İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI Türkler bilinen en eski dönemlerden beri, Asya kıtasının kuzeyinde Sibirya adı verilen bölgenin başlangıcı ile güneyinde Himalaya dağlarının başladığı yere kadar genişleyen topraklarda yaşamışlardır. Bu sınırlar, batıda Ural dağlarına, doğuda ise Çin Seddi’ne kadar uzanır. Bu topraklar üzerinde boylar halinde yaşayan Türkler, zaman zaman boyların birleşmesiyle büyük devletler kurmuşlardır. Sakalar, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, bu büyük devletlerin en önemlileridir. Bilinen en eski dönemlerden, İslâmiyet’in sosyal yaşamı ve edebi eserleri etkilediği kabul edilen XI. Yüzyıla kadar geçen zaman içinde oluşan sözlü ve yazılı eserlerin bulunduğu döneme İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı diyoruz. Bir milletin dili, yaşadığı coğrafya, yaşam tarzı, dini inanışı, kültürel yapısı edebi devrelerin gelişiminde ve incelenmesinde büyük bir rol oynar. Bu açıdan bu dönem ürünlerinin daha sağlıklı anlaşılması ancak dönemin sosyal ve kültürel yapısının irdelenmesiyle mümkündür. A.Sözlü Dönem(Destan Dönemi) Sözlü edebiyat, tarihin bilinmeyen zamanlarında başlamış ve 8. yüzyıla kadar devam etmiştir. Aslında 8. yüzyıldan sonra da bu geleneğin uzantılarının yazlı edebiyatın yaygınlaşmasına kadar devam ettiği düşünülebilir. Sözlü edebiyat döneminin en önemli türü şiirdir. Şiir, yüzyıllar boyunca sazla birlikte söylenmiş, edebi anlatımların kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlamıştır. Bu gelenek yazılı edebiyatın yanında, İslamiyet’ten sonra da devam ederek Âşık Edebiyatı geleneğini oluşturmuştur. Bu dönem eserleri sözlü olarak verilen destan, sagu, sav ve koşuklardan oluşmuştur. Sav Söyleyeni belli olmayan savlar insanların hayatları boyunca edindikleri bilgi ve deneyimleri anlatan özlü sözlerdir. Nesilden nesile aktarılarak geldiği için özü korunur, fakat sözleri günün şartlarına uydurulur. Savlara bu gün atasözü veya deyim adı verilir. Hafızada kolayca kalması için genellikle şiir şeklinde oluşturulmuştur. Şiir şeklinde olmayanlar ise secilidir. Atasözleri, toplumların olgunluk seviyesini gösteren önemli belgelerden sayılır. Türk atasözleri gerek sayı olarak gerekse taşıdıkları anlam çeşitliliği bakımından oldukça zengindir. Savları dikkate incelediğimizde, kelimelerin anlamlarına baktığımızda Türkçenin söz inceliklerini ve sanatlarını ortaya koyan özlü ifadeler olduğunu görürüz: Aç ne yimes, tok ne times. (Aç ne yemez, tok ne demez) Ermegüye bulut yük olur. (Tembele bulut yük olur.) Sagu Yuğ adı verilen cenaze törenlerinde birinin ölümü üzerine yakılan ağıtları içeren şiirlerdir. Kopuz eşliğinde söylenir. Eski Türklerde ölünün ardından, bir kişinin üzüntüsünü göstermek için saçlarını çözüp elbisesini yırtarak ağlaması bir gelenektir. Hakanlar öldüğü zaman ise yuğ adı verilen yas törenleri düzenlenir, bu törenlerde ozanlar, sıgıtçı adı verilen ağıtçılar güzel sözler söyleyerek ölen kişiyi öven şiirler söylerdi. İslamiyet öncesi dönemden elimizde olan en önemli sagu, Alp Er Tunga sagusudur. Sagunun tamamı dokuz dörtlüktür. Ünlü dil bilginimiz Kaşgarlı Mahmut tarafından derlenmiştir. Koşuk Halk edebiyatındaki koşmanın ilk şeklidir. Hece ölçüsüyle ve dörtlüklerle