İhsan sahibi nasıl olunur?

Konusu 'Dini bilgiler' forumundadır ve Beyza tarafından 22 Ekim 2013 başlatılmıştır.

  1. Beyza

    Beyza Moderatör

    Bizler, Peygamber Efendimiz’in 1400 sene sonra gelen ümmetiyiz. Bugün artık “sahabi” olma imkanımız bulunmuyor. Fakat ayette zikredilen, “Muhacirler ve Ensar’a güzelce tabi olan ihsan sahipleri”nden olma imkanı, bütün ümmet-i Muhammed için kıyamete kadar bakidir.

    Şayet bizler de Muhacir Efendilerimiz gibi batıldan hakka, şerden hayra, bencillikten fedakarlığa hicret edebilirsek;

    Ensar Efendilerimiz gibi Allah’ın dinine hizmet için bütün gücümüzü seferber edip mazlum ve mağdur din kardeşlerimizle imkanlarımızı cömertçe paylaşabilirsek;

    İşte o zaman bizler de ashab-ı kiram’ın izini güzelce takip eden ihsan ehli mü’minlerden oluruz -inşaallah-.

    EN HAYIRLI ASIR

    Oʼnun yaşadığı asrı ademoğulları için en hayırlı bir asır kılıyor. Orayı asr-ı saadet eyliyor. Bir faziletler medeniyeti meydana geliyor orada.

    Kıblesini; insanlığı, adem –aleyhisselam-ʼı ilk yarattığı, Kabeʼye yönlendiriyor. İlk yapılan mabede yönlendiriyor.

    Kurʼan-ı Kerimʼi korumayı kıyamete kadar kendi üzerine Cenab-ı Hak vaad ediyor, kendi üzerine alıyor. Tevratʼta, İncilʼde, Zeburʼda yok bu, yalnız Kurʼan-ı Kerimʼde.

    Bir de beldesini harem kılıyor. Nasıl Mekke bir haremse, Medine-i Münevvereʼyi de harem kılıyor.

    Oʼnun mescidinde/Ravzaʼda kılınan namazı bin namazdan daha faziletli kılıyor. Kendisine yolculuk yapılan üç mescidin arasında olmuş oluyor.

    Minberini Cennetʼte Havzʼın üzerinde eyliyor. Evi ile minberi arasını Cennet bahçelerinden bir bahçe eyliyor.

    Uhudʼu Cennet dağlarından bir dağ olmuş oluyor.

    Ümmetini merkez ümmet, en hayırlı bir ümmet kılıyor. Ve diğer ümmetlere şahit olarak gönderiyor.

    Her insanın bir şeytanı vardır peşinde. Kiramen Katibin var, bir de şeytanımız var. Yani bir kalabalıkla geziyoruz daima. Efendimizʼin yanında bulunan şeytana bile ikram etmiş, ona İslamʼa girmeyi nasib etmiştir. O da Peygamber Efendimizʼe hayırdan başka bir şey emretmemiştir.

    Cenab-ı Hak Oʼna bütün bunların daha fazlasını ikram ve ihsan eylediyse Oʼnu çok seviyor demektir. Çok çok, en çok Oʼnu seviyor demektir. O halde biz de Oʼnun kıymetini takdir etmeye, Oʼna ihtiram göstermeye, Oʼnu yüceltmeye ve sevmeye koşmamız zaruri.

    KENDİMİZE BUNLARI SORUYOR MUYUZ?

    Yani Cenab-ı Hak, Efendimizʼin alakası olan şeyleri tekrim ediyor, onlara bir izzet veriyor. Demek ki bizim de alakamız ne kadar Rasulullah Efendimizʼle? İbadetlerimiz ne kadar benziyor? Halimiz ne kadar benziyor? En başta akidemiz ne kadar benziyor? Muaşeretimiz ne kadar benziyor? Ahlakımız ne kadar benziyor? O kadar, demek ki ne kadar benziyorsak, Efendimizʼin alakası bizim üzerimizde artıyor demektir.

