İmamı Şafi Hz.leri

Konusu 'Dini bilgiler' forumundadır ve Abdullah tarafından 8 Haziran 2012 başlatılmıştır.

  1. Abdullah

    Abdullah Süper Moderatör Süper Moderatör Admin Kayıtlı Üye

    İmamı Şafi Hz.leri
    Mezhep İmamlarımızdan İmam Şafiî rh.a.



    Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in insanlığa tebliğ ettiği Din-i Mübin’i Ashab-ı Kiram efendilerimiz öğrendiler, uyguladılar ve öğrettiler. Onlardan da, bir sonraki nesil olan Tabiîn nesli gördü, öğrendi ve sonrakilere öğretti. Bugün mezhep imamları dediğimiz büyük zatlar bu dönemde yetişip İslâm fıkhını tedvin ettiler, bir araya getirdiler. Onlar hem ilimleriyle, hem de ahlâk ve takvalarıyla önder kimselerdi. Bu mübarek zatları İmam Şafiî hazretlerinden başlayarak hatırlayalım ve analım.
    İmam Şafiî hazretleri, Ehl-i Sünnet’in amelde dört hak mezhebinden olan Şafiî mezhebinin kurucusu ve evliyanın büyüklerindendir. İsmi, Muhammed b. İdris b. Abbas b. Osman b. Şafiî b. Sâib Kureyşî’dir. Künyesi Ebu Abdullah’tır. Anne ve baba tarafından soyu Peygamber Efendimiz’le birleşmektedir. Dördüncü dedesi Şafiî’nin ismine nisbetle ona da Şafiî denildiği için bu isimle meşhur olmuştur.
    Miladi 767 (hicri 150) yılında Gazze’de doğdu. Henüz bebekken babası vefat etti. Annesi onu iki yaşındayken asıl vatanı olan Mekke’ye getirdi. İlim tahsiline altı yaşında başladı. Yedi yaşına gelince Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Hafızlıktan sonra da ilim iştiyakı başladı. Mekke’de bulunan o zamanın büyük alimlerinin derslerine ve sohbetlerine devam etti. Kendisi o günlerden şöyle bahseder:
    “Kur’an-ı Kerim’i ezberledikten sonra devamlı Mescid-i Haram’a gidip, fıkıh ve hadis alimlerinden çok istifade ettim. Fakat çok fakirdik, bir yaprak kâğıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri kemik parçaları üzerine yazardım.”
    İmam Şafiî rh.a., Mekke’deki bu ilk tahsilinden sonra Arapçanın inceliklerini ve edebiyatını öğrenmek için Mekke’nin dışında yaşayan Huzeyl kabilesinin yanına gitmiştir. Yine kendisi anlatıyor: “Ben Mekke’den çıktım. Çölde Huzeyl kabilesinin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakımından en fasihi idi. Onlarla birlikte bir süre kaldım. Ok atmayı öğrendim. Mekke’ye döndüğüm zaman birçok rivayet ve edebiyat bilgisine sahip olmuştum.”
    Daha çocukken
    İmam Şafiî hazretleri daha on yaşında iken, o zamanın meşhur alimi İmam Malik rh.a.’in 1720 hadisten oluşan Muvatta adlı kitabını dokuz gecede ezberlemiştir. Gençliğinin ilk yıllarında kendisini tamamen ilme vermişti. Daha on üç yaşında iken, Harem-i Şerif’te “Bana istediğinizi sorun?” derdi. On beş yaşında iken fetva verirdi. Zamanının büyük alimi ve üç yüz bin hadis ezberi olan İmam Ahmed b. Hanbel rh.a. ondan ders almaya gelirdi. Etrafındakiler İmam Ahmed’e:
    – Sen böyle büyük bir alim iken, çocuğun yaşındaki bir genç karşısında nasıl oturuyorsun, dediklerinde şu cevabı vermiştir:
    – Bizim ezberlediklerimizin manalarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim ilmin kapısında kalacaktım. Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allah Tealâ bu kapıyı kullarına İmam Şafiî ile tekrar açtı. İslâm’a şimdi ondan daha çok hizmet eden birini bilmiyorum. “Allah Tealâ her yüzyılda bir alim yaratır, benim dinimi herkese onun ile öğretir.” hadis-i şerifinde bildirilen alim odur.
