Kur’an-ı Kerim,Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v)'e 23 senede ve bölümler hâlinde, vahiy yoluyla indirilmiştir. Vahiy sözlükte (hızlı ve gizli işaret etmek, gizlice söz söylemek, ilham) manalarına gelir. Terim olarak ise “Yüce Allah’ın bir emir, hüküm ya da bilgiyi doğrudan yada elçi vasıtasıyla peygamberine bildirmesi” diye tanımlanır. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e indirilmiş olan vahiyler, vahiy kâtiplerine yazdırılmak, ibadette okunmak vede ezberlenmek suretiyle korunmuştur. Bu korunma yöntemleri Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) sonra güçlenerek devam etmiştir. Bugüne kadar yaşanan 15 asırlık İslam tarihinin bütün dönemlerinde yüz binlerce hafız tarafından bu mukaddes metin ezberlenmiş, milyonlarca Müslüman tarafından 5 vakit namazda ve namaz dışında okunmuş vede sayısız defa yazıya geçirilmiş, hatta binlerce meal ve tefsir çalışması yapılmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v) vefatından sonra Kur’an’ı bir araya getirme işlemi tamamlandı vede toplanan nüshaya Mushaf adı verildi. Ashabın onayının da alınmasından sonra bu Mushaf, Halife Ebu Bekir’e teslim edildi. Onun vefatından sonra, Hz. Ömer’e, onun da vefatını müteakip de Hz. Ömer’in vasiyeti üzerine kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa’ya intikal etti. Kur’an’ın ilk inen ayetleri Alak suresinin ilk 5 ayetidir. Bundan sonra yaklaşık 23 senel içerisinde Kur’an bölüm bölüm indirilerek tamamlanmıştır. Onun bölüm bölüm indirilmesi, anlaşılmasını ve uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Kur’an ayetleri indirilirken hem ezberleniyor hem de yazılıyordu. Sahabeler, inen ayetleri öğrenmek ve ezberlemek için büyük gayret gösteriyordu. Ayrıca namazda da Kur’an’dan belli bölümler okunması gerekiyordu. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) inen her ayeti vahiy kâtipleri olarak bilinen kişilere yazdırmış ve kontrol etmiştir. Kur’an ayetleri başta papirüs, deri, beyaz yassı taş gibi çeşitli yazı malzemelerine yazılmıştır. Cebrail, her sene ramazan ayında o zamana kadar inen ayetleri Peygamberimize okumuş, daha sonra da Peygamberimiz Cebrail’e okumuştur. Bu uygulama Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v) vefatından önceki ramazan ayında iki defa tekrar etmiştir. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in sağlığında hem sözlü hem de yazılı metotla tam ve sağlam olarak tespit edilip korumaya alınmakla beraber, yazılan ayet ve surelerin tamamı bir araya getirilerek kitap şeklini almış değildi. Çünkü Peygamberimiz hayatta olduğu sürece vahiy devam etmekteydi. Vahyin tamamlanmasıyla onun vefatı arasında geçen zaman da oldukça kısa olmuştur. Bu sebeple böyle bir girişimde bulunulmamış ve esasen buna ihtiyaç da duyulmamıştır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra yapılan savaşlarda şehit olan Müslümanlar arasında çok sayıda Kur’an hafızı da bulunuyordu. İşte bu durum Hz. Ömer’i telaşlandırdı. O, başka savaşlarda da aynı sonucun doğabileceğini, hafızların azalmasıyla da Kur’an’a zarar gelebileceğini düşünerek Halife Hz. Ebubekir’ebaşvurdu ve Kur’an’ın bir kitap hâlinde bir araya getirilmesini önerdi. Halife Hz. Ebu Bekir, Peygamberimizin başkâtibi durumunda olan Zeyd b. Sabit başkanlığında bir komisyon kurarak Kur’an’ı bir kitap hâlinde toplamalarını emretti. Müslümanlara çağrıda bulunularak ellerindeki nüshaları getirmeleri istendi. Ancak getirilen ayet ve surelerin kabul edilebilmesi için bunların getiren tarafından ezberlenmiş olması, Hz. Peygamber’in huzurunda yazılmış bulunması ve bunun da en az iki şahitle ispat edilmesi şartları arandı. Bir sene kadar süren ciddi bir çalışmadan sonra Kur’an’ı bir araya getirme işlemi tamamlandı ve toplanan nüshaya Mushaf adı verildi.