İBRAHİM SURESİ (سورة إبراهيم) Kur’an-ı Kerim’in on dördüncü suresi. Mekke döneminde Nuh suresinden sonra nazil olmuştur (Süyuti, i, 28, 30, 31, 83). 28 ve 29. ayetlerin Medine devrinde Bedir Gazvesi’nde öldürülen müşrikler hakkında indiğine dair rivayetler varsa da (İbn Kesir, iV, 509; Süyuti, i, 45) müfessirlerin çoğunluğu bunlara itibar etmemiştir (alusi, Xiii, 179). Mushafta elif-lam-ra harfleriyle başlayan beş surenin beşincisidir. ayet sayısı elli iki olup fasılası (أ، ب، د، ر، ص، ظ، ل، م، ن) harfleridir. İsmini, Mekke’nin güvenliği ve orada oturanların iyiliği için dua eden Hz. İbrahim’den alır (ayet 35). Kaynaklarda nüzul sebebiyle ilgili herhangi bir olaydan söz edilmiyorsa da üslup ve muhtevasından anlaşıldığına göre sure, Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’e ve ona inananlara karşı sürdüregeldikleri baskıların yoğunlaştığı bir dönemde, hicrete yakın günlerde inmiştir. Surenin başında (ayet 3), dünya hayatının lezzetlerine taparcasına bağlanan ve manevi güzelliklere sırt çeviren müşriklerin insanları Allah yolundan vazgeçirmek için bütün güçleriyle çaba gösterdikleri, bu tutumlarının anlaşılmaz bir sapıklık olduğu açıklanır. Müslümanlara uygulanan toplu boykot yıllarında onların ibadet ve tavaf için dahi Kabe’ye yaklaştırılmadıkları hatırlanırsa bu ayetlerin o dönemde müslümanlara yapılan baskıları dile getirdiği düşünülebilir. Ayrıca sure içinde namazı sürekli olarak kılmayı hatırlatan (ayet 31) ve Hz. İbrahim’in hem kendisi hem de zürriyeti için namaz kılmakla ilgili duasını (ayet 40) ihtiva eden ayetlerin bulunması bu surenin hicretten kısa bir süre önce vuku bulan mi‘rac olayından, yani beş vakit namazın farz kılınmasından sonra nazil olduğunu gösterir; sure ile ilgili bütün rivayetler de bunu destekler mahiyettedir. Surenin ana fikri ve amacı, Hz. Peygamber’in davetini reddeden ve ona karşı düşmanlıklarını arttırarak sürdüren kafirleri sert bir biçimde uyarıp tehdit etmek suretiyle caydırmaktır. Konusu ise öteki Mekki surelerde olduğu gibi tevhid, vahiy ve peygamberlikle ilgili temel iman meseleleridir. Hak dini yayma uğrunda peygamberlerin katlandığı sıkıntılara dair bilgilerin de yer aldığı sure beş bölüme ayrılabilir. Birinci bölümde (ayet 1-12) üç önemli hususa dikkat çekildiği görülür. Bunlardan birincisi, Allah’ın vahiy ve peygamber göndermedeki esas hedefi insanları küfrün karanlığından kurtarıp hidayete erdirmektir. Ancak diğer peygamberler ve -bir örnek olmak üzere- Hz. Musa, sadece kendi kavimlerini kurtarmakla görevli oldukları halde Hz. Muhammed bütün insanları aydınlığa çıkarmakla görevlendirilmiştir (ayet 5). Kur’an’ın Arapça gönderilmiş olması Resul-i Ekrem’e böyle bir görevin verilmesine engel teşkil etmez; çünkü yüce ve hikmet sahibi Allah, daha önceki peygamberlere de hep kendi kavimlerinin diliyle vahiy indirmiştir (ayet 4). İkinci önemli husus vahyin diliyle ilgilidir. Yusuf suresinin başında (12/2) Kur’an’ın açık seçik bir Arapça ile gönderildiği ifade edildiği halde bunun sebep ve hikmeti açıklanmamıştı. İbrahim suresinde ise vahyin tebliğinde bir peygamberin kendi kavminin dilini kullanmasının iletişimi kolaylaştırmak gibi bir hikmet taşıdığı açıklanmıştır. Buna rağmen peygamberler kendi kavimleri tarafından büyük bir direnişle karşılanmışlardır. Üçüncü husus, peygamberlerin tebliği karşısında inanmayanların ortaya koyduğu direniş ve bunun sebepleridir. Peygamberler insanların ruhlarında imanı yerleştirip kökleştirmeye, onları sosyal ilişkilerinde doğruluk ve iyiliğe yönlendirmeye çalışırken inkarcıların bilhassa lider konumunda bulunanları daha çok kendi çıkarları için zararlı gördükleri peygamberlerle çatışmaya girerler. Surenin ilk bölümünde bu çatışmanın iki temel sebebine dikkat çekilir: Birincisi dünya hayatının nimetlerine aşırı düşkünlük (ayet 3), ikincisi geçmişten gelen alışkanlıklara, gelenek ve göreneklere şuursuz bağlılık (ayet 10). Surenin birinci bölümü, kendilerine karşı yapılan eza ve cefalara rağmen peygamberlerin Allah’a güvenip yollarına devam etmeleri hususunda