Hz. Muhammed'in Peygamber Oluşu ve Mekke Dönemi Hayatı

Konusu 'Hz.Muhammedin hayatı' forumundadır ve Lasey tarafından 13 Eylül 2018 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Hz. Muhammed'in Peygamber Oluşu ve Mekke Dönemi Hayatı

    Hz. Muhammed (s.a.v.), 20 Nisan 571 tarihinde Mekke’de dünyaya geldi. Hz. Muhammed (s.a.v.), peygamber olduğunda Mekke’de yaşıyordu. O, 622 yılında Medine’ye hicret edinceye kadar hayatını burada sürdürdü ve İslam’ı da bu çevrede yaymaya başladı. Peygamberimiz (s.a.v.) İslam’ı ilk önce en yakınlarına, dostlarına ve güvendiği kimselere duyurdu. Çünkü kendisine ve Müslümanlara bir zarar gelmesinden endişe ediyordu. O, zamanla İslam’ı Mekke ve çevresinde yaymaya çalıştı. Peygamberimize (s.a.v.) Mekke’de inen ayetler, genellikle Yüce Allah’ın (c.c.) varlığını, birliğini, İslam’ın inanç esaslarını konu ediniyordu. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu dönemde, Mekke ve Arabistan Yarımadası’nda insanların çoğu putlara tapıyordu. Araplar kutsal Kabe’nin içini putlarla doldurmuşlardı. Toplumda haksızlık, adaletsizlik, kötü davranış ve alışkanlıklar artmıştı. Köleler, kadınlar, kız çocukları eziliyor ve hor görülüyordu.

    Hz. Muhammed (s.a.v.), yaşadığı toplumun içinde bulunduğu kötü durumdan rahatsızlık duyuyordu. Bu kötü ortamdan uzaklaşmak için zaman zaman Mekke yakınlarındaki Nur Dağı’nda bulunan Hira Mağarası’na gidiyordu. Burada evrenin yaratıcısını, toplumdaki sorunları düşünüyordu. Hz. Muhammed (s.a.v.), 35 yaşından sonra bunu daha sık yapıyordu. O, 610 yılının Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde yine Hira Mağarası’nda bulunuyordu. Bu sırada onun yanına Cebrail (a.s.) geldi. “Oku!” dedi. Hz. Muhammed (s.a.v.) de Cebrail’e (a.s.) “Ben okuma bilmem.” diye cevap verdi. Cebrail tekrar “Oku!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) okuma bilmediğini yineledi. Cebrail üçüncü kez “Oku!” deyince Hz. Muhammed (s.a.v.) “Ne okuyayım?” diye sordu. Bunun üzerine Cebrail (a.s.), “Yaratan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı alaktan* yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabb’in en büyük kerem sahibidir.” anlamına gelen Alak suresinin ilk beş ayetini okudu. Hz. Muhammed (s.a.v.) böylece Yüce Allah’tan (c.c.) ilk vahyi almış oldu.

    Hz. Muhammed (s.a.v.), Hira Mağarası’nda yaşadığı olaydan sonra heyecanlı bir şekilde ve telaş içinde evine döndü. Bir süre yatağına uzanıp dinlendikten sonra başından geçenleri eşi Hz. Hatice’ye (r.a.) anlattı. Hz. Hatice (r.a.) onu şu sözlerle teselli etti: “Allah’a yemin ederim ki o, seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabanı gözetirsin. İşini görmekten aciz olanların işlerini yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlar, halka yardım edersin...” Hz. Hatice (r.a.), daha sonra Peygamberimizi (s.a.v.) amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e götürdü. Varaka,Yahudilik ve Hristiyanlık hakkında bilgi sahibiydi ve Tevrat ile İncil’i iyi biliyordu. Hz. Muhammed (s.a.v.), yaşadıklarını ona anlatınca Varaka, “Müjde sana ya Muhammed! Allah’a yemin ederim ki sen, Hz. İsa’nın haber verdiği son peygambersin. Gördüğün melek, senden önce Allah’ın Hz. Musa’ya
    gönderdiği Cebrail’dir...”(1) dedi. Bu müjdeli haber, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) ve eşi Hz. Hatice’yi (r.a.) rahatlatmıştı. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ilk vahiyden sonra bir süre vahiy gelmedi. O, bir gün yine Hira Mağarası’ndan dönerken Cebrail’i (a.s.) gördü. Bu durum onu heyecanlandırdı. Hızla evine dönüp yatağına uzandı. Bu sırada Cebrail (a.s.) ona, Müddessir suresinin ilk ayetlerini getirdi. Yüce Allah (c.c.) bu ayetlerde şöyle buyuruyordu: “Ey bürünüp sarınan (Resulüm)! Kalk ve (insanları) uyar. Sadece Rabb’ini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terk et.”(Müddessir suresi, 1-5. ayetler.) Bu ayetlerde Yüce Allah (c.c.), Peygamberimizden (s.a.v.) İslam dinini insanlara duyurmasını istiyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) de Allah’ın (c.c.) bu buyruğuna uyup insanları İslam’a davet etmeye başladı.

