Namazın önemi nedir? Dinin Direği, imanın Nuru,Müminlerin Miracı İnsan hayatı, kainatın yaratıcısına ulaşmak yolunda hakikat arayışının tezahürleriyle doludur. Bu tezahürler, onun fıtratında meknuz olan iman ve ibadet etme temayülünün tabii bir neticesidir. Öyle ki Hakk ve hakikatten mahrum kalanların, bu fıtri temayülü teskin yolunda aciz bir faniye, hatta bir hayvana tapmaya varacak kadar akıl ve mantık dışı nice garip ve abes mecralara sürüklendikleri, dünden bugüne müşahede edilegelen aşikar gerçeklerdir. Bu da gösteriyor ki: "İnsanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım." ifadesinin bir tecellisi olduğu için insan, daima kulluğu yaşayabilme sırrına vazgeçilmez bir ihtiyaç halindedir. Dolayısıyla o, bu fıtri temayülü insanlık şeref ve haysiyetine layık bir şekilde yönlendirebildiği ölçüde seadet ve selamete ulaşır. Çünkü insan, kudret-i ilahiyyenin binbir nakışı ile müzeyyen olan bu alemde ilahi san'atın zirvesini teşkil etsin diye yaratılmış ve bu yaratılışın vicdani bir neticesi olarak Rabbini tekrim ve ibadetle mükellef kılınmıştır. O derecede ki, insana verilen bütün üstün hususiyet ve mertebeler bu mükellefiyetini yerine getirmesine bağlanmış ve ayet-i kerimede: "(Ey Rasulüm!) De ki: Kulluk ve yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?!." buyurulmuştur. İşte bu cümleden olarak Cenab-ı Hakk, pek çok ayet-i kerimede insanın ebedi hüsrandan kurtuluşu için imandan sonra amel-i salih sahibi olmasının zaruretini beyan buyurur. Bu itibarla Rabbin yüce huzuruna kalb-i selim ile çıkabilmeyi gaye edinen mü'minler, amel-i salih denilen ibadetlerin ulvi pınarlarına gönüllerini teslim eder ve vuslat deryasına doğru yol alırlar. Kulu bu şekilde Mevla'nın vuslat deryasına götüren ibadet pınarlarının en büyüğü ve ehemmiyetli olanı da hiç şüphesiz namaz ibadetidir. Zira namaz, şümul, muhteva ve rütbe bakımından bütün ibadetlerin zirvesi ve özü durumundadır. Kainattaki bütün varlıklar; güneş, çayır, çemen, ağaçlar, zikir halindedir. Saf halinde uçan kuşlar, dağlar, taşlar, keyfiyeti bizce meçhul bir tesbihat ile Hakk'a kulluk ederler. Nebatatın ibadeti, kıyam halinde; hayvanatınki, rüku halinde; cansız addedilenlerinki de yere kapanmış vaziyyette, yani secde halindedir. Sema ehlinin durumları da böyledir. Melaikenin bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükuda, bir kısmı secdede, bir kısmı da tesbih ve tehlil halindedir. Ancak Yüce Allah'ın mü'minlere bir mi'rac olarak ikram ettiği namaz ibadeti ise, bütün bu ibadetleri cami bir muhtevadadır. Dolayısıyla gerçek musalliler (namaz kılanlar), yerde ve gökte bütün varlıkların yapmış olduğu ibadetlerin cümlesine şamil bir ibadet yapmış olarak hesapsız mükafat ve deruni tecellilere nail olurlar. Bunun içindir ki namaz, Allah'a vuslat mertebesidir ve ümmete küçük bir mi'rac olarak ikram edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de "Secde et ve yaklaş!" (el-Alak, 19) buyurulduğu vechile Rabbin huzuruna çıkabilme nimeti de, namazla elde edilir. Gerçek namazda bütün masiva aradan çıkar, dünyevi her şey silinir. Kul ile ma'bud, buluşma meclisinde beraber olur. Çünkü namaz, mi'racdaki buluşmanın ardından Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-'e Cebrail'siz bir şekilde farz kılınmış ve böylece araya hiçbir vasıta koymadan sırf Allah ile halvet olabilmeye hasredilmiştir. Bu halvette daima o mi'racdaki ve halini yaşayan Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem-: "Namaz, gözümün nurudur." (Nesai, Ahmed bin Hanbel) buyurmuşlardır. Namazla kazanılacak