gösterdikleri azim ve iradeyi dile getiren ayetlerle son bulur. Surenin ikinci bölümünde (ayet 13-27), inanmayanların peygamberlere karşı sürdürdükleri düşmanlığın başka bir boyutuna dikkat çeken ayetler yer alır. Bu da peygamberlerin öz yurtlarını terketmeye zorlanmasıdır. Aynı ayetlerde peygamberi yurdundan sürüp çıkarmanın o kavme neye mal olacağı da bildirilmektedir. Allah onları yok edip yerlerine tekrar müminleri yerleştirecek, müşrikleri bu dünyada hezimete uğratacak, ahirette de çetin bir azaba çarptıracaktır; onların iyilik adına yaptıkları ameller kabul edilmeyip kül gibi savrulacaktır. Bu ayetler, bir yandan kafirlere uyarıda bulunurken bir yandan da hicretten sonra meydana gelecek savaşlara ve bu savaşlarda müslümanların elde edecekleri zaferlere işaret etmekte, Mekke’nin fethedileceği ve müslümanların yeniden oraya döneceği müjdesini vermektedir. Aynı bölümde kafirlerin ahirette hiçbir mazeret bulamayacakları, şeytana uyup küfre sapanların şeytan tarafından bile kınanacakları belirtilmekte; ardından müminlerin ebedi cennetlerle mükafatlandırılacağı, Allah’a inanmanın -ve bu inancın veciz bir ifadesi olan kelime-i tevhidin- (Buhari, “Tefsir”, 14/2), meyvesi bitip tükenmeyen bir ağaç gibi devamlı mutluluk sağlayacağı bildirilmektedir. Üçüncü bölüm (ayet 28-34), Allah’ın nimetleri ve bu nimetlere karşı nankörlük edenlerin durumlarıyla ilgilidir. Burada, Allah’ın hidayetini reddedip yerine inkarcılığı yerleştirmeye çalışanların kendileriyle birlikte kavimlerini de helake sürükledikleri ve karar kılacakları son durağın cehennem olduğu bildirilir. Ardından müminlerden namaz kılmaları, gizli açık hayır yapmaları istenir; kimsenin kimseye yardım edemeyeceği ahiret gününde bunun kurtarıcı rolüne dikkat çekilir. Allah’ın yaratıcı kudretiyle ortaya çıkardığı kevni varlıklara ve insanın yararlarını amaçlayan bunlardaki düzene işaret edilir. Bu bölümün son ayetinde, Allah’ın kullara saymakla başa çıkamayacakları kadar bol nimetler ihsan ettiği hatırlatılır. Dördüncü bölüm (ayet 35-41), insanlığın en büyük rehberlerinden olan Hz. İbrahim’in yüksek dini kişiliğini yansıtan ayetlerden oluşur. Burada Hz. İbrahim’in, Mekke’nin hem bir güvenlik merkezi hem de tevhid odağı olması dileğini de içeren son derece veciz örnek dua cümleleri yer alır. Onun duasının, “Rabbimiz! Hesapların görüleceği günde beni, ana-babamı ve bütün müminleri bağışla” şeklindeki son cümlesi, bütün müslümanlarca en çok sevilen ve tekrar edilen dualardan biri olmuştur. Surenin son bölümü (ayet 42-52) yukarıdaki hususların genel bir değerlendirmesi mahiyetindedir. Kim olursa olsun, nerede ve hangi devirde yaşamış bulunursa bulunsun, ilahi hakikatlere karşı savaş açan zalimlerin mutlaka yenilgiye uğrayacakları ve perişan olacakları özellikle vurgulanır; Allah’ın bildirdiği hak ve adalet yoluna karşı savaş açanların kaçınılmaz akıbetleriyle karşılaştıklarında hissedecekleri derin pişmanlık duyguları, faydasız dilekleri ve nihayet çarptırılacakları ağır cezalar kısaca anlatılır. Sure, bütün insanlara bir mesaj niteliği taşıyan şu ayetle son bulur: “İşte bu Kur’an insanlara bir bildiridir; onunla uyarılmaları, ibadete layık olanın yalnızca Allah olduğunu bilmeleri ve aklı başında kişilerin iyice düşünüp anlamaları için gönderilmiştir”. Surenin faziletine dair bazı tefsirlerde yer alan (mesela bk. Vahidi, iii, 22; Zemahşeri, ii, 309; Beyzavi, i, 643), “İbrahim suresini okuyan kimseye putlara tapan ve tapmayanların on katı ecir verilecektir” anlamındaki hadisin uydurma olduğu kabul edilmiştir (İbnü’l-Cevzi, i, 239-241; Zerkeşi, i, 432). Muhammed b. Seyyidi el-Habib, ed-DaǾve ilallāh fi sureti İbrahim el-Ħalil adıyla bir yüksek lisans çalışması yapmış (1401/1981, Medine, el-Camiatü’l-İslamiyye), Seyyid Muhammed Desukī (Tefsiru sureti İbrahim, Kahire 1987), Bedri atıf Ali Muhammed (el-Menhecü’l-ķavim fi tefsiri sureti İbrahim, Kahire 1988), Seyyid Ahmed Selim (el-Ķavlü’s-selim fi tefsiri sureti İbrahim, Kahire 1411/1991) ve Şehhat Muhammed Ebu Setit (bk. bibl.) birer kitap kaleme almışlardır.