Namazın önemi Namaz kılmamanın cezası çok büyüktür. Hadîs-i şerîfte, “Bir namazı, özürsüz olarak vaktinden sonra kılan, seksen hukbe Cehennemde yanacaktır” buyuruldu. Bir hukbe seksen senedir. Her senesi üçyüzaltmış gündür. Her günü, seksen dünya senesidir. Kazaya kalan namazı kılacak kadar vakitlerin herbiri geçtikçe, bu bir namazın günahı kat kat artar. Ya birkaç namaz olursa, cezası çok çetin olur. Her ne pahasına olursa olsun, kılmadığımız veya kılamadığımız namazlarımızı bir an önce, kaza etmek ve affı için tevbe etmek, çok yalvarmak lazımdır. Namaz kılmayanın, Allahü tealanın büyüklüğü karşısında titremesi, erimesi lazımdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Namazı özürsüz kılmayan kimseye, Allahü teala onbeş sıkıntı verir. Bunlardan altısı dünyada, üçü ölüm zamanında, üçü kabirde, üçü kabirden kalkarkendir. Dünyada olan altı azap: 1- Namaz kılmayanın ömründe bereket olmaz. 2- Allahü tealanın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendine kalmaz. 3- Hiçbir iyiliğine sevap verilmez. 4- Duaları kabûl olmaz. 5- Onu kimse sevmez. 6- Müslümanların birbirlerine yaptıkları iyi dualarının buna faidesi olmaz. Ölürken çekeceği azaplar: 1- Zelîl, kötü, çirkin can verir. 2- Aç olarak ölür. 3- Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür. Mezarda çekeceği acılar: 1- Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer. 2- Kabri Cehennem ateşi ile doldurulur. Gece, gündüz onu yakar. Cehennem ateşi dünya ateşine benzemez. 3- Allahü teala, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına benzemez. Hergün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz. Kıyamette çekeceği azaplar: 1- Cehenneme sürükleyen azap melekleri yanından ayrılmaz. 2- Allahü teala, onu kızgın olarak karşılar. 3- Hesabı çok çetin olup, Cehenneme atılır.) Namaz kılmayanın ömründe, bereket olmaz. Ömründe, hayır ve menfaat görmez. Ömrü çeşitli hastalıklarla, sıkıntılarla geçer. Ma'nevî huzûru olmaz. Sahip olduğu dünyalıklar onu rûhî sıkıntıdan kurtaramaz. Namaz kılmamakla işlediği bu büyük günahı anlayan, bunun şuuruna geç de olsa eren kimsenin derhal tevbe edip, namazlarını kaza etmesi lazımdır. Cenab-ı Hak kullarına karşı çok merhametlidir. Günahları affetmeyi çok sever. Tekrar tekrar, kafirlerin ve müslümanların dünyada iken yapacakları tevbeleri kabûl edeceğini bildirmiştir. Namaz kılmayanların tevbelerinin kabûl olması için de namazlarını kaza etmeleri, kaza etmeye kesinlikle niyet edip, kaza kılmaya başlamaları lazımdır. Bunun gibi, insanların haklarına tecavüz etmiş olanların da, önce bu hakları ödemeleri lazımdır. Kul hakkı çok önemlidir. Namazları da cema'atle kılmalıdır. Cema'atten birinin namazı kabûl olursa, onun hürmetine diğerlerinin de namazı kabûl olur. Ayrıca, kimin Cenab-ı Hakkın sevgili kulu olduğu bilinmez. Cema'atin içinde, Allahü tealanın sevgili bir kulu varsa, onun yüzü suyu hürmetine diğerlerinin namazları kabûl olur. Namaz kötülüklerden korur ! Namaz insanları, çirkin, kötü ve yasak olan şeylerden men eder, korur. Namazını dosdoğru eda eden mü'minlerin felah bulacakları ayet-i kerîmede bildirilmiştir. Evliyanın büyüklerinden