    Hz. Muhammed (s.a.v.), çağrısına ilk önce yakınlarından başladı ve onun peygamberliğine ilk inanan kişi, hayattaki en büyük destekçisi olan eşi Hz. Hatice (r.a.) oldu. Daha sonra Hz. Muhammed’in (s.a.v.) azatlı kölesi Zeyd b. Harise (r.a.), amcasının oğlu Hz. Ali (r.a.) ve en yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir (r.a.) Müslüman oldular. Bunlara İlk Müslümanlar denir. Bunlardan Hz. Ali (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) amcasının oğluydu. Allah Resulü (s.a.v.) onu yanına almış ve bakımını üstlenmişti. Hz. Ali (r.a.), on yaşlarında bir çocukken Müslüman olmuştur. Hz. Ebu Bekir (r.a.), peygamberliğinden önce de Resulullah’ın (s.a.v.) en yakın dostuydu. Ticaretle uğraşan Hz. Ebu Bekir (r.a.), Mekke’nin önde gelen kişilerinden ve zenginlerindendi. Zeyd b. Harise (r.a.) ise köle iken Hz. Hatice (r.a.) tarafından Peygamberimize (s.a.v.) hediye edilmişti. Allah Resulü (s.a.v.) onu azat etmiş ancak o, Peygamberimizin (s.a.v.) yanında kalmış ve ona hizmet etmeyi tercih etmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) İslam’ı Mekke’de yakınları, tanıdıkları ve güvendiği kimseler arasında üç yıl gizlice yaydı. Peygamberimiz (s.a.v.), “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir.”(Hicr suresi, 94. ayet) ayeti indikten sonra insanları açıktan İslam’a davet etmeye başladı. Hz. Muhammed (s.a.v.), ilk olarak akrabalarını açıktan İslam’a davet etti. Onlara amcası Ebu Talip’in evinde bir ziyafet verdi ve burada, kendisinin Allah’ın (c.c.) elçisi olduğunu açıkladı. Akrabalarından, putlara tapmamalarını ve yalnızca bir olan Allah’a (c.c.) inanmalarını istedi. Ancak akrabalarının çoğu ona karşı çıktı ve Peygamberimize (s.a.v.) sert tepki gösterdi.

    Peygamberimiz (s.a.v.), akrabalarından sonra Mekkelileri Safa Tepesi’nde topladı. Burada onlara seslenerek şöyle dedi: “Ey Mekkeliler! Size, şu tepenin ardında düşman ordusu var, desem bana inanır mısınız?” Onlar, “Şüphesiz inanırız.” dediler. Ardından Peygamberimiz (s.a.v.), “... Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur. O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmî peygamber olan Resulüne – ki o Allah’a ve onun sözlerine inanır – iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”(İbn-i Sa’d, Tabakât, C 1, s. 103.) diyerek Mekkelileri İslam’a davet etti. Başta Ebu Cehil ve Ebu Leheb olmak üzere Mekkeliler, Peygamberimize (s.a.v.) karşı çıktılar. Onunla alay ettiler. Peygamberimizi (s.a.v.) küçümseyici sözler söylediler. Peygamberimiz (s.a.v.) ise tüm güçlüklere, baskılara rağmen Mekke’de İslam’ı insanlara anlatmaya devam etti. Bu süreçte Mekke’nin en yiğit ve en cesur kişilerinden olan Hz. Hamza (r.a.) ile Hz. Ömer (r.a.) de Müslüman oldu. Peygamberimizin (s.a.v.) amcası Hz. Hamza (r.a.), Ebu Cehil’in Peygamber Efendimize (s.a.v.) kötü davranıp hakaret etmesi üzerine Müslüman olmuştu. Hz. Ömer (r.a.) ise Peygamberimizi (s.a.v.) öldürmek niyetiyle yola çıkmış, ancak yolda kız kardeşinin Müslüman olduğunu öğrenmişti. Kız kardeşinin evinde okuduğu Kur’an’dan etkilenip İslamiyeti kabul etmişti. Onların Müslüman olması müşriklerin moralini bozmuş, müminleri ise güçlendirmişti.


