İslam'a Davetin Yaygınlaşması ve Sonuçları

Konusu 'Dini bilgiler' forumundadır ve Lasey tarafından 19 Ekim 2018 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Davetin Yaygınlaşması ve Sonuçları

    Allah Resulü peygamberliğinin ilk üç yılında sadece kabul edeceğini tahmin ettiği yakın arkadaş, dost ve akrabalarla iletişim kurdu. İlk Müslümanlar da Peygamberimizin metodunu uygulayarak en yakınlarını İslam’a davet ettiler. Bu şekilde Müslüman olan kimseler üç yıl boyunca ibadetlerini gizlice yaptılar. 613 yılında Peygamberimize en yakın akrabalarını uyarması emredildi. Gelen ayetler şöyle idi: “Önce en yakın akrabanı uyar. Sana uyan müminlere kol kanat ger.” (Şuara suresi, 214-215. ayetler) Bu ayetin gelmesi üzerine Peygamberimiz önce kendi soyu olan Abdulmuttalipoğulları, ardından daha geniş akraba grubunu oluşturan Haşimoğulları ile bir araya geldi. Onları İslam’a davet etti. Amcalarından Ebu Talip bu dini kabul etmeyeceğini fakat kendisine peygamberlik görevinde destek olacağını, onu koruyup kollayacağını açıkladı. Diğer amcası Ebu Leheb ise Peygamberimize bu işten vazgeçmesi gerektiğini kötü sözlerle ifade etti. Kimseden olumlu cevap alamayan Peygamberimiz bu duruma üzülse de ümitsizliğe kapılmadı. Doğru bildiği yolda ilerlemeye ve görevini yerine getirmeye devam etti. Şimdi sıra Kureyş kabilesindeydi. Peygamberimiz bu amaçla Kureyşlileri Safa Tepesi’ne toplayarak onlara şöyle seslendi: “Ey Kureyşliler! Size şu dağın arkasında düşman askeri var desem bana inanır mısınız?”


    “Evet, çünkü şimdiye kadar senin hiç yalan söylediğine tanık olmadık.” dediler. “Öyleyse sizi uyarıyorum, Allah’a inanmaya çağırıyorum. Allah bana en yakın akrabalarımı uyarmamı emretti. ‘Allah’tan başka ilah yoktur.’ demedikçe size ne bu dünyada ne de öbür dünyada faydam dokunur.” dedi. Peygamberimizin bu çağrısına ilk tepki yine amcası Ebu Lehep’den geldi ve şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Bizi bunun için mi çağırdın?” Müşrikler, Hz. Peygamberin (s.a.v.) İslam çağrısını önceleri pek önemsemediler. Ancak putların kendilerine ne bir fayda ne de bir zarar vermeyeceğini bildiren ayetler nazil olunca ondan rahatsızlık duymaya ve Peygamberimizi engellemek için türlü yollar aramaya başladılar. Açıktan davetin başlamasıyla Peygamberimiz artık Kâbe’ye gidip orada puta tapanlara aldırmaksızın namaz kılmaya ve Kur’an okumaya başlamıştı. Bunları duyan Ebu Cehil, Kureyşlilere: “Muhammed’in secde ettiğini gördünüz mü?” diye sordu. Orada bulunanlar da “Evet” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Ebu Cehil şöyle dedi: “Lat ve Uzza’ya yemin olsun ki eğer Muhammed’in böyle namaz kıldığını görürsem, boynuna ayağımı koyacağım ve yüzünü yere sürteceğim.”


    Ebu Cehil ve diğer bazı müşrikler, putları terk edip bir olan Allah’a (c.c.) yönelen ve yalnızca O’nun emirlerini yerine getiren Müslümanlardan çok korkuyordu. Bu nedenle Müslümanların ibadet etmelerine engel olmaya çalışıyorlardı. Öncelikle Allah Resulünü (s.a.v.) namazdan alıkoymak için ona çeşitli kötülükler yaptılar. Namaz kılarken üzerine deve işkembeleri attılar, tehditler savurdular hatta onu boğmaya çalıştılar.


    Bu tür eylemleri gerçekleştirenler Alak suresinde Rabbimizce şöyle ikaz edilmiştir:

    Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: Namaz kılarken bir kulu (Peygamber'i namazdan) menedeni gördün mü? Ne dersin, o (Peygamber) doğru yolda ise yahut takvâyı emrediyorsa! (Bu adam) Allah'ın, (yaptıklarını) gördüğünü bilmez mi! Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse, derhal onu alnından (perçeminden), o yalancı, günahkâr alnından (perçemden) yakalarız (cehenneme atarız). (Alak suresi, 9-16. ayetler.)


    Müşriklerin İslam’la mücadele adına yaptıkları işlerden bir diğeri, Peygamberimize yönelik karalama kampanyaları yürütmekti. Bu karalama kampanyaları ile Peygamberimizin mücadele gücünü ve toplumdaki itibarını yok etmeye çalıştılar. Onunla alay ettiler, kırk yıl boyunca güvenilir bildikleri Hz. Muhammed’e (s.a.v.) “Bu sözler Allah’tan değil, sen uyduruyorsun.” dediler. O bir şair, o bir büyücü, dediler. Bütün bu yakışıksız müşrik suçlamaları Kur’an-ı Kerim tarafından şöyle cevaplandırılmıştır:

    Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki O (Kur’an), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı. (Hakka suresi, 38–47. ayetler.)


    Müşrikler, maddi çıkar kaygısı ve körü körüne bağlı oldukları geleneksel inançlarını koruma adına çeşitli planlar kuruyorlardı. Bunlardan biri de çeşitli menfaatler teklif ederek Peygamber Efendimizi tebliğ davasından vazgeçirmeye çalışmaktı. Bu amaçla Peygamberimize gelerek: “Eğer mal mülk sahibi olmak için bu işi yapıyorsan seni içimizdekilerin en zengini yapalım. Makam mevki sahibi olmak için bu işi yapıyorsan seni kendimize başkan yapıp her işimizde sana danışalım. Kral olmak istiyorsan seni kentimize kral yapalım. Eğer hasta isen, hayaller görüyorsan seni en iyi doktorlara götürüp tedavi ettirelim.” dediler.30 Bu teklifleri kabul edilmeyince bir başka teklif sundular: “Bir yıl sen bizim ilahlarımıza ibadet et, öbür yıl da biz senin ilahına ibadet edelim.” Kâfirûn suresi bu teklifin cevabı oldu:

    Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla: “De ki: Ey Kâfirler! Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz. Ben sizin kulluk ettiğinize kulluk edecek değilim, Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kafirun suresi, 1-6. ayetler.)

    Peygamberimize, İslam’a davetten vazgeçmesi için yapılan tekliflerden sonuç alamayan müşrikler, Ebu Talip ile görüşme kararı aldılar. Ondan yeğenini peygamberlik davasından vazgeçirmesini istediler. Şayet bunu başaramazsa onu öldüreceklerini söylediler. Müşriklerin kararlı ve tehditkâr sözlerinden tedirgin olan Ebu Talip Peygamberimizle görüştü. Amcasını dikkatlice dinleyen Peygamberimiz gözleri yaşlı bir şekilde son sözünü söyledi: “Amcacığım! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben bu yoldan vazgeçmeyeceğim. Allah beni bu yolda muvaffak kılana ya da ben bu yolda ölene kadar mücadeleye devam edeceğim.” Kararlılık ifade eden bu sözler üzerine Ebu Talip: “Yeğenim, sen yaptığın işe devam et. Allah’a yemin ederim ki ne olursa olsun, amcan seni asla düşmanlarına teslim etmeyecek.” (1 İbn Hişam, Siret, C 1, s. 195.) diyerek yeğenine büyük bir destek sağlamıştır. Peygamber Efendimiz, amcası Ebu Leheb hariç, kabilesinin desteğini aldığı için rahatlamıştır.