İşittik Ve İtaat Ettik

Konusu 'Dini sohbetler' forumundadır ve Lasey tarafından 1 Ağustos 2017 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Allah Teala müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

    “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’a razı oldum.” (Maide, 3)

    Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur:

    “Kim İslam’dan başka bir din ararsa (bilsin ki o din) kendisinden kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Al-i İmran, 85)

    Yine bir başka ayet-i kerimede Azze ve celle şöyle buyurur:

    “Muhakkak ki Allah indinde din İslam’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki aşırılıktan ötürü ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkar ederse, (bilsin ki) Allah hesabı çabuk görendir.” (al-i İmran, 19)

    Allah Azze ve celle bizleri kulluk için yaratmış, doğru yolu görebilmemiz için peygamberler göndermiş ve üzerinde yürüyüp felaha ereceğimiz İslam yolunu bizlere öğretmiştir. İnsanoğlu varoluşunun amacını, nereden gelip nereye gittiğini, hangi yolun sonunda ne olduğunu bilmekle mükelleftir.

    Yapılan pek çok değerlendirmede Müslümanların son iki çağda büyük bir kimlik krizi yaşadıkları neticesine varılıyor ve bu kimlik krizi yalnızca müslümanlar için değil, dünyanın geri kalanı için de aynen vaki. Zira modern dünyacı ve yayılmacı kültür, ölümcül bir virüs gibi kendisi dışındaki bütün sosyal ve kültürel dokuyu tahrip ve yok etmektedir. Buna yerel veya yaygın inanç sistemleri de dahildir. İster Afrika'daki bir kabile olsun, ister gelenek ve görenekleri binlerce yıl öncesine uzanan Hint ve Çin gibi toplumlar olsun, hiçbir toplum teknoloji destekli Batılı kültürün yıpratıcılığı karşısında duramamış, teslim olmuştur.

    Dolayısıyla İslam dünyasındaki durum da teslimiyetle ilgilidir. Eğer bir dinin yahut kültürün mensupları kendi inançlarına ve değerlerine güveni kaybeder, bir başka inanç ya da kültürün daha ileri, medeni, müreffeh, vs. olduğunu kabul etmeye başlarsa teslimiyet de başlamış demektir. Teslimiyet başladıktan sonra ise imrenilen o dünyanın vahşi, batakçı, hırsız ve koca kıtaları dahi köleleştiren karakteri dahi artık görülmez olur.

    Öte yandan dünya hayatı ve insan nefsi sadece son iki asırda değil, ilk günden beri insanı aldatmaya, uzak hedeflerden yüz çevirip gündelik oyalanmalarla kandırmaya hazırdır. Bu insanın en büyük imtihanıdır ve insanın dünya yolculuğunun daha ilk sahnelerinde Hz. Adem aleyhisselam'ın oğulları Habil ve Kabil’in geçtiği imtihan böyle bir imtihandır.

    Gerçi biliyoruz ki İslam fıtridir, Zorluğun içindeki kolaylıktı ve başı da sonu da ilahi rahmettir. Dolayısıyla Allah'a, Resulüne, Din-i Mübin’ne teslim olmak her devirde ve şartta mümkün ve kolaydır. İnsana bu yolda niyet kararlılığı ve sabit kadem olabilme kabiliyeti bahşedilmiştir.

    Alemlerin Rabbine teslim olan müminlerin tarih boyunca mücadelesi sadece kendi kurtuluşu adına değil, aynı zamanda insanlık adınadır. Topyekun insanlık ailesini hasletini yitirme tehlikesinden muhafaza etme, altı ateş çukuru olan uçurumun kenarından döndürme mücadelesidir.

    Bugün birçok kolaylığı birlikte getiren, mesafeleri yok eden, her türden bilgi ve haberi bir anda ulaştırabilen teknoloji, aynı zamanda batıl ve münker olan her cins kirliliği de insanlığın üstüne boca etmektedir. Kalpler ve zihinler bulanmış, İslam dünyasında bile en temel doğrular üzerinde şüphecilik yaygınlaşmıştır.

    Bu noktada müslümanın Allah ve Resulüne teslimiyeti, Allah Azze ve celle'nin Dini’ni başta kendi nefsinde ispat ederek insanlığa asla eskimeyen bir model olarak sunması bir kez daha büyük ehemmiyet kazanmıştır.