yazılan lirik şiirlerdir. Dörtlükler kendi içinde kafiyelidir. Sığır adı verilen kutsal av törenlerinde ve şölen adı verilen ziyafetlerde, savaş sonrası kutlamalarda söylenen sevda, kahramanlık ve doğa temini işleyen lirik şiirlerdir. Bu şiirin ilk örneklerine Kaşgarlı Mahmut’un Divanı Lügatit Türk adlı eserinde yer verilmiştir. Çeşitli Türk boylarının dilinde koşuk anlamına gelen ya da anlamca ona çok yaklaşan sözcükler yer almıştır. Altay Türkçesinde “ kojon” (şarkı, türkü), Uygurlar arasında “takşut, takmak”, Divan u Lügatit Türk’te “ır” , “yır” ve “küğ”, en eski Uygur metinlerinde ise Sanskritçenin etkisiyle kullanılan “şlok” ve “padak” gibi sözcüklerin hemen hemen hepsinin anlamı “ koşuk” terimi ile özdeştir. Destanlar Bir milletin bilinmeyen zamanlarda ortaya çıkardığı sözlü eserlerdir. Olağanüstü olayları, kişileri konu alan şiir öykü nitelikli mitolojik ürünlerdir. Yiğitlik, kahramanlık, savaşlar, barışlar, önemli şahsiyetlerin başından geçen olaylar, büyük felaketlerin anlatıldığı nazım nesir karışık uzun metinlerdir. Destanlar, insanoğlunun ilkel çağlarına özgü düşünme, evreni yorumlama, imgeleme özelliklerini yansıtır. Oluşumları göçebe ya da feodal dönemlerde gerçekleşse de, tarih öncesi dönemin inanışını içerir. Destanlar millidir ve ait olduğu toplumun kültürü ve tarihi ile ilgili bir vesika niteliği taşır. Destanların oluşum aşamaları şu şekilde incelenebilir: 1. Oluş Dönemi: Destanın oluşması için toplumda iz bırakan olaylar ve bu olayların meydana gelmesini sağlayan kişiler olmalıdır. Zamanla dilden dile aktarılan olaylar, olağanüstü nitelikler kazanır. 2. Yayılma Dönemi: Halk, destanın konusu olan olayları ağızdan ağıza, dilden dile dolaştırarak nesilden nesile aktarır. 3. Toplanma Dönemi: Milli bir şair çıkarak destanın konusunu teşkil eden olayları ve kahramanları nazma dökerek bir sıraya koyar. Türk destanları, toplanma aşamasını yaşayamamış destanlardır. Oluşum şekline göre destanlar şu şekilde tasnif edilebilir: a) Doğal Destanlar: Halkın içinde meydana gelen, kim tarafından oluşturulduğu bilinmeyen anonim destanlardır. Oğuz Kağan Destanı, Alp Er Tunga Destanı, Yaradılış Destanı, Türeyiş Destanı, Göç Destanı, Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı doğal destanlardandır. b) Yapay Destanlar: Bazı şair ve yazarların oluşturduğu destanlardır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’ nın yazdığı “Üç Şehitler Destanı” bu türden destanlara güzel bir örnektir. Bazı Yapay Destan Örnekleri: Dante İlahi Komedya Minton Kaybolmuş Cennet Tasso Kurtarılmış Kudüs Fazıl H. Dağlarca Üç Şehitler Destanı Fazıl H. Dağlarca Çanakkale Destanı N. Hikmet Ran Kuvayı Milliye Destanı Türk Destanlarının Özellikleri: Çoğunlukla manzum ürünlerdir. Sonraki dönemlerde şiir ve düzyazının iç içe bulunduğu gözlenir. Uzun anlatılardır. Örneğin; Manas Destanı 400. 