Gayri müslim ile meşru alış-veriş yapmak caizdir. Hatta gayrimüslim olan doktora gitmek de caizdir. Şer’î bir mahzuru yoktur. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), Müslüman olmadığı halde el-Haris bin Kelde'nin doktorluk yapmasına izin vermiş, hatta emretmiştir. [Avnu'l-Ma'bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, 4, 14, Hindistan baskısı] Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicret ettiğinde, Medine yolunu iyi bilen müşriki rehber olarak kiraladı. Bunun gibi, Müslüman olanı ve Müslüman olmayanı ile bütün Huzâ'a kabilesi Rasûlullahın (s.a.v.) sırdaşı idiler. [Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, 2, 258] Aynı alanda alış-veriş yapacağımız dürüst Müslümanlar varsa, onları tercih ederiz. elbette... Fakat, dini-şer'î açıdan Yahudi, Hristiyan ve sair gayrimüslimlerle ortaklık ve alış veriş yapmak caizdir. Kur'an-ı Kerim’de yasaklanan velâyetten maksat, onlara temsil ve yönetim yetkisi vermektir. İslâm, Müslümanların başka dinden olanlara kendilerini yönetme ve (vekâlet gibi bazı özel hukuk ilişkileri dışında) temsil yetkisi verme anlamındaki velayet ilişkisini yasaklıyor. Bunun dışında gayrimüslimlerle ortaklık, komşuluk, sıradan arkadaşlık, onlara hediye ve ikramda bulunmak gibi ilişki ve davranışları yasaklamıyor. Nitekim buyruluyor ki: “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.” [Mümtehıne suresi, 8] Kısacası onlara karşı iyi davranmayı, ilişkilerde adalet ölçülerine titizlikle riayet etmeyi emrediyor. Gayrımüslimlerle münasebetteki ölçülere gelince… Bilindiği gibi İslâmiyet, insanlık için bir saadet ve rahmet vesilesidir. Onun şefkat ve rahmet kanatları ve geniş müsamahası kendisine tâbi olmayanları da kuşatmıştır. Diğer dinlerin sâlikleri kendi dinlerinde görmedikleri rahat ve refahı İslâm memleketlerinde bulmuşlar, hiçbir sıkıntıya mâruz kalmadan hayatlarını devam ettirmişlerdir. Müslümanlar bu husustaki ilâhî emirlere harfiyyen riayet etmişler, en geniş mânâda tatbik etmişlerdir. Rabbimiz Teala ve Tekaddes hazretleri şöyle buyuruyor: “İçlerinden zulmedenleri hariç, kitap ehliyle ancak en güzel tarzda mücâdele edin ve deyin ki: ‘Bize indirilene de, size indirilene de inandık, ilâhımız ve ilâhınız birdir ve biz O'na teslim olanlarız’.” [Ankebût sûresi, 46] Bu âyet gibi daha bir çok ilâhî emirler ve hadis-i şeriflerin ışığı altında Müslümanların Ehl-i Kitap’la, İslâm topraklarında yaşayan gayrimüslimlerle yaşayışları ve karşılıklı uyulması gereken esaslar belirtilmiştir. Müslümanlar, hiçbir zaman onlar “kâfirdir” diye saf dışı bırakıp, alâkayı kesmemiş, onlarla inançla alâkalı olmayan birçok meselelerde ortak hareket etmiştir. Yahudi ve Hıristiyanlarla olan münasebetler, onların itikatları noktasından değildir. Onlarla yapılan dostluk, Yahudilikleri veya Hristiyanlıkları cihetinden olmaz. Onların tasvip edilen taraafları, bazı güzel sıfatları ve sanatları, teknolojik alanlardaki gelişmeliri itibariyledir. Bir Müslümanın, diğer din mensuplarıyla veya hiçbir inanca sahip olmayan kimselerle inanç bakımından olmasa da, bazı durumlarda müşterek hareket etmesi ve birtakım medenî münasebetlerde bulunmaları mümkündür. Aynı topraklarda veya aynı dünyada yaşayan insanların zaman-zaman birbirleriyle bir kısım meselelerde fikir alış-verişinde, ticarî veya siyasî görüşmelerde bulunmaları, hatta ittifakları / andlaşmaları tabiidir. Bu durum, milletler arasında olduğu gibi, dar çerçevede şahıslar arasında da görülebilir. Çünkü, her ne kadar o kişi inançsız veya bâtıl bir inanca sahip olsa da, birtakım insanî hasletleri olabilir. Meselâ, insanlığa faydalı bazı çalışmalarda bulunabilir, bir kısım güzel huylara sahip olabilir. İşte, dinimiz gayrimüslimleri tamamen saf dışı bırakmamış, bütün-bütün irtibatı kesmemiştir. Aynı dünyada yaşamanın verdiği bir beraberlikten dolayı bazı ölçüler dâhilinde onlarla münasebet halinde bulunma yollarını da göstermiştir. Aynı memlekette, aynı şehirde yaşayan gayrimüslimlerle birbirlerine düşman nazarıyla bakmalarına müsaade etmemiştir. Dinimiz Ehl-i Kitab’ın kadınlarıyla evlenmeyi, yemeklerini yemeyi, hastalandıkları zaman ziyaretlerine gidip, hatırlarını sormayı, komşuluk hukukuna riayet etmeyi bir vazife saymıştır. Bu vazifeler aynı zamanda dinimizin tavsiyeleridir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), “Zimmiye (Müslüman ülkelerde yaşayan Ehl-i Kitab’a) eziyet edenin hasmıyım.” [Keşfü’l-Hafâ, 2, 2341] buyurmuşlar... Böylece Müslümanlara, gayrimüslimlerin haklarını korumayı, onlara sıkıntı vermemeyi emretmişlerdir. Bu izahların gösterdiği esaslar, bahsini ettiğimiz âyetlerin bir tefsiri mahiyetindedir. Ehl-i Kitap’la olan her türlü muâmele, haram olmamak şartıyla meşru ve mubah sayılmaktadır. Nitekim, Rasûl-i Zîşan Efendimiz (s.a.v.), Ebu Şahme adında bir Yahudi'den veresiye olarak otuz sa’ (yarım deve yükü) zahire (arpa) satın almış, demirden yapılmış zırhını da ona rehin olarak bırakmıştır. [Müslim, Sahih, Müsakat, 24; İbn Mâce, Sünen, Ruhûn, 1] Bu hadis-i şeriften şu hükümler çıkarılmıştır: 1) Ehl-i Kitap’la alış veriş caizdir. 2) Ehl-i Kitab’ın ellerinde bulunan mülkiyetleri kendi haklarıdır. 3) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dünya malına kanaat etmiş, yetecek miktarda geçinmiştir. 4) Rehin muamelesi caiz olduu gibi, savaş malzemesini zimmiye rehin olarak bırakmak da uygundur. Aynı zamanda rehin, sulh zamanında da caizdir. Hatta Ehl-i Kitap olmayan diğer kâfirlere de, Müslümanlarca alınıp satılması haram sayılmayan şeyleri alıp satmak caiz görülmüştür. [Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, 11, 40]