    Çünkü:

    “Ben kıyamette sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. Sakın günah işleyerek benim yüzümü kara çıkartmayın.” buyuruyor Efendimiz. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebu Davud, Menasik, 56)

    Demek ki biz de burada Rasulullah Efendimizʼle alakamızı artırmaya gayret etmemiz, Oʼnun o güzel sıfatlarıyla müzeyyen hale gelebilmemiz, bunun gayreti içinde bulunabilmemiz… Ashab-ı kiramın derdi buydu. Yani Oʼnun ibadeti nasıldı? Efendimiz:

    “Benim kıldığım gibi kılın.” buyuruyor. (Bkz. Buhari, Ezan 18) Benim gibi olun buyuruyor.

    Demek ki biz de her anımızda;

    “Ben ne kadar Oʼna benziyorum? Rasulullah Efendimiz benim yanımda olsa benim bu halime memnun olur mu? Yoksa bu halimden benim üzülür mü?..”

    Demek ki bir müʼmin de daima bu endişe içinde olacak ki, Rasulullah Efendimizʼle ne kadar alakamız artarsa Cenab-ı Hakkʼın indinde de o kadar bizim seviyemiz artmış oluyor.

    Mühim olan üç tane talimat var. Üç tane şart var:

    İlk inen ayet:

    اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

    “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)

    Yaratılışımız;

    لِيَعْبُدُونِ (“…Bana [Allahʼa] kulluk etsinler diye.” [ez-Zariyat, 56])

    لِيَعْرِفُونِ (Beni [Allahʼı] bilsinler diye…)

    Allahʼa kul olmak.

    لِيَعْرِفُونِ; Cenab-ı Hakkʼı kalpte tanıyabilmek. Yani marifetullahʼtan bir nasib alabilmek.

    Kalp, nefsani arzuları bertaraf edecek, ruhani istidatları…

    Cenab-ı Hak:

    نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

    (“…Ruhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sad, 72]) buyuruyor. Cenab-ı Hakkʼın verdiği istidatları…

    “Beni ademʼi mükerrem kıldık…” (el-İsra, 70) diyor. O mükerrem istidatları kul inkişaf ettirecek, nefsani arzuları bertaraf edecek, kendini daima ilahi kameranın altında olduğunun idraki içinde yaşayacak. Ve kalp inkişaf edecek.

    اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

    (“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

    Her gördüğü şeyde Cenab-ı Hakkʼı hatırlayacak.

    Gözünü düşünecek: Nasıl ufacık, beş gramlık bir madde, devamlı fotoğraf çekiyor, hafızaya atıyor, hatırlıyor vs…

    Kulak… Bütün uzuvlar ayrı…

    Cenab-ı Hak sema ile tefekküre davet ediyor, gökyüzüyle. Bak diyor, kaldır başını diyor, bir fütur görüyor musun diyor, kaldır tekrar bak diyor. (Bkz. el-Mülk, 3-4)

    Atmosferle, o sema alemiyle defalarca Cenab-ı Hak. Yağmurla. Nasıl bir su çıkıyor, ta Güneş bunu buharlaştırıyor. Her türlü su. İyi su, kötü su, idrar vs. şu bu, lağım suyu, hepsini Güneş buharlaştırıyor, semada temizleniyor, tekrar indiriyor.

    Belki şu bardaktaki su belki milyon sefer semaya indi çıktı; temizlene temizlene geldi. Yani yediğimiz gıdalar… Kim veriyor bunu, kim ikram ediyor?

    Cenab-ı Hak:

    “…Şükreden kullarım azdır.” (es-Sebe’, 13) buyuruyor.

    Demek ki mahlukatı bizim için çalışıyor. Toprak bizim için, her şey bizim için. Demek ki daima kul besmeleyle başlayacak, hamdeleyle bitirecek ve tefekkürle görecek. Kalbi görecek ve tefekkür halinde olacak. Yani tasavvuf, tefekkürü zirveleştirir. Çünkü kalbi hayatı inkişaf ettirdiği için, tefekkür zirveleşir…
     
    Son düzenleyen: Moderatör: 9 Nisan 2017