Fudayl bin Iyad hazretleri, önceleri Merv ve Ebyurd şehirleri arasında eşkıyalık yapardı. Sahranın tenha bir yerinde çadırını kurar, eşkıya reisi olduğu için kendisi içerde otururdu. Arkadaşları yoldan geçen kervanları soyarlar, ele geçirdikleri malların hepsini getirip, Fudayl bin Iyad'a teslim ederlerdi. O da getirilen malları arkadaşlarına taksim ederdi. Hayret edilecek bir husustur ki, eşkıyalık yaptığı halde, namaza çok önem verirdi. Kendisi namazını hiç terk etmediği gibi, namaz kılmıyan hizmetçilerini de yanından kovardı. Bir gün büyük bir kervan geldi. Fudayl bin Iyad'ın arkadaşları kervanı farkedince yolunu kesmek üzere hazırlanmağa başladılar. Kervan içinde bulunan zengin birisi, eşkıyaları farketti ve "Altınlarımı öyle bir yere saklıyayım ki, eşkıyalar eşyalarımızı alırsa hiç olmazsa geriye bunlar kalsın" düşüncesiyle kervandan ayrılıp uygun bir yer aramaya başladı. Bir çadır gördü, hemen oraya koştu. Orada, birisinin, hem de ta'dil-i erkan üzere, şartlarına uygun olarak, çok düzgün bir şekilde namaz kıldığını gördü... Sevindi, kendi kendine: "Namaz kıldığına göre güvenilir biridir. Altınları buna gönül rahatlığı ile emanet bırakabilirim" diye söyledi. Selam vermesini bekledi. Sonra: - Bir miktar altınım var, size emanet etmek istiyorum, dedi. Fudayl bin Iyad, çadırın bir köşesini işaret edip: - Oraya bırak! diye cevap verdi. Gelen kimse altınları bırakıp kervanın yanına dönünce, eşkıyaların, kervandaki eşyaları alıp götürdüklerini gördü. Biraz sonra kervan hareket edecekti. Hareketten önce koşup emanet bıraktığı altınları almak için çadıra vardı. Baktı ki, biraz önce kervanı soyan eşkıyalar kervandan aldıkları malları, altınları, emanet olarak bıraktığı kimsenin önüne koymuşlar. O da bunları taksim ediyor. Adam şaşırdı: - Demek altınları eşkıyaların reisine vermişim, deyip üzüntü ile geri dönmek istedi. Bu arada Fudayl seslendi: - Niçin gelmiştin, niçin dönüp gidiyorsun? - Emanet bıraktığım altınları almak için gelmiştim. Fakat, yanlış iş yapmışım... - Altınlarını, bıraktığın yerden al, biz emanete hıyanet etmeyiz. Adam şaşkınlık ve sevinç içinde, altınları koyduğu yerden alıp kervana koştu. Fudayl'ın adamları: - Biz hiç para bulamadık, sen ise bunları geri veriyorsun, dediler. Fudayl bin Iyad dedi ki: - O bana hüsn-i zan etti. Altınları emanet etti. Ben o kimsenin, benim hakkımdaki iyi niyyetini doğru çıkardım. Ola ki, Allahü teala da benim kendisi hakkındaki hüsn-i zannımı doğru çıkarır. Altınlarını emanet olarak bıraktığı kimse, çadırdan uzaklaşırken, Ankebût sûresinin "Elbette namaz insanı, çirkin ve dinin yasak ettiği şeylerden alıkoyar" mealindeki ayet-i kerîmesini hatırladı. Sonra, Fudayl bin Iyad'a, hidayete kavuşması için hayır dua etti. Az zaman sonra da, Fudayl bin Iyad'a tevbe etmek nasip oldu. Adamları ile beraber tevbe etti. Aldığı malları fazlasıyla sahiplerine geri verdi. Herkes ile helallaştı. Samimi tevbesi onu, Allahın sevgili kulları arasına soktu. Daha sonra birçok kerametleri görüldü. Önce borçlar sonra nafileler! Nafile ibadetlerin sevabına kavuşabilmek için, îmanda ve farzlarda kusûr olmamak ve günahlara tevbe etmek