Hz. Peygamber'in Müşriklerle Yaptığı Anlaşmalar İnsan; idrak sahibi ve kendini ifade edebilen uygar bir varlıktır.Özelliklerden dolayı insan, türdeş leriyle birlikte yaşar. İlahi sınama gereği gayelerine sınır çizilmeyen insan, sosyal ilişkilerinde hakkı olanla yetinebildiği gibi başkasının hukukunu ihlalde edebilir. Bunun sonucunda insanlar arasında çelişkiler oluşur ve bunlar antlaşma veya çatışmayla neticelenebilir. Bu tür olaylar İslam'ın doğduğu çevrede de yaşanmıştır. İslam öncesi dönemi ifade eden Cahiliye devri Arapları arasında; hilf, civar, himaye, eman, ahd, sulh, istilhak, hafare ve muahat gibi birçok antlaşma türü bulunmaktaydı.Örneğin hilf; dayanışma, yardımlaşma, savunma veya mazlumun hakkını almak ve buna benzer amaçlarla yapılan ittifaktır. Cahiliye devrinde;müttefiki yardıma çağırmaya istiğase, antlaşmayı sonlandırmaya tehalü’,tek taraflı himayeyi kaldırma teamülüne ise hal’ (الخلع) deniliyordu. İslam öncesi dönemde Mekkeliler, ticari faaliyetlerini sürdürebilmek için komşu ülkelerle çeşitli antlaşmalar (hilf) yapmış ve kervanlarıyla serbest dolaşım hakkı elde etmiştir. Mekkelilerin komşu ülkelerde serbest dolaşımına, kaynaklarda “ilaf” denilmiştir ve Kur’an-ı Kerim’de el-ilaf Sûresi adıyla da anılan Kureyş Sûresi’nde zikredilmiştir. Erdemliler Antlaşması İslam öncesi Mekke’de yapılan önemli antlaşmalardan birisi Hilfü’l-Fudûl’dur (erdemliler antlaşması). Hilfü’l-Fudûl’un gerçekleşmesinde, Ficar Savaşları’nın yıkıcı etkileri ve Mekke’de meydana getirdiği infialin etkisi göz ardı edilemez. Hicretten yaklaşık olarak otuz üç yıl önce,bazı Mekkeliler, şehirlerinde haksızlığa uğrayan insanlara yardım etmek amacıyla toplandılar. Toplantı;Hz. Peygamber’in (s.a.v) amcası Zübeyr’in öncülüğünde Mekkelilerin istişare meclisi Darünnedve’de yapıldı ve nasıl hareket edeceği görüşbirliğiyle belirlendi. Aynı kesimler; Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) babasının amcazadesi Abdullah b. Cüd’an’ın evinde yaptıkları toplantıda karar aşamasında ayağa kalktılar, birbirlerinin ellerini tutarak hakkını geri alıncaya kadar mazlumla birlikte hareket etmek vemali konularda birbirleriyle yardımlaşmak üzere sözleştiler. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), gençliğinde katıldığı Hılful-Fudûl’u İslam çağında şu ifadelerle nitelemiştir:“Abdullah b. Cüd’an’ın evinde bir antlaşmaya şahit oldum. Ona katılmak bana kırmızı deve sürülerine sahip olmaktan daha sevimlidir. İslam çağında böyle bir antlaşmaya çağrılsam yine kabul ederdim. İslam onu teyit edip güçlendirmekten başkasını yapmaz. O zaman hakkı sahibine iade etmek ve zalimin mazluma üstünlük taslamasına engel olmak üzere antlaştılar”. Evet, İslam; meşru, insani ve ahlaki gayelerle Cahiliye devrinde yapılmış ittifak ve antlaşmaları teyit etmiş; İslam’ın yasakladığı hususlarda yapılanları ise kaldırmıştır. Zaten İslam kardeşliği ve hukuku böyle ittifaklara ihtiyaçbırakmamıştır. Bi’setten beş yıl önce Kabe’nin yeniden inşa ve onarımı sırasında çıkan anlaşmazlık Hz. Peygamber’in (s.a.v)hakemliğiyle çözülmüş ve böylece Mekke’de çıkması muhtemel bir iç savaş önlenmiştir. Hz. Peygamber(s.a.v) ve Müslümanlar, İslam’ın Mekke devresinde, müşriklerin olumsuz davranışları karşısında Allah’a sığınıp dua etmiş, işkencelere sabır gösterip kaba hareketlere müsamaha ile karşılık vermişlerdir. Medine’ye hicretten sonra insanlar, Hz. Peygamber’e (s.a.v)karşı tutumlarında dört gruba ayrıldılar: 1- Ona (s.a.v)karşı silahlı mücadeleyi tercih eden Kureyşli müşrikler. 2- Bekle gör siyaseti güden Arap kabileleri. Bunlardan bazıları onunla (s.a.v)antlaşma yolunu seçmişlerdir. 3- Onunla (s.a.v)önce antlaşan; fakat zamanla antlaşmaları ihlal eden Medine’de yaşayan Yahûdi kabileleri. 