kemalat, huzur, sükun, itmi'nan ve kurbiyyet, hiçbir ibadetle kazanılamaz. Dünyada namazın rütbesi, ahırette Cenab-ı Hakk'ı görmenin rütbesi gibidir. Zira dünyada kulların Allah'a en yakın olduğu an, namaz anlarıdır. En ince lezzetler ve manevi tecelliler, namazdadır. Denilebilir ki bütün ibadetler, adeta kulu namaza hazırlamak için birer basamak mesabesindedir. Bunun içindir ki Hazret-i Peygamber'in ifadesi ile namaz: "Dinin direği, iman ve kalbin nuru, seadetin anahtarı, mü'minlerin mi'racı" olarak tavsif buyurulmuştur. Ayette buyurulan: "Beni zikrediniz, ta ki ben de sizi zikredeyim!.." (el-Bakara, 152) sırrı, diğer ibadetlerden ziyade namazda gerçekleşir. Ancak kulun bu sırdan layıkıyla istifade edebilmesi: "İhsan, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmendir! Sen O'nu göremiyorsan da O, seni görüyor ya!.." hadisinde beyan buyurulan "ihsan" halinde bulunmasına bağlıdır. Namaza benzeyen hiçbir ibadet yoktur. Namaz kılan kimse, namazdan başka hiçbir şeyle meşgul olamaz. Namaz onu, her türlü alakadan keser. Hakk ile başbaşa tarifsiz bir vuslat yaşatır. Diğer ibadetlerde durum böyle değildir. Mesela oruçlu kimse, pazarda müşteri de olur, satıcı da_ Hac eden de keza böyledir. Ama musalli, ne satıcı olur, ne de alıcı_ O, sadece musallidir. Yani maddesi ve manası da, huzur-i ilahidedir. Kamil mü'minler: (en-Nisa, 103) beyanı vechile ömür boyu günde beş kere yapılan itaat ve mücahede tatbikatı yanında nafilelerle de olgunlaşa olgunlaşa nihayet Rabbimizin "İrcii ila Rabbik!" (Rabbine dön!) emri mucibince rahmet ve sonsuz ihsanlarına intikal ile faziletli kullar arasına karışıp daru's-selam'a, yani seadet yurduna nail olurlar. Dosdoğru kılınan namaz, mü'mini nefsani temayüllerin girdabına düşmekten kurtaran, vecd halini yaşatan çok faziletli bir ibadettir. ayet-i kerimede buyurulur: "Namazı devam üzere kıl! Gerçekten namaz, fahşadan, yani çirkinlik, edebsizlik, fuhşiyyat ve münkerden; aklın ve dinin beğenmeyeceği uygunsuzluk ve günahtan meneder." (el- Ankebut 45) Namazın kötülüklerden alıkoyması, hem namazdan evvel, hem namaz esnasında, hem de namazdan sonrasını ihtiva eder. Eğer namaz kılan kimsede böyle bir muhafaza görülmüyorsa, o gerçek manada musalli değildir. Böylelerinin namazları hakkında Allah Rasulü buyurur: "Kim bir namaz kılar da, o namaz kendisini açık ve gizli kötülüklerden alıkoymazsa, ancak Allah'a karşı uzaklığını artırmış olur." Bu sebeple namazda dikkat edilmesi gereken en ehemmiyetli husus, hiç şüphesiz huşu halidir. Namazın zahiri tarafını "fıkıh" tanzim eder. Fıkıhsız bir namaz mümkün değildir. Ancak huşudan uzak, darmadağınık bir kalb ile de namaz muteber olamaz. Dolayısıyla namazın zahirini tanzim eden fıkhi kaideler, kalb alemini tezyin eden manevi kaidelerle bir araya geldiğinde ancak muteber ve makbul bir namaz kılınabilir. Bahaeddin Nakşibend -kuddise sirruh-'a sordular: "-Bir kul, namazda nasıl huşua erer?" O da cevaben: "-Dört şeyle, buyurdular: 1. Helal lokma, 2. Abdest sırasında gafletten uzak durmak, 3. İlk tekbiri alırken kendini huzurda bilmek, 4. Namaz dışında da Hakk'ı asla unutmamak." adab ve erkandan uzak bir gönülle, yani iblisin işgal ettiği bir kalb ile kılınan namaz ise, adeta kulun yüzüne çarpılacak bir günah paçavrası hükmündedir. ayette buyurulur: "Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar, gösteriş yapanlardır; hayra da mani olurlar." (el-Maun, 4-7) O halde kim ki, ta'dil-i erkan ile namaz kılmaz, huzur-i ilahide olduğundan habersiz olur ve aklı fikri ticaretinde veya başka başka dünyevi meşgalelerle dolu bulunursa, o