    Hüccetü’l-İslam İmam Gazalî (rahmetullahi aleyh) gibi alimlerimiz, asırlar öncesinden bugün yaşadığımız krizlere ve savrulmalara karşı tedbir olacak eserler yazmış, müslümanları her devrin virüslerine karşı aşılamışlardır. Zihinleri bulandıracak, şüpheleri körükleyecek anlayışları cerh etmiş, yüce dinimize teslimiyet şevki aşılayacak deliller ortaya koymuştur.

    Bu tarz teslimiyet ehli alimlerimizin eserlerinin ruhu, özü, hülasası da teslimiyettir. Yine İmam Gazalî rh.a. misalinden yola çıkarsak o, devrinin felsefecilerine cevap verirken daima dini teslim olunacak bir esas olarak anlatmış, tartışılmak istenilen bütün meselelere teslimiyet açısından yaklaşmıştır. İşte bu teslimiyetçilik sebebiyle, sözde hakikat arayışıyla Allah Azze ve celle'nin Dini üzerine bin türlü gevezelikler üretip şüphe tohumları saçanlar onu ve onun gibi alimleri sevmezler.

    Maalesef günümüzde akılları karıştıran, kalplere şüphe düşürmeye çalışanlar arttı. Kendine Din-i Mübin-i İslam’ın eleştirmenliği payesini biçenler, ayet-i kerimeleri, hadis-i şerifleri, sahabi efendilerimizin icmaını, alimlerimizin bin bir emekle derleyip muhafaza ettikleri ilimleri küçük görüyorlar. Şaşılacak bir kibirle başta sahabi efendilerimiz olmak üzere on dört asır boyunca ümmetin alimlerinin, salihlerinin yanıldığını, doğruyu kendilerinin bildiğini öne sürüyorlar. Müslümanı kendi dini ile kavga ettirmek istiyorlar.

    Oysa Cenab-ı Mevlanın dinin muhafazasına hizmetçi kıldığı alimlerimiz şöhret ihtirasıyla değil, Allah Teala’nın rızası için, başta kendi teslimiyetlerini arttırmak, sonra insanlara cennet yolunda bir nebze katkı sağlamak için ilim öğrenmişler, öğretmişlerdir. Ömürlerini bu yola vakfetmişler, bildikleriyle amel etmişler, sadece bilen değil aynı zamanda bildiklerini yaşayanlar olmuşlardır. Bu sayede bilmediklerini Cenab-ı Mevla’nın kendilerine öğretmesine talip olmuşlardır.

    Bugün kimi çevrelerin tahfif ve tahkir ettiği hadis alimleri, doğup yetiştikleri memleketlerin hadis hocalarının rivayetlerini derledikten sonra başka memleketlere giderek oralardaki hocaların meclislerine katılmış, edep ve amellerini artırmış, böylece isnad sahibi olmuş ve rivayet müktesabatlarını genişletmişlerdir.

    Fıkıh alimlerimizin de aynı hassasiyetle yaşadığını, dine bir bahis mevzu olarak değil, Alemlerin Rabbi’nin rızasına götürecek tek yol olarak baktığını biliyoruz.

    İslam’ın bizatihi kendisinde olduğu gibi, İslamî ilimlerin temelinde de teslimiyet vardır. Teslimiyetin meyvesi ihlas ve güzel ahlaktır. Biz ihlasa talip müminler, dinimizi bir şüpheler denizi, tartışma ve şöhret malzemesi olarak göremeyiz. Bizim tavrımız, yönelişimiz teslim olmak, ihlasla “işittik ve itaat ettik” (Bakara, 285) demektir.

    Unutmayalım ki hiç kimse bulanık akan bir nehrin yanında durup temizlenmek, o nehirden içmek istemez. Arı duru bir su arar. Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar berrak bir şekilde akıp gelmiş, muhafaza edilmiş kutlu ırmağı korumak, bulandırmaya çalışanlara itibar etmemek vazifemizdir. Yine unutmayalım ki kul olarak aldatmamakla mükellef olduğumuz kadar aldanmamakla da yükümlüyüz. Yarın rûz-ı mahşerde “Biz falan kişiye uyduk, ona aldandık” demek kurtarmayacaktır.

    Allah Azze ve celle bizleri Ashab-ı Kiram’ın, ümmetin ulemasının, salih kullarının yolundan ayrılmayan, adım adım o kutlu kervanın peşinden gidenlerden eylesin.