İSRA SURESİ (سورةالإسراء) Kur’an-ı Kerim’in on yedinci suresi. Mekke döneminde indirilen son surelerden biri olup Kasas suresinden sonra nazil olmuştur. Adını, Hz. Peygamber’in Mekke’den Kudüs’e götürülüşünden bahseden ilk ayetindeki “gece yürüyüşü” anlamına gelen isra kelimesinden alır. Ayrıca Sübhan ve İsrailoğulları’na yer verilmesi sebebiyle Beni İsrail suresi olarak da adlandırılmıştır. ayet sayısı ihtilaflı olmakla birlikte çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre 111 olup fasılası ا، ر harfleridir. İsra suresini beş bölümde ele almak mümkündür. Birinci bölümde (ayet 1-22) hicretten yaklaşık bir yıl önce meydana gelen İsra hadisesinden bahsedilerek Allah’ın, bazı nişan ve alametlerini göstermek üzere kulunu (Hz. Muhammed) bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdüğü ifade edilmektedir (bk. Mİ‘RAC). Bu bölümde daha sonra İsrailoğulları’nın çıkardıkları iki karışıklığa ve başlarına gelen felaketlere işaret edilir. Kaynaklarda, İsrailoğulları’nın fesat dönemleri olarak nitelendirilen bu olaylardan ilkinin kendilerine gönderilen peygamberlerden İşaya’yı öldürmeleri ya da Yeramya’yı hapsetmeleri, ikincisinin de Hz. Yahya’yı öldürmeleri ve Hz. isa’yı öldürmeye karar vermeleri olduğu nakledilmektedir (Şevkani, III, 209). Bu ayetlerde, Mekkeli müşriklere İsrailoğulları’nın başına gelen olaylardan ders almaları uyarısında bulunulmakla birlikte Kur’an’daki kıssaların genel anlatımına uygun olarak bütün insanların ibret almaları amacının gözetildiği de söylenebilir. Aynı bölümde kişinin hayrı istediği gibi şerri de istediği, her insanın yaptığı işlerin kıyamet gününde açık bir kitap olarak önüne konulacağı, hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceği, Allah’ın bir şehri helak etmek istediğinde oranın ileri gelenlerine kötü işler yapmalarını emrederek o beldeyi helak edeceği, dünya ve ahireti isteyenlerin karşılıklarını bulacakları ifade edilir. alimlerin çoğunluğu 16. ayetin, Allah’ın helak etmek istediği şehrin ileri gelenlerine bizzat kötülük yapmalarını değil kendisine itaat etmelerini emrettiği ve onların da bu emre karşı gelerek kötülük işledikleri şeklinde anlaşılması gerektiği görüşündedir (Fahreddin er-Razi, XX, 162). Surenin ikinci bölümünde (ayet 23-39) yalnız Allah’a kulluk etme, anaya babaya iyi davranma, akrabaya, yoksullara ve yolda kalmışlara haklarını verme, cimrilikten ve israftan kaçınma üzerinde durularak bu hususlara uymayanların kınanacakları belirtilmiş, toplumda bu ilkelere uyulduğu takdirde yardımlaşma ve kardeşlik duygularının gelişerek güven ve huzurun sağlanacağına dikkat çekilmiştir. Bu bölümde ayrıca fakirlik korkusuyla çocukların öldürülmemesi, zinadan kaçınılması, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıyılmaması, haksızlıkla öldürülen kimsenin velisinin de aşırılığa kaçıp hukuk dışına çıkmaması, yetim malına yaklaşılmaması, ölçü ve tartıda hile yapılmaması, kişinin bilmediği şeyin ardına düşmemesi ve yeryüzünde kibirle yürünmemesi gerektiği ifade edilerek bunların Allah katında hoş görülmeyen davranışlardan olduğu bildirilmiştir. ayetlerde, toplum ahlakına zarar verecek davranışların ortadan kaldırılması hedeflenerek geçim darlığı endişesiyle çocukları öldürme ve öç almak için ölünün yakınlarının katilin yakınlarını da öldürmeleri geleneğine karşı çıkılmış, böylece toplumda can güvenliğinin sağlanmasına yönelik esaslar konulmuştur. Bu emir ve yasakların Tevrat’ta yer alan on emirle paralellik arzetmesi Kur’an’ın Tevrat’ı doğruladığına işaret etmekte olup İbn