4- Görünürde Müslüman hakikatte ise İslam düşmanı münafıklar. Medine’de yaşayan bütün kesimlerle sulh/barış ve karşılıklı güven ortamı içinde yaşama iradesini gösteren[9]Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), on yıllık Medine döneminde çeşitli kesimlerle birçok antlaşma yapmıştır. Medine Vesikası Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v); Enes b. Malik’in (r.anha)ebeveyninin evinde, Müslüman olan ve olmayan Medineli ahalinin katılımıyla büyük bir toplantı yaptı ve bütün tarafların anlaşmasıyla Medine Vesikası denilen bir mutabakat kaleme alındı (h. 1/m. 622). Mutabakata göre dahildeki kan davaları yasaklanmış, dışardan gelecek saldırılara karşıgüç birliği ilkesi benimsenmiş,savaş ile barışın ayrılmazlığı esası şart koşulmuş, Resûlullah (s.a.v) adli meselelerin çözümü ve askeri seferlere kimlerin katılacağı konularında karar mercii olmuş ve Yahudilerin dini hürriyete sahip olacakları teyit edilmiştir. Medine Çevresinde Yaşayan Kabileler İle Yapılan Antlaşmalar Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), h. 1/m. 622 yılında,karşılıklı olarak güvenin sağlanması içinCüheynelilerin talebi üzerine onlarla antlaşma yaptı. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), h. 2/m. 623 yılında üç antlaşma yapmıştır. Birincisi:Cüheyne Gazvesi’ndeBeni Gıfar ve Beni Eslem kabileleriyle “yardımlaşmak, birbirine destek olmak ve komşuluk haklarına riayet edip ihanet etmemek üzere” (kitabü müdamece) antlaşma yapılmıştır. İkincisi: Ebva Gazvesi’nde Beni Damra kabilesi ile karşılıklı saldırmazlık antlaşması (müvade’a) yapılmış ve bir yazıyla tevsik edilmiştir. Buna göre Beni Damra kabilesi, Hz. Peygamber’e (s.a.v) karşı savaş hazırlığı yapmayacak ve düşmanına yardım etmeyecektir. Üçüncüsü:Uşeyre Gazvesi’nde Beni Müdlic ve Beni Damra ile karşılıklı saldırmazlık antlaşması yapılmıştır. Zürkani’ye göre Beni Damraile yapılan yeni antlaşma; ya eskisini teyit için ya da bir nedenden dolayı Beni Müdlic’ten bağımsız hareket eden ve onun müttefiki olan Beni Damralı bir grupla yapılmıştır. Dûmetülcendel Seferi’nde (h. 5/m. 626), Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), yaşanan kuraklıktan etkilenen Beni Fezare ile saldırmazlık antlaşması yaptı. Buna karşılık onlara Müslümanların hakimiyetindeki bazı meraları kullanma izni verildi. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), yukarıda zikredilen müşrik kabilelerle yapılan antlaşmalar sayesinde, Medine çevresinde yaşayan kabilelerden gelebilecek güvenlik risklerini bertaraf etmiş ve Mekke’den gelmesi muhtemel tehlikelere karşı da Medine’nin güvenliğini sağlamıştır. Hudeybiye Antlaşması Hz. Peygamber’in (s.a.v)siyerinin dönüm noktalarından birisi Hudeybiye Antlaşması’dır (h. 6/m. 627). Hudeybiye’den önce Medine İslam toplumunun siyasi ve askeri durumu pek parlak değildi. Güneyde Medine’yi devamlı tehdit eden Mekkeli müşrikler, kuzeyde ise Gatafan ve Fezare kabileleriyle Medine’den çıkarılan Beni Nadir’in yerleşmesi sonucunda bir Yahûdi merkezi haline gelen Hayber bulunuyordu. Ayrıca -Serahsi’ye göre- Hayberli Yahudilerle Kureyş arasında, Hz Peygamber’in (s.a.v) taraflardan birine saldırması halinde birlikte karşı koymak ve gerekirse yine birlikte Medine’ye saldırmak üzere bir antlaşma yapılmıştı. İki tarafla tek başına baş edemeyeceğini hesap eden Medine İslam toplumunun, en uygun ve en etkili tarafla anlaşıp, onu oluşan ittifaktan koparması gerekiyordu. En uygun tarafın Mekkeli müşrikler olduğunu mülahaza eden Resûlullah (s.a.v), Mekke ile savaş hali sürmesine rağmen arayı düzeltmek için bir dizi teşebbüste bulundu. Zira Mekkeli müşriklerle yapılacak