Mekke’nin Fethi Hicretin sekiz'inci yılı Şaban ayında, Benî Bekir kabîlesi, Peygamberimiz(s.a.v) himâyesinde bulunan Huzâa kabîlesine ansızın bir gece baskını yaptı. Esâsen iki kabîle arasında öteden beri düşmanlık vardı. Bu baskında Benî Bekir, Kureyşten yardım ve teşvik görmüş, hatta İkrime, Safvân ve Süheyl.. gibi ileri gelen bir kısım Kureyş gençleri baskında bizzat bulunmuşlardı. Baskın sonunda Huzâalılardan yirmiüç kişi ölmüş, sağ kalanlar Harem-i Şerîf'e sığınarak kurtulabilmişlerdi. Bu olay üzerine Huzâalılar, kırk kişilik bir toplulukla Medine'ye geldiler. Ardı ardına yaşanan zaferler neticesinde Mekke, Hudeybiye’nin bir müjdesi olarak af, sulh, emniyet ve hidâyetin içiçe olduğu rûhânî bir fetihle aslî sahiplerine, yâni ciğerpârelerine sînesini açtı. Iztırap, zulüm ve meşakkatlerle dolu Mekke hasreti sona erdi. Yılların hüznü, sürûra inkılâb etti. Allâh’ın bu büyük nîmetine şükrâne olarak târihin en büyük affı sergilendi. Bunun neticesinde vaktiyle birçok müslümanı katletmiş olan zâlim ve cânîler bile, hidâyet şerefine erdiler. Bu sırada Ensâr-ı güzîn, Peygamberimiz(s.a.v) kendi memleketi, vatanı ve doğduğu yer olan Mekke’yi fethetmesi sebebiyle aralarında: Yüce Allah Peygamberimiz(s.a.v) Mekke’nin fethini nasîb etti. Artık O, Mekke’de kalır, Medîne’ye dönmez!..diye hayıflanmaya başladılar. Ensâr, sadece kendi aralarında bu şekilde konuşmalarına rağmen, Allah Peygamberimiz(s.a.v) onların düşüncelerini kendilerine haber verdi. Mahcûb olup konuştuklarını îtirâf ettiler. Bunun üzerine Peygamberimiz(s.a.v) Ensâr’a: –Ey Ensâr! Böyle bir şey yapmaktan Allâh’a sığınırım! Ben sizin memleketinize hicret ettim. Hayâtım da ölümüm de sizinle olacaktır…buyurarak kâ’bına varılmaz bir vefâ örneği sergiledi. Ardından tekrar Medîne-i Münevvere’ye döndü.