asla musalli değildir. Onun kıldığı namaz dünyada kalır, ahırette hiçbir faydası olmaz. Namazın hakikatini idrak eden gönüller ise, onu gözlerinin nuru haline getirirler. Namaza durduklarında bu fani alemden sıyrılıp çıkar ve ahıret aleminin vuslat mekanına nail olurlar. Araya dünyevi bir akis ve hayal perdesi girmez. Onlar, doğrudan doğruya ruhaniyetin haz ve lezzeti içindedirler. aişe -radıyallahu anha- buyururlar: "Zaman zaman Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem- namaza durduğunda yüreğinden kazan kaynaması gibi ses gelirdi. Ezan okunduğu vakit Allah'ın huzuruna çıkacağı için etrafındakileri tanımaz hale gelirdi!.." (Ebu Davud, Salat, 157; Nesai, Sehv, 18) Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem-'in namazlarındaki bu hal, yıldızlardaki ölçülerdir. Ne kadar yaklaşabilirsek, o kadar feyiz-yab oluruz. Dolayısıyla namazlarında arzu edilen mükemmelliğe ulaşamamış olanlar, bu hale bakıp ümidsiz olmamalı ve yollarına devam etmelidirler. Nasıl bir gram altına ulaşmak için tonlarca toprak elenirse, namazın mükemmeline ulaşabilmek için de velev sathi ve taklidi mahiyette de olsa sabır ve sebatla devam etmek lazımdır. Bunun için de şu hadis-i şerifi yaşamak zaruridir: "Namaza durduğunda sanki son namazın gibi kıl! Yarın pişman olacağın şeyi söyleme; insanların (gafilane) arzu ettiklerine arzu duymağı bırak!" (İbn-i Mace, Zühd, 15) Hazret-i Ali, namaza durduğunda beti benzi sararır, kendi vücudu dahil her şeyden sıyrılırdı. Bir muharebede mübarek ayağına batan oku, kendi arzusu üzerine namaz esnasında çıkardıklarında bunun farkında dahi olmamıştı. Hatem-i Esam, namazın hakkıyla edası hakkında şöyle der: "Evvela namaz için gerekli hazırlığı en güzel şekilde yerine getir. Kabe'yi iki kaşının arasına, sırat'ı ayaklarının altına, cenneti sağına, cehennemi soluna al! Arkanda Azrail'in, senin tatlı canını almak için beklediğini tefekkür ile diyerek korku ve ümid halinde Cenab-ı Rabbü'l-alemin'in huzuruna dur! Tahkik ile tekbir al! Ağır ağır ve manasını düşünerek Kur'an oku! Tevazu ile ruku, huşu ile secde eyle! Bedenin, namazın tabii erkanına devam etsin, ancak ruhun daima secde halinde kalsın ve o vuslattan bir nefes ayrılmasın!.." Hazret-i Mevlana da musalliye şöyle seslenir: "Aklını başına al da namazdan yalnız zahiren değil, manen de istifadeye bak! Tane toplayan bir kuş gibi Allah'ın azametinden habersiz bir şekilde sadece başını yere koyup kaldırma!.. Hazret-i Peygamber'in: beyanına kulak ver!.." "Namazı hulus-i kalb ile kılarak bambaşka alemlerde yaşayan ve müşahede-i mahbub ile ağlayan, yalvarıp yakaran bir musallinin namazı, öyle makbul ve kıymetlidir ki, Allah ona (buyur kulum!) diye nida eyler." Hadis-i şerifte buyurulur: "Kim ki abdestini güzelce alır, namazını vaktinde kılar, ruku ve secdesini tamamlar, huşuuna riayet eylerse, (namazı) beyaz ve parlak (bir nur) gibi yükselir ve (namaz kılana): diye seslenir. Kim de abdestini güzel almaz, namazı vaktinde kılmaz, ruku, secde ve huşuuna riayet etmezse, (namazı) siyah ve karanlık (bir cisim) olarak yükselir ve: der. Ta ki, Allah Teala'nın dilediği yere gittikten sonra bir paçavra gibi dürülür ve adamın suratına çarpılır." (Taberani) Yine hadis-i şerifte buyurulur: "İki kişi, aynı zaman ve mekanda iki rek'at namaz kılarlar, (ancak) aralarındaki fark, yer ile gök arası kadardır." (İhya) Bu itibarla ayet-i kerimede gerçek mü'minlerin namazlarını muhafaza eden, namazlarının hakkına riayet eden kimseler olduğu beyan buyurulur: "Onlar namazlarını muhafaza edici olurlar." (el-Mearic, 34) Ayrıca yine