Burada önemli bir husus üzerinde durulması icap etmektedir. Aslında iffet esas olarak duygu ve düşünce safiyetiyle başlar. Bir kadının iffetli olması öncelikle onun tasavvur ve hayal planında, her türlü uygunsuz söz ve fiillerden uzak kalmaya ve bütün hâl ve hareketlerinde edep ve hayâyı elden bırakmama konusunda göstereceği azim ve kararlılığıyla ortaya çıkar. Başka bir ifadeyle iffet, uzuvların ahlâka aykırı davranışlardan korunmasından önce kalbte ortaya çıkar ki bu da bedenî hazlara ve nefsanî aşırılıklara karşı tavır almakla gerçekleşir. Bunun da yolu kadının dış ziyneti olan giyim kuşamına önem verdiği kadar iç ziyneti diyebileceğimiz namus, iffet ve fazilete de değer vermesiyle anlaşılır yoksa kendisini meleklerden ulvî hâle getiren bu iç derinliği ile iffet ve vakardan mahrum olan bir kadının, dış giyimine verdiği önem, sadece insanların gözünü boyayan yalancı bir elbise olacaktır çünkü iffeti hakkında söz söylenen bir kadın değersiz bir para gibidir ki onun atmosferinde sağlıklı nesillerin yetişmesinden söz edilemez. İşte kadında esas olması gereken; giyim kuşamına önem verdiği gibi duygu, düşünce, söz ve fiillerinde de kendisine yakışan iffet ve nezaheti gösterebilmesidir. O oturuşunda, kalkışında, yürüyüşünde ve konuşmasında hep afif ve hayâ sahibi olmalıdır. Bir taraftan tesettür mevzuunda İslâm’ın emirlerini titizlikle yerine getirirken diğer yandan bütün söz ve fiilleriyle iffetin temsilcisi olmaya çalışmalıdır. Cenâb-ı Hak Yüce Kitabında toplum ve ailenin sıhhati için birçok yerde ırz ve namusların korunmasını istemiş ve her türlü fuhşiyattan uzak durmamızı emretmiştir. Mesela bir yerde: “Irzlarını koruyan erkek ve kadınlar... Allah bunlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”16 buyrulurken, başka bir yerde ise: “Onlar ki namuslarını korurlar... İşte bunlar, cennetlerde ikram olunanlardır.”buyrulmuştur. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir hadis-i şeriflerinde iffetli insanları şöyle müjdelemiştir:"Her kim diline ve şehevî arzularına hâkim olacağına dair bana söz verirse ben de onun cennete girmesine kefil olurum.” Son olarak şunu da hatırlatmak gerekir ki bütün faziletlerin kaynağı iman olduğu gibi iffet ve hayâ duygusunun da kâmil manada temsil edilebilmesi imana bağlıdır. Bu duygu, iman ve marifetle geliştirilmez, ihsan duygusuyla takviye edilmez ve nefse muhalefetle fısk u fücûrun önü alınmazsa, gerçek manada faziletten, iffetten ve erdemden bahsetmek de mümkün olmayacaktır. Sözlerimizi Efendimiz’in (aleyhi ekmelü’t-tâhâyâ) şu mübarek beyanlarıyla noktalayalım: nin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.”