanmış ise, bizlere de Resülullah Efendimiz’in ve yarenlerinin izinden gitmek düşer. Zira İmam Malik’in [rahmetullahi aleyh] ifade ettiği gibi, “Bu ümmetin başı nasıl ıslah olduysa, sonu da ancak öyle ıslah olur.”