Mazharı Canı Canan Hz Hayatı Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu göstererek hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen âlim ve velîlerin meşhûrlarındandır. İsmi, Şemseddîn Habîbullah'tır. Babası Mirzâ Cân'dır. Onun ismine izâfeten Cân-ı Cânân denilmiştir. 1699 (H.1111) veya 1701 (H.1113) senesinde Ramazân-ı şerîfin on birinde Cumâ günü doğdu. 1781 (H.1195) şehid edildi. Mübarek; güler yüzlü, siyah sakallı idi. Çok celalliydi... Mürşitleri olan Seyyid Nur Muhammed Hazretlerini on sekiz yaşında tanıdılar. 4 yıl. ve bu yıllar sonunda tam 22 yaşında gençlik ateşinin ortasında mürşidinin en ileri halifesi oldular. Aynı zamanda bu yolun lider kadrosundan... Üstadının vefatından sonra altı sene Şeyh Gülşeni, 12 sene Şeyh Muhammed Efdal ve Hafız Sa'dullah, sekiz sene Muhammed Abid-i Senami'nin (KS) sohbetlerinde bulunarak, Müceddidiye yolunun mertebe ve derecelerinde en yüksek yere ulaştı. Kadiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye yollarından da icazet aldı. 0 zaman irşat makamına oturup, temiz kalbinden fışkıran Muhammedi feyzleri ve nurları, Müceddid usulü ile cihana yaymaya başladı. Meclisi ve sohbeti, alimlerin, amirlerin, velilerin, herkesin, havassın avamın sığınağı oldu. Ceddi, ileri gelen devlet adamlarından olup, Teymuriyye sultanlarına yakınlıkları vardı. Babası Mirza Can, mevki ve makamı terk edip, fakirliği ve kanaati tercih etti. Servetini Allah için fakirlere dağıttı. Kızının nikahı için ayırdığı yirmi beş bin rub'iyye miktarındaki altını, bir dostunun şiddetli bir sıkıntıda olduğunu işitince, tamamen ona hediye etti. Babası, memleketinde, merhameti, üstün ahlakı, insani meziyetlerinin üstünlüğü ile tanınmış bir zattı. Seyyid Abdullah Dehlevi'nin Kuddise sirrihu mürşidi oldu... Hadis alimlerinden olan Şah-ı Dehlevi şöyle diyor:"Allah (CC) bize sahih keşifler ihsan etti. Bu zamanda hiçbir yerde Mazharı Canı Canan'ın benzeri yoktur, makamlarda İlerlemek isteyen, O'nun hizmetine gelsin..." Seyyid Gulâm Ali (Abdullah-ı Dehlevî) hazretleri anlatır: "Bir gün Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin sohbetinde bulunuyordum. İhtiyâr bir adam gelip; "Şeyhin şöhreti Rahmânî mi, yoksa değil mi? Onu anlamağa geldim." dedi. Bu küstahça söz karşısında, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri son derece müteessir oldu ve öfkelenerek o ihtiyâra, keskin ve dik dik baktı. O esnâda ihtiyâr yere düşüp çırpınmağa başladı. Sonra; "Tövbe ettim. Allah için beni affet." diye yalvardı. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, Allahüteâlânın ismi araya girince, kalktı ve ihtiyârın kolundan tutarak kaldırdı. İhtiyâr hemen düzeldi." Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri kemâl derecede zühd ve tevekkül sâhibiydi. Dünyâdan ve dünyâya düşkün olanlardan son derece sakınırdı. Kendisine verilmek istenen hediyeleri kabûl etmezdi. Kabûl ettiği çok nâdir olurdu. Zamânın pâdişâhı Muhammed Şâh, vezîri Kameruddîn Hân ile Mirzâ Cân-ı Cânân'a haber gönderip, şöyle dedi: "Allahü teâlâ bize öyle bir mülk verdi ki, hatırlarından her ne geçerse hediye olarak göndeririz, yeter ki istesinler." Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri bu teklif üzerine şu cevâbı verdi: "Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "...Onlara şöyle de; dünyânın metâı pek azdır..." (Nisâ sûresi: 77) buyurarak dünyânın yedi iklimindeki mal ve mülkün az bir şey olduğunu bildirdi. Az bir şey olan bu yedi iklimden biri de Hindistan olup, o da senin elinde bulunmaktadır. Bunun kıymeti nedir ki? Büyüklerin himmetinin esâsı ise, ondan uzak durmaktır." Yine o havâlinin devlet adamlarından biri, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri için bir dergâh yaptırdı ve bütün dervişlerin ihtiyâcını da karşılıyacağını bildirerek kabûl etmeleri için arzetti. Fakat Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri kabûletmedi ve; "Bizim için her yer birdir. Allahü teâlânın indinde herkesin rızkı takdir edilmiştir. Vakti gelince herkes rızkına kavuşur. Dervişlerin hazînesi sabır ve kanâat olup, bu kâfidir." buyurdu.