    İmam Şafiî hazretlerinden dinlemeye devam edelim:
    “Çocukluk zamanımda, Mekke’de rüyamda Peygamber Efendimiz’i gördüm. Tam bir heybetle Mescid-i Haram’da imamlık yapıyorlardı. Namaz bitince yanlarına gidip:
    – Bana da ilim öğretiniz, dedim. Bunun üzerine kaftanının altından bir terazi çıkarıp:
    – Bu senin içindir, buyurup bana hediye ettiler. Bu rüyamı tabir ettirdim. “Sen ilimde önder olacaksın ve Sünnet üzere olacaksın. Terazinin manası ise, Hakikat-ı Muhammediyye’ye kavuşacağının alâmetidir.” dediler.”
    Naklederler ki, bir gece Halife Harun Reşid, eşi Zübeyde ile bir hususta tartışmaya girmişti. Zübeyde, Harun’a:
    – Ey cehennemlik, demiş. Harun da:
    – Eğer ben cehennemliksem sen benden boş ol, demiş ve bu suretle birbirinden ayrılmışlardı.
    Harun, Zübeyde’yi çok seviyordu, bu yüzden çok üzüldü. Tellal çıkartıp, Bağdat ulemasının toplanarak bu meselenin halledilmesini emretti. Hiç kimse işin içinden çıkamadı. “Harun cennetlik mi, yoksa cehennemlik midir? Bunu ancak Allah Tealâ bilir!” dediler. Topluluğun arasından ayağa kalkan bir çocuk:
    – Bunun cevabını ben veririm, deyince halk şaşırdı ve hayretle:
    – Galiba bu çocuk deli, bu kadar büyük alimlerin aciz kaldığı meselede o ne söyleyebilir, dediler.
    Bu çocuk İmam Şafiî rh.a. idi. Saraya gidildi. Halife ile eşini karşısın alıp:
    – Cevap ver ey Harun! Senin mi bana ihtiyacın var, benim mi sana, diye sordu. Halife:
    – Benim sana ihtiyacım var, dedi. İmam Şafiî:
    – O halde tahttan aşağıya in, çünkü alimlerin mevkisi yüksektir, dedi. Bunun üzerine Halife kalkıp onu tahta oturttu. İmam Şafiî:
    – Önce ben sana bir mesele soracağım, sen bana cevap verirsen, ben de senin meseleni cevaplandıracağım, dedi. Halife:
    – Sualin neyse sor, dedi. İmam Şafiî:
    – Günah işleme imkanın varken hiç o günahtan vazgeçtiğin oldu mu?
    – Evet, vallahi böyle bir hadise başımdan geçmişti.Gençliğimde hoşuma giden bir kadınla başbaşa kalmıştık, dilediğimi yapabilirdim. Allah’tan korktuğum için kadına dokunmadım.
    Bunun üzerine İmam Şafiî rh.a.:
    – Ben senin cennet ehlinden olduğuna hükmediyorum, deyince alimler seslerini yükseltti:
    – Hangi delile dayanıyorsun, dediler. Şafiî dedi ki:
    – Kur’an’a dayanıyorum. Zira Hak Tealâ buyurur ki:“Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz cennet onun sığınağıdır” (Naziat, 40).
    Bu cevap üzerine bütün alimler hayranlıklarını dile getirdiler: “Daha çocukken böyle! Genç olunca nasıl olur?” demekten kendilerini alamadılar.
    ‘Şanın büyük olacak’
    İmam Şafiî rh.a.’in tahsil hayatındaki en önemli safha İmam Malik hazretlerine talebe olmasıyla başlamıştır. Bu süreci de kendisinden dinleyelim:
    “İlk zamanlar Mekke’de Müslim b. Halid’den fıkıh öğrendim. O sırada Medine’de bulunan Malik bin Enes’in büyüklüğünü, müslümanların imamı olduğunu işittim. Kalbime onun yanına gidip talebesi olma isteği doğdu. Medine’ye gidip, kendisine isteğimi anlattım. Bana baktı:
    – Adın ne, dedi.
    – Muhammed, dedim.
    – Ey Muhammed! İleride büyük bir şanın olacak. Allah Tealâ senin kalbine bir nur vermiş. Onu masiyetle söndürme! Yarın birisi ile gel, sana Muvattâ’yı okusun buyurdu. Ben de:
    – Onu ezberledim, ezberden okurum dedim.
    Ertesi gün gelip okumaya başladım. Ne zaman imamı üzme korkusuyla dursam, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır:
    – Ey genç okumaya devam et, buyururlardı.
    İmam Şafiî hazretleri, İmam Malik rh.a.’in yanına geldiği zaman yirmi yaşlarında idi. İmam Malik onu himayesine alıp dokuz yıl boyunca ilim öğretti. Artık yüksek bir ilmî mertebeye erişen İmam Şafiî hazretleri Mekke’ye dönünce, Yemen valisi onu Yemen’e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdat’a giderek İmam Azam rh.a. hazretlerinin talebesi İmam Muhammed rh.a.’ten ders almaya başladı. İmam Muhammed onu kendi himayesine alıp, Irak’ta tedvin edilen fıkıh ilmini öğretti. İmam Şafiî hazretleri onun ilminden ve kitaplarından çok istifade etmiştir. Nitekim kendisi şöyle buyurmuştur:
    – İlimde ve dünya işlerinde hiç kimse İmam Muhammed kadar bana faydalı olmamıştır.
    Ebu Ubeyd de İmam Şafiî hazretlerinden şöyle duyduğunu anlatır:
    “İmam Muhammed’den öğrendiğim ilimle birçok kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde Irak alimlerinin, Irak alimleri de Kûfe alimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebu Hanife’nin çocuklarıdır.”
    İnsanlar içinde güneş gibi
    İmam Şafiî hazretleri, Bağdat’ta el-Kitabü’l-Bağdâdiyye adını verdiği eserini yazdı. O ilim, takva, marifet, zekâ ve hafıza bakımından zamanındaki alimlerin önderiydi. Onun açtığı yoldan nice büyük alim yürümüş ve Ehl-i Sünnet’e büyük hizmetler vermişlerdir. Bunların bazıları şunlardır:
    Hadis alimlerinden İmam Nesâî, kelâm (akaid) alimlerinden Ebü’l-Hasan Eş’arî ve bunun yanında Mâverdî, Gazâlî, Nevevî, Abdülmelik b. Abdullah, İbn-i Hâcer Mekkî, Beyhakî, Suyutî ve daha nice şahsiyet… (Allah hepsinden razı olsun.)
    Ahmed b. Hanbel hazretlerinin oğlu Abdullah, babasının İmam Şafiî hazretlerine çok dua ettiğini görerek sebebini sorunca:
    – Oğlum, Şafiî’nin insanlar arasındaki yeri gökteki güneş gibidir. O, ruhların şifasıdır, buyurmuştur.
    Büyüklerimizden Süfyan Sevrî hazretleri (d. 95 / v. 161 hicri) onun çocukluk yıllarına rastlamasına rağmen şöyle demiştir: “İmam Şafiî’nin aklı, zamanındaki insanların yarısının akılları toplamından fazladır.”
    Hâce Abdullah Ensârî k.s. de şöyle buyurur: “İmam Şafiî’yi çok severim. Çünkü evliyalıkta hangi makama baksam, onu herkesin önünde görüyorum.”
    Yine İmam Şafiî hazretleri anlatıyor:
    “Bir gün rüyamda, Hz. Ali efendimizi gördüm. Parmağından yüzüğünü çıkardı, parmağıma taktı. Bu hareketi, kendi ilminin ve Rasulullah’ın ilminin bana geçmesinin alameti idi.”
    İmam Şafiî hazretleri, İmam Malik’in ve İmam Azam’ın talebesi İmam Muhammed’in ilim meclislerine katılarak bu iki imamın içtihat yollarını öğrendi, bu iki yolu birleştirdi ve Şafiî mezhebi doğdu. O, usul-i fıkıh ilmindeki meseleleri ilk defa sınıflandırıp “er-Risâle fi’l-Usûl” adlı eserinde toplamıştır.

    semerkand dergisi