Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Kur’an-ı Kerim’in ilk öğrencisi ve insanlar arasındaki ilk muallimi, yani öğretmenidir. O, Cebrail -aleyhisselam-’ın Hira Mağarası’nda başlayan eğitimine muhatap olmuş ve bu eğitim, yirmi üç sene sürmüştür. Kur’an’ın bu manadaki ilk muallimi, meleklerin en büyüğü; talebesi de insanların en seçkin ve şereflisidir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’i öğrenip öğretmek, dünyada yapılacak en hayırlı iştir. Peygamber Efendimiz de böyle buyurmamış mı? “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” Çünkü Kur’an-ı Kerim, insanların dünya ve ahiret saadetine giden yolu gösterir. İnsanları zulümden takvaya, karanlıklardan aydınlığa, zulumattan nûra ulaştırır. O, Allah’ın yeryüzüne indirmiş olduğu sapasağlam bir ipi (hablullahu’l-metin), insanları Allah’a ulaştıracak emin bir kılavuz ve en sağlam kulp (urvetu’l-vuska)’dır. Kur’an-ı Kerim’i bu şekilde gören Ashab-ı Kiram, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden hep birlikte Kur’an talebesi olmak için yarışmışlardır. Her gün inen ayetleri takip etmişler, ezberlemeye ve hayatlarına tatbik etmeye çalışmışlardır. Onlar, Kur’an-ı Kerim’i ve hadis-i şerifleri, hayatlarının merkezine almışlardır. Onunla sevinmiş, onunla hüzünlenmiş, onunla savaşa gitmiş, onunla hastalarına şifa ummuş, adeta onunla yatıp onunla kalkmışlardır. Hatta mehir olmak üzere, maddi bir şeyler talep etmek yerine müstakbel kocalarının Kur’an-ı Kerim’den sureler ezberlemesini şart koşan hanımlar ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın en değerli muallimlerinden olan Abdullah ibni Mes’ud -radıyallahu anh- kendisinden ilim öğrenmek için gelen talebelerine bir ayet okutup öğretir ve: “-Bu ayet, üzerinde güneşin doğup battığı şu yeryüzündeki her şeyden daha önemlidir.” diye sıkı sıkı tenbih ederdi. Talebelerinin naklettiğine göre, İbn-i Mes’ud bu sözünü, her ayet için söylerdi. O, böylece her bir ayete ayrı ayrı ihtimam göstererek Kur’an ayetlerini gönüllere işlemiştir. Ashab-ı Kiram, Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in, “Fatiha Sûresi’nde her hastalığına şifa vardır.” buyurduğunu duyunca, buna bütün kalpleri ile inanmışlar ve maddi tedaviden aciz kaldıkları her hastalığa bunu okumuşlar, bereketini de görmüşlerdir. Kur’an-ı Kerim’in her ayeti, başlı başına bir hidayet pınarı, sır ve hikmet kaynağıdır. Her bir kelime, her bir harf Yüce Rabbimizden indirildiği için Kur’an-ı Kerim’i okumak, Allah Teala ile konuşmak demektir. Kur’an’ın her bir ayetini okumaya ayrı ayrı sevap vardır. Peygamber Efendimiz: “Her kim Kur’an-ı Kerim’den bir harf okursa ona on sevap vardır. Dikkat ediniz, ben «Elif Lam Mim» bir harftir, demiyorum. Elif bir harftir, Lam bir harftir, Mim bir harftir.” buyurmuştur. O halde Kur’an-ı Kerim’i gerek yüzüne, gerekse ezber olarak; ister Arapça metni ile, isterse tefsirlerinden okumaya, anlamaya ve hayatımıza tatbik etmeye çalışmalıyız. Kur’an-ı Kerim’i ahirette lehimize şehadet eden bir şahit kılmalıyız; aleyhimize şahitlik eden değil!.. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, onu yüz üstü bırakıp ihmal eden millet seviyesine düşmemeliyiz. ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Peygamber der ki: «Ey Rabbim! Kavmim, bu Kur’an’ı büsbütün terk ettiler.” (el-Furkan, 30) Rabbim, Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla okuyan, anlayan, anlatan, yaşayan, yaşatan kulları arasına bizleri de dahil eylesin. Kur’an-ı Kerim’i hayatımızı aydınlatan bir rehber, kabrimizi aydınlatan bir nûr, sıratta refakat edecek bir arkadaş eylesin. amin.