bir sulh, Müslümanlara karşı oluşan ittifakın başsız kalması ve dağılması demekti. Siyasi şartların bu şekilde geliştiği bir dönemde, Resûlullah(s.a.v), ashabıyla birlikte umre yapmaya karar verdi. Umre hazırlıkları tamamlanıp yola çıkıldığında Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), -silahları kınlarında olan- 1400 kişilik bir kafileyle Mekke’ye hareket etti. Hz. Peygamber’e (s.a.v)Kureyşli müşriklerin Müslümanları Kabe’ye sokmak istemedikleri ve onlarla savaşmak üzere hazırlık yaptıkları haberi geldi. Müslümanlar, Hudeybiye’de konakladı.Resûlullah’ın (s.a.v)dostu Tihameli Büdeyl b. Verkā’ el-Huzai bir grupla birlikte onun(s.a.v) huzuruna geldi. Resûlullah (s.a.v): “Biz kimse ile savaşmak için gelmedik, umre yapmak için geldik. Şüphesiz savaş Kureyş’i yordu ve onlara zarar verdi. Eğer isterlerse, kendilerine bir sulh müddeti veririm ve insanlarla aramdan çekilirler. Şayet ben başarılı olur ve onlar da insanların girdiği bu yola girmek isterlerse gelirler. Eğer ben başarılı olmazsam, onlar da rahat ederler. Eğer bunu kabul etmezlerse, hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, başım gövdemden ayrılıncaya kadar bu dava uğrunda onlarla savaşırım. Allah, mutlaka emrini gerçekleştirecektir” buyurdu. Bazı gelişmelerin ardından Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Mekkeliler arasındaki nüfuzu sebebiyle Hz. Osman’ı (r.anha)elçi olarak gönderdi. Hz. Osman (r.anha), Kureyşli müşriklerin ileri gelenleriyle görüştü. Ancak Kureyşli müşrikler, Müslümanların Kabe’yi ziyaret etmelerine izin vermeyeceklerini kesin bir dille ifade ettiler ve eğer isterse sadece kendisinin Kabe’yi tavaf edebileceğini bildirdiler. Hz. Osman (r.anha), Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Kabe’yi henüz tavaf etmediği için bu teklifi kabul etmedi. Kureyşliler, onun bu tutumuna çok kızdılar ve kendisini göz hapsine aldılar. Savaştan Kaçmamak Üzerine YapılanBiat: Rıdvan Mekke’den Hz. Osman’ın (r.anha) öldürüldüğü şeklinde haberler gelmesi üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), müşriklerle savaşmadan ayrılmayacaklarına ve savaştan kaçmamak üzere ashabındanbiat aldı. Rıdvan Biati, Kureyşliler üzerinde gereken etkiyi yaptı ve Hz. Peygamber’le (s.a.v) anlaşma yolunu seçmelerine sebep oldu. Nihai müzakerede Mekkeli müşrikleri Süheyl b. Amr temsil etti. Süheyl, antlaşma metnine “بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ” ve “مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ” ibarelerinin yazılmasına karşı çıktı. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), Mekke’yle antlaşmanın önemini binaen teklif edilen bazı ağır şartları kabul etti ve iki taraf şu temel maddelerde anlaştı: 1- Barış on yıl geçerlidir. 2- Üçüncü taraflar, diledikleri tarafla ittifak yapabilir. 3- Velisinden izinsiz Hz. Peygamber’e sığınanlar Mekke’ye iade edilecek, fakat Müslümanlardan Kureyş’e sığınanlar Hz. Peygamber’e iade edilmeyecektir. 4- Müslümanlar antlaşmanın yapıldığı yıl değil gelecek yıl Mekke’de üç gün bulunup Kabe’yi ziyaret edecekler ve yanlarında ise kınlarında olmak şartıyla yolcu silahı bulunacaktır. Antlaşmaya Müslümanlardan sekiz, Mekkeli müşriklerden iki kişi şahit tutulmuştur.Antlaşma metninin bir nüshası Hz. Peygamber’e (s.a.v), bir nüshası ise Süheyl b. Amr’a verilmiştir. Barış Ortamı: İslam’ın Yayılışı ve Fetih Süreci Hz. Ebû Bekir’in (r.anha), -Medine İslam toplumunun Mekkeliler tarafından tanınması anlamına gelen- Hudeybiye Antlaşması hakkındaki sözleri dikkat çekicidir: “İslam’da Hudeybiye fethinden daha azametli bir fetih olmamıştır. Lakin insanlar o gün Muhammed ve Rabbi arasında olanlar hakkında kısa görüşlü oldular. Kullar