İDRAK: Bir şeyin aslını, mahiyetini, hakîkatini bilmek, anlamak. Kur'an-ı kerîmde, mealen buyruldu ki: O'nu (Allahü tealayı) gözler (dünyada) idrak edemez. O ise, gözleri bilir anlar. O, ihsan sahibi bilicidir. (En'am sûresi: 103) İnsanı hayvandan ayıran, ilim ve idraktir (Hadimî) İnsanların halet-i rûhiyeleri (rûhî durumları) farklı oduklarından, idrak ve fehmleri (anlamaları) da farklı olmaktadır. (İmam-ı Gazalî) Şükür, şükürden aciz kalındığını idrak etmektir. (Ebû Osman Mağribî) Allahü tealanın zatı idrak edilemez. Dünya yurdunda gözle görülmez. Kalb, O'nun varlığını tastîk eder. ahirette gözler O'nu görecektir. İnsanlar, Allahü tealayı ayet ve delîllerle bilmektedir. Kalbler O'nu tanır, fakat akıllar O'nu idrak edemez. (Sehl bin Abdullah) İdrak-i Basît: Tasavvuf yolcusunun kendini müşahedede (görmede) fani (yok) olması.