aynı surenin 23. ayet-i kerimesinde de şöyle buyurulur: "Onlar namazda daimdirler." Hazret-i Mevlana, bu ayete işari mana vererek: "Kul namazdaki halini namazdan sonra da muhafaza eder. Böylece bütün bir ömrünü, edeb, huşu, dilini ve gönlünü muhafaza içerisinde geçirir. Bu, gerçek aşıkların, Hakk dostlarının halidir..." buyurur ve şunları söyler: "Bize doğru yolu gösteren, bizi kötülüklerden alıkoyan namaz, beş vakitte kılınır. Halbuki aşıklar daima namazdadırlar. Zira aşıkların gönüllerindeki aşk ve ciğerlerini yakıp kavuran o ilahi muhabbet, ne beş vakitle yatışır, ne de beş yüz bin vakitle geçip gider!.." Namazın abdest gibi temizliklerle başlaması, hayati ve fıtri güzelliklerle de içiçe olduğunu gösterir. Böylece kul, madden ve manen tertemiz olur. Kısaca; Maddi bakımdan namaz; insan vücudunun namazda iç ve dış hareketlerde bulunması ve zamanlara hakim olması, hayatta nizam üzere yaşama temrinlerini teşkil eder. Manevi olarak namaz; ilahi huzurda bulunma hali, tefekkür etme, korku zamanında teselli, neş'e zamanında lezzet teşkil etme, ruhaniyete destek verme, kalb neş'eleri getirme, imanı koruma, ilahi ünsiyetin artması gibi feyz ve bereketlerle doludur. İctimai güzellikleri bakımından namaz; cemaatleşme, tanışma, ünsiyet, ülfet, iman ve kardeşlik bağlarının takviye olmasına vesiledir. Ruhani tecellileri bakımından namaz; ilahi huzura çıkabilmenin kazandırdığı ihlas, his ve kalb sükuneti, rikkat, muhabbet, tevazu gibi güzelliklerle gönül alemini manevi bir bahar iklimine götürmedir. Burada şunu ifade etmelidir ki, namaz için beşeri manada hiçbir mazeret geçerli değildir! Erkekler, harplerde dahi münavebeli olarak namaz kılarlar. Kadınlar için de, mazeret hallerinden başka mazeret yoktur. Namaz için en mühim hususlardan biri de, onun vaktinde kılınmasıdır. Hazret-i Peygamber buyurur: "Namaz vakitleri gelince hemen kılanlardan Allah Teala razı olur. Vakitlerin sonunda kılanları da afveder." Namazda teslimiyyet vardır. Onun içindir ki, nefse giran gelir. Yalnız bu kadarı dahi, İslam'ın hak ve namazın mutlak bir ibadet olduğunu göstermeye kafidir. Diğer taraftan namaz, dinin direği olma vasfıyla mü'min ile kafiri ayıran bir fark vasfını taşır. Öyle ki, mü'minler en büyük ve en ağır imtihanı namazları hususunda vereceklerdir. Hadis-i şerifte buyurulur: "Kıyamet gününde kişinin ilk hesabı namaz olacaktır. Namazı iyi netice veren kurtulacak; namaz tarafı bozuk olan mahrumiyet ve azaplara duçar olacaktır." Ebu Bekir Sıddik -radıyallahü anh-, namaz vakitleri geldiğinde etrafındakilere şöyle derdi: "Ey insanlar! Kalkınız! Günah işleyerek yaktığınız cehennem ateşini namaz ile söndürünüz!" Namaz mevzuunda en mühim noktalardan biri de, farz namazların cemaatle kılınmasıdır. Namazın cemaat ile kılınması vacip hükmünde müekked bir sünnettir. Şiar-ı ümmettir. Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- vefatına yakın son günlerin dışında cemaati hiçbir zaman terk etmemiştir. Cemaatin zaruretini ifade eden şu hadise, çok calib-i dikkattir: ama bir sahabi olan İbnu Ümmi Mektum, cemaate devam hususunda Hazret-i Peygamber'den izin alabilmek için: "-Ey Allah'ın Rasulü! Benim durumumu biliyorsun; evimle mescid arasında ağaçlar, hurmalar var! Her zaman rehber de bulamıyorum!" dedi. Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-: "-Ezanı işitiyor musun?" diye sordu. "-Evet!" deyince: "-Öyleyse cemaate gel; emekleyerek de olsa_" buyurdular. (İ. Canan, Kütüb-i Sitte VIII, 256) Namaz, dünyada birçok musibet ve felaketlere karşı, ahırette de cehennem ateşine karşı bir kalkandır. Allah Teala buyurur: "Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin!.." (el-Bakara, 153) Farzların dışında vacib, sünnet ve müstehab cinsinden birçok namazların mevcudiyeti de işte bu sır dolayısıyladır. Salih mü'minler, farzlara ilaveten yolculuğa çıkarken, korku anlarında, bir hacetleri oldukları vakit, gece vakitlerinde ve sair zamanlarda Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem-'in ahlak-ı hamidesine riayeten namaz kılarlar. Onlar: "Sima ve alametlerinde, yüzlerinde secde eseri zahirdir." ayetiyle tavsif edilenler zümresindendir. Namaz, onlar için doyulmaz bir heyecandır. Nitekim nafileler, bu doyumsuz halin devamı içindir. Bilhassa Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-, hiçbir günahı olmadığı halde geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılar, saatlerce yorgun düşünceye kadar Kur'an okurlardı. Dolayısıyla ne farz namazlar nafileye, ne de nafileler farz namazlara bir mani teşkil eder. Mühim olan, hepsini yerli yerince edaya gayrettir. Hazret-i aişe -radıyallahü anha- buyurur: "Ben Rasulullah'ın duha namazı kıldığını bir kere gördüm. Bir daha hayat boyu onu terketmedim." Nafile namazların en değerlisi ve kıymetlisi ise gece kılınan teheccüd namazıdır. Allah Rasulü -sallallahü aleyhi ve sellem- bu hususta buyururlar: "Farz namazlardan sonra en faziletli namazlar, gece kılınan namazlardır." "Geceleyin kılınan iki rek'atlık namaz, insanoğlu için dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır. Ümmetime zor gelmese, iki rek'at gece namazını üzerlerine farz kılardım." Cenab-ı Hakk, ayet-i kerimede ilahi azabdan muhafaza olunarak cennete ve nimetlerine nail olanların vasıflarını sayarken şöyle buyurur: "Onlar, geceleri az uyuyanlardı. Seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi." (Zariyat, 17-18) Şakik-i Belhi buyurur: Beş şeyi aradık, beş yerde bulduk: 1. Rızkın bereketini kuşluk namazında, 2. Kabrin ışığını teheccüd namazında, 3. Münker-nekir suallerinin cevabını Kur'an-ı Kerim okumakta, 4. Sırat köprüsünü kolayca geçmeyi oruç ve sadakada, 5. Arşın gölgesini yalnızlık içinde Allah -celle celalühu-'yu zikretmekte (halvet). Cenab-ı Hakk bir hadis-i kudsisinde şöyle buyurur: "Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. (Bununla birlikte) kulum, bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, neticede muhabbetime nail olur..." (Buhari, Rikak, 38) Bilhassa rahmet, mağfiret ve bereketi bizi kuşatan Ramazan-ı Şerif, mü'min gönülleri Allah'ın muhabbetine nail eyleyecek amel-i salihler mevsimidir. Hazret-i aişe -radıyallahü anha- buyurur: "Rasulullah Ramazan ayında, diğer aylardan görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha şiddetli bir gayrete geçerdi." Nitekim hadis-i şerifte buyurulur: "Kim Ramazan gecesini, sevabına inanarak ve bunu elde etmek niyetiyle namazlaihya ederse, geçmiş günahları afvedilir." Bu namazla ihyanın başında da hiç şüphesiz teravih namazları gelmektedir. Ancak yirmi rek'at olduğu vechile diğer namazlara nazaran edasında ta'dil-i erkandan uzaklaşma gafletine düşmemelidir. Bunları da diğer namazlar gibi adabına riayetle kılmak ve maddi-manevi gafletten kaçınmak zaruridir. Ya Rabb! Namazlarımızı, gerçek mana ve hikmetiyle eda edilen ve bir mi'rac mahiyetiyle senin ulvi vuslat ve müşaheden ile şereflenen namazlardan eyle! Namazlarımız, gözlerimizin nuru, gönüllerimizin her iki cihanda da süruru olsun! Allahım! Hayatımızı Ramazan-ı Şerif bereketiyle doldurup fani dünyaya veda anımızı da vuslatla ikliminde yaşanan gerçek bir bayram sabahı eyle! amin!..