Abbas’ın bu on sekiz ayetin (ayet 23-40) Hz. Musa’nın levhalarında da bulunduğunu söylediği nakledilmiştir (a.g.e., XX, 214). Üçüncü bölüm (ayet 40-60) tevhid inancına vurgu yapan ifadelerle başlar. Allah’a kız evlat isnat edenler ve O’na başka ilahları ortak koşanlar kınanır. Daha sonra göklerde ve yerde olan her şeyin Allah’ı tesbih ettiği vurgulanmış ve Hz. Peygamber’e hitap edilerek Kur’an okuduğu zaman kendisiyle inanmayanlar arasına gizli bir perde çekildiği, kalplerine onu anlamalarına engel olacak kılıflar, kulaklarına da ağırlık konulduğu, Allah anıldığında onların arkalarını dönüp gittikleri ve Resul-i Ekrem’i büyülenmiş kabul ettikleri belirtilmiştir. Ayrıca burada, inanmayanların öldükten sonra tekrar dirilme konusunda sordukları sorulara cevap verilmiştir. Dördüncü bölümde (ayet 61-87), İblis’in adem’e secde etmekten yüz çevirip Allah’ın emrine karşı gelmesi ve insanları Allah’a imandan vazgeçirme çabası anlatılarak onun salih kullara dokunamayacağı vurgulanır. Tehlike anında yalnızca Allah’a yalvaran, tehlike geçtiğinde Allah’tan yüz çeviren insanlar kınanarak Allah’ın kendilerine tekrar musibet vermesinden emin olamayacakları ifade edilir. Bu bölümde ayrıca müşriklerin Allah’a davet hususunda Hz. Peygamber’i kandırmaya uğraştıkları, fakat Allah’ın buna engel olduğu belirtilir. Daha sonraki ayetlerde, Resulullah’ın inanmayanların inatlarından dolayı üzülmemesi için teselli edildiği dikkat çekmektedir. Bu bölümde Hz. Peygamber’e ruh hakkında bir soru sorulduğu, cevap olarak da ruhu ancak Allah’ın bileceği ve bu konuda insanlara çok az bilgi verildiği ifade edilir. Beşinci bölümde (ayet 88-111), bütün insanlar ve cinlerin bir araya gelseler bile Kur’an’ın benzerini ortaya koyamayacakları kesin bir dille vurgulanmış, Hz. Peygamber’in müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderildiği, kendilerine ilim verilenlerin Allah’ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapandıkları ve Kur’an’ı dinlemenin saygılarını arttırdığı belirtilmiştir. Surenin son ayetlerinde Allah için samimi olma ve yalnız O’na yönelme hususu üzerinde önemle durulmuştur. Resulullah’ın her gece İsra ve Zümer surelerini okuduğu (Müsned, VI, 68, 122; Tirmizi, “Şevabü’l-Ķurǿan”, 21; Nesai, es-Sünen, VI, 444), Abdullah b. Mes‘ud’un da bu sure ile bundan sonra gelen Kehf, Meryem, Taha ve Enbiya sureleri için, “Bunlar ilk gelen surelerden ve benim Mekke’de ezberleyip öğrendiğim ilk surelerdendir” dediği (Buhari, “Tefsir”, 17/1, 21; “Feżaǿilü’l-Ķurǿan”, 6) rivayet edilmiştir. Diğer taraftan Hz. Peygamber’den nakledilen, “Beni İsrail suresini okuyup ana baba zikredildiğinde kalbi yumuşayan kimse için cennette bir kantar ağırlığında altın vardır” şeklindeki rivayetin (Zemahşeri, II, 471) sahih olmadığı anlaşılmaktadır (Muhammed et-Trablusi, I, 976). İbn Akīle, İsra suresinin ilk ayetini es-Sırrü’l-esra fi maǾna sübĥanelleźi es-ra adıyla tefsir etmiş olup eserin bir nüshası Darü’l-kütübi’l-Mısriyye’dedir (Fihristü’l-kütübi’l-ǾArabiyye, VII/2, s. 591). Kemal Muhammed el-Mehdi’nin Eđvaǿ fi tefsiri sureti’l-İsraǿ (Kahire 1987) Seyyid Muhammed Ali en-Nimr’in Suretü’l-İsraǿ ve’l-ehdaf elleti termi ileyha’sı (Cidde 1988) ve Abdülaziz Kamil’in Veśaya sureti’l-İsraǿ fi tekvini’l-ferd ve’l-müctemaǾ (Küveyt 1990) adlı eserleri de İsra suresi üzerine yapılmış müstakil çalışmalardan bazılarıdır. Vefa bint Abdullah b. Abdülaziz ez-Züaki es-Sülukü’l-insani fi sureti’l-İsraǿ adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1997, Camiatü Melik Suud [Riyad]).