000 dizeden oluşmuştur. Anonim ürünlerdir. Toplumun ortak yaşayışının ve imgelem gücünün, ortak söyleyiş gücünün ifadesidir. Oluştukları dönemde dans ve müzikle iç içe biçimlendikleri sanılmaktadır. Destan kahramanları olağanüstü, doğaüstü nitelikleri olan kişiler veya varlıklardır. Zaman ve mekân unsurları abartılı olarak verilmiştir. Bunlarda da bazı olağanüstülüklere rastlanabilir. Türk destanlarında kullanılan belli başlı motifler şunlardır: Hükümdarlar, periler, bozkurt, göl, dağ, ışık, at, kadın, göl ortasında bulunan ağaç, ak saçlı ihtiyarlar… Destanlarda dile getirilen olayların özünde, tarihsel toplumsal bir gerçekliğe yaslanan bir çekirdek olay vardır. Destanlarda ait olduğu toplumun tarihinden ve yaşamından bazı bilgiler elde edilebilir. Sözgelimi Hun destanı bir yandan Oğuz Kağan’ın olağanüstü niteliklerini sergilerken bir yandan da bilinen Hun tarihi ile bilgiler verir. Türk destanları da diğer sözlü ürünler gibi yüzyıllar boyu yazıya geçirilemediğinden zaman içinde hem söyleyiş hem de içerik yönünden değişikliğe uğramışlardır. Destan, zamanla halk hikâyelerine, halk hikâyeleri de roman ve hikâyeye dönüşmüştür. Türk destanları toplanma aşamasını yaşayamamıştır. Bunlarla ilgili bilgiler çoğunlukla Çin ve İran kaynaklarından ve boylar arasında sözlü olarak yaşayan versiyonlarından elde edilebilmiştir. Türklerin değişik boylarına ait olan destanları ve konularını şöyle sıralayabiliriz:
1.Altay-Yakut Türk Destanları a.Yaradılış Destanı: Türklerin Altay Yakut zamanında çıkan bir destandır. İlk Türk destanı olma özelliğine de sahiptir. “Destana göre hayatın başlangıcında yalnız Tanrı Kayra Han ve uçsuz bucaksız su vardı. Suda akseden “Ak Ana” Tanrıya yarat dedi. Tanrı da kendisin benzer bir kişiyi yarattı. İkisi de suyun üzerinde uçuyordu. Kişi daha da yükseklere uçmaya başlayınca tanrı onun uçma yetisini elinden aldı. Sonra toprak dünyayı oluşturdu. Tanrı ışık dünyasından kovduğu kişiyi erlig (şeytan) ile birlikte toprak dünyaya kovdu. Bu şekilde dünyada insanlar türedi. “ 2.Saka Destanları a. Alp Er Tunga Destanı: Milattan önceki yıllarda yapılan Türk İran savaşlarıyla Alp Er Tunga’nın (Şehname’ de Efrasiyab) yiğitliklerini destanlaştırır. Sözlü olarak 11. Yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür. Alp Er Tunga, Saka Türklerinin yiğit bir hükümdarıdır. M.Ö. 7. asırdaki Türkİran savaşlarında ün kazanmış, İran ordularını defalarca mağlup etmiş, sonunda İran hükümdarı Keyhüsrev’e yenilerek hile ile öldürülmüştür. b. Şu Destanı: İskender’in, genç Türk hükümdarı Şu’ nun ülkesine girmek istemesi üzerine çıkan olayları, Şu’nun askeri dehasıyla büyük bir yıkımın önüne geçmesi ve yiğitlikleri; sonunda ulaşılan barışı anlatır. Bu destanın konusunu Divan u Lügatit Türk’ten öğreniyoruz. 3.Hun Destanları a. Oğuz Kağan Destanı: Hun hükümdarı Mete’nin yiğitliklerini dile getiren; ülkesini nasıl genişletip oğulları arasında bölüştürdüğünü anlatan destandır. Destanın bir kısmının konusu kısaca şöyledir: “Oğuz, doğumundan kırk gün sonra bir gergedana karşı savaşır. Bir ışığın içinde ve göl ortasındaki ağacın kovuğunda gördüğü kızla evlenir ve ondan altı çocuğu olur. Kendisine bağlanmayı kabul etmeyen kağanların ülkelerine bir bozkurdun eşliğinde seferler düzenler. Avda altın yayı bulup getiren ilk üç oğlu ile gümüş okları getiren üç oğlu arasında ülkeyi paylaştırır. “ c. Attila Destanı M.S. 5. asırda Avrupa topraklarında devlet kuran Batı Hunlarına ait bir destandır. Hükümdarları Attila’ nın yiğitlik ve kahramanlıkları anlatılmıştır. Attila’ nın kahramanlıkları sadece bu destana konu olmamış, bazı Avrupa destanlarını da etkilemiştir. 