    Müslümanların sayısının her geçen gün artması, Mekkeli putperestleri iyice endişelendirdi. Bunun üzerine Mekkeliler, İslam’ın insanlar tarafından kabul edilmesini engellemeye çalıştılar. Müslüman olanlarla alay ettiler. Onlara baskı ve şiddet uyguladılar. Eziyet ettiler. Yoksul ve kimsesiz Müslümanlara baskılarını gittikçe artırdılar. Bunun üzerine 615 ve 616 yılında iki grup Müslüman, Mekke’den ayrılıp Habeşistan’a hicret etti. Habeşistan hükümdarı, ülkesine gelen Müslümanlara kucak açtı ve onlara çok iyi davrandı. Mekkeli müşrikler, Müslümanları Habeşiştan hükümdarından istemek için bir heyet gönderdi. Hükümdar, ülkesine sığınan Müslümanları çağırıp onlarla konuştu. Sonra da Mekkelilere, Müslümanları kendilerine vermeyeceğini söyledi ve onları eli boş gönderdi.

    Habeşistan’dan istediklerini alamayan Mekkeli müşrikler, Müslümanlara baskılarını artırdılar. Müslümanları dinlerinden döndürmek için onlarla her türlü ilişkiyi kestiler. İslam’ı kabul edenlerle konuşmadılar, alışveriş yapmadılar. Sosyal ve ekonomik boykot uygulayarak onları baskı altına almayı amaçladılar. Peygamberimiz (s.a.v.) ve Müslümanlar, tüm bu baskı ve eziyetlere sabırla karşı koydular. Her türlü güçlük içinde İslam’ı yaşamaya ve yaymaya devam ettiler. Boykotun hemen ardından Peygamberimiz (s.a.v.), kısa aralıklarla iki üzücü olay yaşadı. 620 yılında, her zaman desteğini gördüğü, varlığıyla huzur bulduğu hayat arkadaşı Hz. Hatice (r.a.) ile kendisini her zaman koruyan amcası Ebu Talip kısa zaman aralıklarıyla vefat etti. Çok sevdiği bu kişileri kaybetmek, Peygamberimizi (s.a.v.) derinden üzdü. Müslümanlar da onların vefatına üzüldüler. Bu sebeple Hz. Hatice (r.a.) ile Ebu Talip’in vefat ettiği sene, Hüzün Yılı olarak anıldı.



    620 yılında İsra ve Miraç mucizesi gerçekleşti. Allah’ın (c.c.) izniyle Peygamberimiz (s.a.v.) bir gece Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürüldü. Buna İsra denir. Hz. Muhammed (s.a.v.), Mescid-i Aksa’dan da Allah (c.c.) katına yükseltildi. Buna ise Miraç denir.


    Peygamberimiz (s.a.v.), Taif’te yaşayan Sakif kabilesine gitti. Yanında da Zeyd b. Harise (r.a.) vardı. Allah Resulü (s.a.v.), Taiflilere İslam’ı tebliğ etti. Kendisinin, Allah’ın (c.c.) peygamberi olduğunu söyleyerek onları Müslüman olmaya davet etti. Taiflilere, puta tapmamalarını, tek Allah’a (c.c.) iman etmelerini söyledi. Ancak Taif halkı Hz. Peygamber’in (s.a.v.) davetini kabul etmedi. Üstelik Taifliler, onu bazı kişilere, çocuklara taşlattılar. Atılan taşlar, Peygamberimizin (s.a.v.) ve Zeyd b. Harise’nin (r.a.) yaralanmasına sebep oldu. Taiflilerin kötü muamelesine maruz kalan Hz. Muhammed (s.a.v.), üzgün bir şekilde Mekke’ye döndü. Ancak yine de Taiflilerin kötülüğünü istemedi, onlar için beddua etmedi. Halini Allah’a (c.c.) arz etti. Taiflilerin Müslüman olmasını diledi.(İbn-i Kesir, es-Sîretü’n-Nebeviyye, s. 243.)