aceleci davranırlar. Allah ise işlerin irade ettiği noktaya gelmesi için kulların acele ettiği gibi acele etmez. Gün geldi Süheyl b. Amr’ı Veda Haccı’nda kurban kesilen yerde durmuş Resûlullah’ın (s.a.v) kurbanlıklarını ona (s.a.v) getirip kesmesine yardımcı olurken gördüm. Süheyl, berberi çağırtıp Resûlullah’ı (s.a.v) tıraş ettirdi. Bakıyordum; Süheyl, Resûlullah’ın (s.a.v) saçlarını kapıyor ve gözlerine sürüyordu. O zaman Süheyl’in Hudeybiye’de antlaşma metnine “Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla” ve “Muhammed Allah’ın elçisidir” yazmaktan kaçınıp kabul etmediği zamanı hatırladım; onu İslam’a hidayet eden Allah’a hamd ettim. Allah’ın salat ve bereketi kendisiyle bizi hidayete erdirdiği ve helak olmaktan kendisi aracılığıyla kurtardığı Rahmet Peygamberi’ne olsun”. Hudeybiye Antlaşması’nın maddelerini Müslümanların aleyhine bulan Hz. Ömer (r.anha), daha sonra: “Hudeybiye Antlaşması, İslam’ın en büyük fethidir.” demekten kendini alamamıştır. -Hadisleri Emevi Halifesi Ömer b. Abdülaziz’in emriyle resmen tedvin eden tabiin alimlerinden-Zühri ise Hudeybiye Antlaşması’nı şöyle yorumlar: “Hudeybiye barışı İslam çağının en büyük zaferidir. Barıştan önce Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler karşı karşıya geldiği zaman sadece savaşırlardı. Barış tesis edilerek savaşa son verildikten, bütün insanlar emniyet içinde yaşamaya ve birbirleriyle konuşmaya başladıktan sonra İslam’dan bir şeyler idrak eden herkes İslam’ı benimsedi. Barışın sürdüğü iki yıl içinde bundan önce Müslüman olanlar kadar, hatta daha fazla kişi Müslüman oldu.” Hudeybiye Antlaşması’nın önemli bir neticesi; Mekkeli müşrikler, Yahudiler, Gatafan ve Fezare gibi bedevi kabilelerden oluşanİslam karşıtı ittifakın bozulmasıdır. Bu ittifak, Hendek Savaşı’nda Müslümanları yok edebilecek kapasiteye ulaşan tehlikeli bir hal almıştı. Hudeybiye Antlaşması’yla tesis edilen barış, ancak yirmi iki ay yürürlükte kalabildi. Anlaşmayı ihlal eden taraf, Mekkeli müşrikler oldu. Hz. Peygamber ilk önce anlaşmanın yürürlükte kalması için bir takım girişimlerde bulunduysa da Mekke tarafı buna yanaşmadı. Hz. Ebû Bekir’in yaptığı hacda (h. 9/ m. 630), müşriklerle yapılan antlaşmaların süreleri doluncaya kadar geçerli oldukları et-TevbeSûresi’nin 4. ayeti ile ilan edildi. Bu dikkat çekici bir durumdur. “Antlaşmayı bozmam ve elçileri hapsetmem” gibi hadis-i şeriflerde de antlaşmalara bağlı kalınması bildirilmiştir. Netice itibariyle Hz. Peygamber’in (s.a.v) siyerinde yapılan antlaşmalar önemli bir yere sahiptir. Bu antlaşmalar,hadis kaynaklarında kitabü’l-cihad ve’s-siyer ile Müslümanların gayri Müslimlerle muamelelerinde uymaları gereken dini hükümleri ele alan İslam hukukunun siyer bölümlerinde fıkhi bakımdan ele alınmıştır. İslam; Müslümanlar arasındaki problemlerin anlaşma yoluyla çözülmesini (sulh) -haramı helal, helali haram kılmamak şartıyla[28]- meşru kılmıştır.[29] Hatta Kur’an’da, iki Müslüman topluluğun çatışması durumunda aralarının bulunması ve sulh emredilmiştir.İslam, harbi olan kafirlerle barış (silm) yapmayı da meşru kılmıştır. Kur’an-ı Kerim; İslam toplumuna ve idarecilerine her halükarda düşmana karşı ihtiyatlı ve hazırlıklı olmayı, onları dost ve sırdaş edinmemeyi emretmiş, hıyanetten korkulduğunda yapılan antlaşmaların bozulabileceğini ve onlarla savaşılabileceğini bildirmiştir. İslam; Müslümanlar arası münasebetleri şefkat, din kardeşliği, ahlak ve hukuk üzerine kurmuştur. Gayr-ı Müslimlerle ilişkilerde ise Müslümanların belirleyici olması ve hukuk esastır. Adil bir dünya barışının sağlanması ve sürdürülebilmesi; Müslümanların ilmi, iktisadi, siyasi, askeri vb. her bakımdan güçlü olmalarına bağlıdır.