4. Göktürk Destanları a.Bozkurt Destanı: Yok olmaya yüz tutan Göktürklerin bir dişi kurttan yeniden türeyişlerinin destanıdır. Destanda anlatıldığına göre Batı denizinin kıyısında oturan bir Türk boyunu başka bir ulus bir baskınla yok eder. Küçük bir erkek çocuğunu yok etmezler. Ellerini ve ayaklarını kesip bir bataklığa bırakırlar. Bir dişi kurt gelip çocuğa bakar, ondan gebe kalır. On çocuk doğurur. Böylece Göktürklerin nesli yok olmaktan kurtulur. b. Ergenekon Destanı: Bir yenilgi sonunda Ergenekon’ a kaçan Türklerin orada çoğalıp bir demir dağı erittikten sonra düşmanlarından öç alışlarını anlatan bir destandır. Anlatılanlara göre: Göktürkler bir kavimle savaşırlar ve çok ağır bir yenilgi alırlar. Eşleriyle, çocuklarıyla ve sürüleriyle birlikte ancak bir devenin veya bir keçinin geçebileceği sarp yollardan geçerek dağların kuşattığı verimli bir yere gelirler. Buraya Ergenekon adını verirler ve 400 yıl kalırlar. Daha sonra buraya sığmaz olurlar ve göçe karar verirler. Yol bulamayınca demirden dağı eriterek çıkarlar. Börteçine’nin önderliğinde düşmanlarını yenilgiye uğratırlar. 5. Uygur Destanları a.Türeyiş Destanı: Uygur Türklerinin erkek bir bozkurt şeklinde görülen tanrıdan nasıl türediklerini anlatan destandır. Eski Uygur hükümdarlarından birinin çok güzel iki kız vardır. Kızlar o kadar güzeldir ki halk onların tanrılarla evlenmek için yaratılacağına inanmaktadır. Hükümdar kızlarını insanlardan uzak tutmak için büyük bir kule yaptırır ve kızları ile evlenmesi için tanrıya yakarır. Nihayet tanrı bir erkek bozkurt şeklinde gelir ve kızlarla evlenir. Bu evlilikten doğan Dokuz Oğuz On Uygur çocuklarının sesi de kurt sesine benzer. Bu şekilde çoğalıp giderler. b. Göç Destanı Uygurlara ait bir destandır. Bir Çin kaynağında anlatıldığına göre; bir gece iki ırmak arasındaki bir ağacın üzerine bir ışık düşer. Günlerce kalır. Ağacın gövdesi gittikçe kabarır, geceleri ışık halesiyle çevrilir. Bir gün ağacın gövdesi yarılır ve içinden beş çocuk çıkar. Böğü Kağan bu beş çocuktan biridir. Böğü Kağan’ın soyundan olan Lun Tigin oğullarından birine bir Çin prensesini alır. Çeyiz olarak da Çinlilerin Kutlu dağı parçalayarak ülkelerine götürmelerine izin verir. Bunun üzerine ülkede kıtlık başlar. Her şey “Göç, göç!” diye inlemeye başlar. Bunun üzerine Uygurlar göç ederler. Bu sesler Beşbalık şehrine kadar devam eder. Burada kesilir. Ve Uygurlar da burayı vatan edinir. Destanda ne olursa olsun vatan toprağının hiçbir şekilde başkalarına verilmemesi gerektiği anlatılmıştır. Diğer Milletlere Bazı Ait Destanlar: Hintliler Ramayana, Mahabarata Fin Kalevela İspanyol La Cid İngilizler Robin Hud Yunanlılar İlyada ve Odessa Alman Nibelungen Rus İgor Fransız Chansen De Roland Sümer Gılgamış Japon Şinto İran Şehname B.Yazılı Dönem Türklerin ilk edebiyat verilerinin sözlü olarak ortaya konulduğunu, daha sonra yerleşik hayata geçişle birlikte yavaş yavaş yazılı edebiyata geçtiklerini biliyoruz. Türk edebiyatının ilk yazılı ürünleri 8. yüzyılda verilen Orhun Abideleri (Göktürk Yazıtları)dir. Ayrıca Uygurlardan kalan metinler ve Yenisey Yazıtları da ilk yazılı belgeler arasında kabul edilir. a.Orhun Abideleri: Dikili taşlar üzerine kazılmış olan bu yazıtlarda Doğu