ve ibadet olarak yapmağa niyyet etmek şartdır. Farz borcu olanın, sünnetleri, nafileleri kabul olmaz. Abdülkadir-i Geylanînin hazretleri “Fütûhulgayb” kitabının ve bunun, Abdülhak Dehlevî, farisî şerhinin, Hindistan baskısı, ikiyüzyetmişdördüncü sahîfede, Hz. Alî aşağıdaki hadîs-i şerîfi haber verdi: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, “Farz namazı kılmamış olanın nafile namazları kılması, vakti temam olmuş hamile kadına benzer. Çocuğu olacağı günlerde, çocuğu düşürür, aldırır. Çocuğu yok olduğu için, bu kadına, hamile denemez. Ana da denemez. Bu kimse de böyledir. Farz namazlarını ödemedikce, Allahü teala, nafile namazlarını kabûl etmez”. Büyük alim, hadîs-i şerîf mütehassısı Abdülhak Dehlevî hazretleri, bu kitabı farisî şerh ederken buyuruyor ki, “Bu hadîs-i şerîf, farz borclarını kaza etmeyip de, sünnetleri ve nafileleri kılanların, boş yere uğraşdıklarını bildirmekdedir. Çünkü, farz ve vacib olmıyan namazlara nafile namaz denir. Farzlarla birlikde kılınan nafilelere (Müekked sünnet) namazlar denir. Farzla birlikde kılınması bildirilmiyenlere (Zevaid sünnet) namazları denir”. Farz namazın önemi ile ilgili hadis-i şeriflerde buyurdu ki: “Kıyamet günü, îmandan sonra, ilk sual namazdan olacaktır” “Allahü teala buyuracak ki, “Ey kulum, namaz hesabının altından kalkarsan, kurtuluş senindir. Öteki hesapları kolaylaştırırım!”. “Bir namazı, bilerek, özürsüz kılmıyan kimse, bir hukbe Cehennemde kalacaktır!” (Bir hukbe seksen senedir.) Dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mütehassıs olan S. Abdülhakim Arvasî hazretleri, “Yıllarca kaza borcu olan, sünnetleri kılarken, kaza namazına niyet ederek kılmalıdır. Böyle niyet etmek, dört mezhepte de gerekir. Hanefî mezhebinde, namazı özürsüz kazaya bırakmak ekber-i kebairdir. Bu çok büyük günah, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince, bir misli artmaktadır. Çünkü, namazı boş zamanlarda hemen kaza etmek de farzdır. Hesaba, sayıya sığmıyan bu müdhiş günahtan ve azabından kurtulmak için, sabah namazından başka dört vakit namazın sünnetlerini ve Cuma namazlarının ilk, son ve vakit sünnetlerini kılarken, kılınmamış farz namazını ve yatsının son sünnetini kılarken vitr namazını kaza etmeye niyet ederek kılmalıdır. Böyle olduğunu isbat eden delîller, Hanefî alimlerinin kitaplarında pek çoktur. Sünnetleri kaza niyetiyle kılmak için, öğle namazının ilk dört rekat sünnetini kılarken, ilk kazaya kalmış öğlenin farzını niyet ederek, kaza kılmalıdır. Öğlenin son sünnetini kılarken, ilk kazaya kalmış sabahın farzını niyet ederek, kaza kılmalıdır. İkindinin sünnetini kılarken, ikindi farzını niyet ederek, kaza kılmalıdır. Akşamın sünnetini kılarken, üç rekat akşam farzını niyet ederek, kaza kılmalıdır. Yatsının ilk sünnetini kılarken, yatsı farzını ve son sünnetini kılarken de, ilk kazaya kalmış vitri niyet ederek üç rekat olarak, kaza etmelidir. Böylece her gün bir günlük kaza ödenir. Teravîh namazlarını kılarken de, kaza niyet ederek, kaza kılmalıdır. Kaç senelik kaza namazı varsa, buna, o kadar sene devam etmelidir. Kazalar bitince, yine sünnetleri kılmaya başlamalıdır” buyuruyor.