Kalesi, zamanların zamanına bakarcasına gözlüyor Afyonkarahisar’ın yayıldığı devasa vadiyi. Hitit çağını bugüne ve yarına taşıyor gibi. Frig Vadisi’nde yapıtlar verenlerden beri mermerle ve haşhaşla anıldı adı. Oraya "Anadolu’nun Kilidi" dendi. Kurtuluş Savaşı’nın son ve belirleyici sahnesi burada, Kocatepe’de başladı. Atlas, kurtuluş mücadelesinin başlamasının 100’üncü yılında o topraklardaydı. Nazım Hikmet’in Kuva-i Milliye Destanı’ndaki bu dizeleri, hem Kurtuluş Savaşı için şimdiye dek yazılmış bu en büyük yapıtın nasıl sahne sahne oluştuğunun, sözlerle nasıl resimler yaratılabildiğinin bir göstergesidir; hem de edebiyatla, Afyon kenti arasında o güne dek kurulmuş en somut, gerçekçi bir bağdan söz etmemizi sağlamaktadır. Zira usta şair, “Kağnılar gidiyor Akşehir üstünden / Afyon’a doğru / Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti...” dediği şiirinde, bu bölgede kristalize olmuş yaşamı son taarruzun başkomutanı Mustafa Kemal’den yoksul, ama umutsuz olmayan erlere; cephede ve yaşamsal her yerdeki kadınlardan asker kaçaklarına; hatta öküzlerin zamanı ve zamansızlığına kadar sağlam bir film şeridi gibi çizmiştir. Dahası haşhaşından Akarçay Deresi’ne, tarihi köprülerinden demiryoluna dek Afyonkarahisar’ın birçok özelliğini kare kare fotoğraflar halinde vermiş; Afyon’la Akşehir, Konya hattının şiirden, lakin sahici bir haritasını çıkarmıştır... Afyonluları tanımak Afyon denince akla gelen ilk nesne elbette ki kente adını da veren haşhaştır... Lakin, sütünden ilaç da, uyuşturucu da yapılan bu bitkiye gündelik yaşamda ne dendiğini ben kentin yaşayan bilgelerinden biriyle, 87 yaşını deviren Nuri Demirayak’la selamlaşınca öğrendim. “Nasılsınız” diye sorunca, “Haşgeş gibi” diye yanıtladı. Anlamaz anlamaz bakışlarımı görünce benim, “biz, birisinin Afyonlu olduğunu, biraz da deyimlerinden, şakalaşmalarından anlarız” dedi. İyi de bu “haşgeş” ne demek? “Afyonlular, haşhaşa, “haşgeş” der. Haşhaşın sütünden rahatlık, uyku veren ağrı kesiciler elde edilir ya, “haşgeş gibiyim” dendiğinde rahatım, huzurum yerinde denir...” Konuştuğum insan, kentin eski belediye başkanı (1977-83 yılları), üstelik salt politikacı olarak değil, yaptığı işler nedeniyle (PTT Yapı Kısım Amirliği, Devlet Su İşleri Kontrol Şefliği, SEKA Kontrol Şefliği ve Afyon Şeker Fabrikası Kontrol Şefliği ilk akla gelenler) kentin neredeyse yarım yüzyıllık bütün ekonomisini, girdisini çıktısını biliyor. “Afyon zor gelişen bir kent. Örneğin, Çanakkale’de bir savaş, zafer turizmi vardır, bu kente kazandıran bir şeydir. Burası da Büyük Taarruz’un merkezi bir yer ama... Biz kendi kendimize, törenler yapar, çalıp söyleriz. Giderek baz şeyler yoluna giriyor. Kentin yeni yöneticileri, daha atak, cesur. Biz yoksul zamanlardaydık. Üstelik benim başkanlığımda bir de 12 Eylül askeri darbesi geldi. Ben de onlarla anlaşamadım...” Afyon’a “Afiyan” dendiğini garson Süleyman’dan öğrendim... Çünkü “Afiyan salatası, şimdilerde pek yapılmaz, oysa hoştur, yemekle insanın gönlünü de şenlendirir.” Yeraltından sanata Son yıllarda Afyonkarahisar deyince, sucuk, lokum ve kaymak gibi mutfağa ilişkin üç ürün öne çıkıyor. Ben yediğini içtiğini anlatmaktan hazzetmeyen biriyim. Ancak şu kadarını söyleyebilirim; kent hem yöre mutfağının özelliklerini taşıyor, hem de kendine has zengin bir yeme kültürü yaratmış. Yani bu üç ürünün çok, ama çok ötesi var. Ancak örneğin “kaymak” denince Afyon’u iyi bilenler salt manda sütüyle üretilmiş o enfes yiyeceği değil, literatüre “Afyon Kaymak” diye girmiş süt beyaz o harikulade mermer cinsini de düşünürler ki, aslında kentin mermerle ilişkisi çok daha derin, daha büyüleyici... Dahası Afyon Kaymak bölgenin tek mermer cinsi değildir. Büyük mimar Apollodorus, İmparator Traian’ın (İS 107) isteğiyle Roma’da Quirinal Tepesi’nin doğu yamaçlarında bir pazar yeri kurmaya giriştiğinde, bu işi yapabilmesi için, o zamanın Roma mimarları arasında “Phryg (Frig) Mermeri” diye ünlenmiş o kütlelere ihtiyacı olduğunu biliyordu. O günkü taşıma yöntemlerini anlatmak uzun satırlar şemalar, rakamlar gerektirir, ama o kütleler Roma’ya taşınmış ve mimar, sütunların en büyüklerini, çarşı meydanını süsleyen pek çok dükkânı bu mermer blokları işleyerek yapmış. Derler ki bu mermerler, Roma’da ve Konstantinapolis’te, örneğin Ayasofya’da, yalnızca imparatorların yaptırdığı eserlerde kullanılırdı. O çağlarda bu mermer, doğduğu toprakların adıyla da bilinirdi: “Docimium.” Bu ocakların bir kısmı bugün de kullanılıyor. Nerede mi? Afyon Ankara karayolu üzerinde İscehisar ilçesinin girişinden başlayıp Bahçecik Köyü’nün öte yüzüne kadar damar damar, göz göz uzanıyor. Afyon Müzesi Müdürü Mevlüt Üyümez, o tadına doyum olmaz sohbetten sonra müzeyi gezerken Apameia Lahti’nin dar yüzeyindeki Medusa başını ve çelengi gösterdikten sonra ekliyor: “Şimdi çelengin altından sarkan kabartıya bakın.” Bakıyorum. Bir yumru gibi... “O işte haşhaşın kapsül halidir. 2’nci yüzyılın ilk çeyreğine (180, Septimus Severus) ait.