Göktürklerin tarihinden kesitler verilmektedir. Günümüzden 1200 yıl önce oluşturulan bu yazıtlar aynı zamanda Türkçenin en eski kaynakları olarak kabul edilmiş; anlatımının içtenliği, dilinin yoğunluğu ve özlülüğüyle nice yıllar önce işlenmiş, gelişmiş bir dilin ürünleri olarak değerlendirilmiştir. Orhun ve Selenga ırmakları havzasında veya Orhun Irmağının eski yatağının kenarına yapılmış olduğu için Orhun Abideleri diye de bilinir. Türk edebiyatı tarihi açısından en fazla önem taşıyanları; Tonyukuk (725), Kül Tigin (732) ve Bilge Kağan (735) adına dikilmiş olanlarıdır. Bu abidelerden ilk olarak İlhanlı tarihçisi ve devlet adamı Cüveyni 12. yüzyılda Tarihi Cihan Güşa isimli eserinde bahseder. İlk kez 19. Yüzyılda Sibirya da sürgün olan İsveçli subay Strahlenberg bu abidelere rastlar ve abideler hakkında bilgi verir. Danimarkalı bilgin Thomsen, 1893’te eseri tercüme eder, eser 1922 yılında günümüz Türkçesine çevrilir ve yayınlanır. Kitabelerin Genel Özellikleri: Türk edebiyatının yazılı ilk eserleri kabul edilir. Yazıtlardaki sözcüklerin tümü Türkçe olup dil, yabancı etkilerden uzaktır. Bu eserler aynı zamanda Türk edebiyatının ilk söylev örneğidir. 38 harften oluşan Göktürk Alfabesiyle yazılmıştır. Göktürklerin başından geçen önemli olayları halk için yaptığı işleri, devlet yönetimindeki eksiklikleri anlatır. Bu abideler bugün Moğolistan sınırları içinde bulunmaktadır. Eserde içten, yoğun ve özü bir anlatım vardır. Tonyukuk anıtı, Vezir Tonyukuk tarafından, Bilge Kağan ve Kültigin anıtları da Yollug Tigin tarafından yazılmıştır. Tonyukuk anıtında halk dili, Bilge Kağan ve Kültiğin anıtlarında ise sanatlı bir söylev dili kullanılmıştır. Eserde anısöylev karışımı bir anlatım biçimi kullanılmıştır. Eserlerde kullanılan dil, Türkçenin o dönemde yazılı ve sözlü anlatıma yatkın bir yapısının olduğunu belgeler. Tonyukuk Anıtı: Köktürklerin dört kağanına vezirlik eden Bilge Tonyukuk tarafından kendi adına 725 yılında yazdırılmıştır. Kül Tigin Anıtı: Bilge Kağan tarafından, ölen kardeşi Kül Tigin adına 732 yılında diktirilmiştir.. Bilge Kağan Anıtı: Üstünde üçüncü yazıtın yer aldığı bu anıt, 735 yılında dikilmiştir. b.Uygur Metinleri: Uygurlara ait olan; İki Kardeş Hikâyesi, Altun Yaruk, Çaştani Bey, Prens Papamkara ve Kalyanamkara hikâyeleri de ilk yazılı örnekler arasında sayılabilir. Bu metinler, Uygurlara ait olup Mani ve Buda dinleriyle ilgilidir. c.Yenisey Yazıtları: Göktürk yazıtlarından birkaç yüzyıl daha eski olduğu düşünülen Yenisey Yazıtları da Türk dilinin ilk yazılı belgeleri arasında kabul edilir. Ne var ki bu yazıtların Türk dili açısından önemi Orhun Abidelerine kıyasla daha azdır. Yazıtların bir kısmı okunamamıştır. Yenisey ırmağı kenarında olduğu için bu adla anılmıştır. Bu yazıtlar, Kırgızlara aittir. Bunların dışında Turfan bölgesinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan eşyalar üzerindeki yazılar ilk yazılı belgeler arasında düşünülebilir. Yine Kazakistan’ın başkenti olan Astana’da yapılan kazılarda bulunan gümüş fincanlar üzerindeki Türkçe yazılar, Türkçenin tarihini M.Ö. 6. yüzyıla kadar götürür. Türklerin Kullandığı Alfabeler 1.Göktürk (Orhun) Alfabesi: 2.Uygur Alfabesi: 3.Arapİslam Alfabesi: 4.Kiril Alfabesi: 5.Latin Alfabesi: