İslam Medeniyetinde Bilim ve Düşüncenin Gelişimi Medeniyet, en genel manada, insanların bir nesilden diğerine aktardıkları siyasal, sosyal, ekonomik faaliyetler, kurumlar, değerler ve kavramların hepsidir. İslam medeniyetinin temelinde bilgi (ilim) kavramının olduğu görülür. Bilimsel bir sürecin sonucunda oluştuğu için İslam medeniyetini “bilimsel medeniyet” olarak nitelendirebiliriz.16 610 yılında Hz. Muhammed'e (s.a.v.) inen ilk vahiyle birlikte başlayan İslam dininin yayılma süreci hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Daha Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatta iken İslam dini bütün Arabistan yarımadasında kabul edilmiş ve Müslümanlar dönemin güçlü imparatorluklarıyla rekabet edecek duruma gelmiştir. Daha sonra gelen Hulefa-i Raşidin (Dört Halife) Dönemi’nde ise İslam, Orta Asya ve Anadolu topraklarına kadar ulaşmıştır. Avrupa için karanlık bir çağ olan Orta Çağ’da, Müslümanlar özellikle Osmanlı İmparatorluğu ile dünyanın en büyük ve en güçlü medeniyetlerinden birini kurdular. İslam medeniyetinde bilimsel süreci başlatan ilmi çalışmalar öncelikle vahiyle oluşmaya başlamıştır. Kur’an ve sünnetin ilme, bilgiye ve öğrenmeye teşvik eden buyrukları, Müslümanların başta dini ilimler olmak üzere insanlığın faydasına olan her türlü bilgiye yönelmelerine vesile oldu. İslam bilim tarihinde öncelikle dinin iki ana kaynağı olan Kur’an ve sünnetin anlaşılması ve yorumlanmasına odaklanmış bir ilmi faaliyetin oluştuğu görülmektedir. Bu kapsamda hadis, tefsir, fıkıh ve kelam gibi ilim dalları oluşmuştur. Daha sonra ise fen ve sosyal bilimler üzerinden bilim ve düşünce gelişmiştir. Vahiy merkezli olarak başlayan İslam bilim ve düşünce tarihinde önemli dönemlerden birisi felsefenin İslam dünyasına girmesidir. Müslümanlar arasında bilimin gelişmesinde Emeviler Dönemi'nde başlayan tercüme faaliyetlerinin etkisi vardır. Felsefenin İslam dünyasına girmesi tercüme faaliyetlerinin bir sonucudur. Büyük tercüme çalışmaları 750 yılından 900 yılına kadar sürmüştür. Bu dönemde Sanskritçe, Pehlevice, Yunanca ve Süryaniceden eserler tercüme edilmiştir. Bu amaçla Emevi Halifesi Me’mun, Bağdat’ta kütüphane, akademi ve tercüme bürosundan oluşan Daru’l-hikme adı verilen bir müessese kurdu. Daru’l-hikme’deki mütercimlerin başında Huneyn b. İshak adlı bir hekim vardı. Kendi ifadesine göre yüz kadar eser tercüme etmiştir. İslam dünyasında başlayan tercüme faaliyetleri salt bir nakil olmayıp felsefenin, İslam düşüncesi ile yeniden hayat bulup hikmete dönüşmesidir. Müslümanlar tercüme faaliyetlerinin yanında matematik, astronomi, haritacılık, coğrafya, fizik, kimya, tıp, zooloji, botanik, biyoloji ve benzeri bilim dallarında ilerlediler. Bilime yeni buluşlar ile katkı sunmaya başladılar. Felsefi eserlerin Arapçaya çevrilmesiyle birlikte, felsefe ve diğer bilimler de İslam dünyasına girmiş oldu. Bu sayede, önceleri İslam dini hakkında ilimler anlamında kullanılan "ulum" terimine bütün ilimler girmeye başladı. Müslümanlar İslam’ın ilk yüzyılında, karşılaştıkları yeni kültür çevrelerinde bilimsel üretim yapabilmelerini sağlayacak elverişli koşullar bulmuşlardır. Bu durumun en önemli kanıtlarından biri evrensel bilgin Biruni’nin (ö.1048) aktardığı haberdir. Biruni, parşömen üzerine çizilmiş astronomik çizelgeler içeren eski bir astronomi kitabından söz etmektedir. Bu kitapta, Kıpti takvimine göre oluşturulmuş veriler yer almaktadır. Söz konusu kitapta hicretin 710-719 yılları arasında gözlemlenen Güneş tutulmaları ve horoskoplardan bahsedilmektedir. Bu durum, Müslümanların çeviri döneminde sadece felsefeyle değil astronomi ile de ilgilendiklerinin bir delilidir. Müslümanlar arasında ilim dalları o kadar çeşitlenmiştir ki bu ilim dallarının tasnifini yapmak üzere eserler yazılmaya başlanmıştır. Birbirinden farklı olarak çok sayıda sınıflandırma yapan alimler arasında en önemlileri Farabi, Gazali ve Taşköprizade’dir. 950 yılında vefat eden Farabi’nin, dönemindeki bilim dallarını tasnifi şu şekildedir: Farabi’nin bilimler sınıflandırmasından anlaşılacağı üzere, Müslümanlar 10. yüzyılda tüm bilim dallarında eserler vermiş ve teknoloji ile iç içe olmuşlardır. İslam dünyasında 7. yüzyılda başlayan ilim ve düşünce gelişimi 10. yüzyılda tam manasıyla zirveye ulaşmıştır. Daha sonra dünya bilimine yön verecek konuma gelmiş ve yaklaşık 500 yıl bilim ve düşünce tarihinde egemenliğini sürdürmüştür.