Hz. Alinin Hayatı Ebu Türab ismiyle künyelenen Hz. Ali (radıyallahu anh) hicretten yaklaşık yirmi yıl önce Mekke’de doğmuştur. Babası Fahri Kainat Efendimiz'in(s.a.v) amcası Ebu Talip, annesi ise Fatıma binti Esed’dir. Mekke’de başlayan kıtlık sebebiyle Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Hz. Ali’nin (radıyallahu anh) bakımını üstlenmiş, bu sebeple o küçük yaşlarından itibaren Hz. Muhammed'in (s.a.v) terbiyesi altında büyümüştür. Resul-i Ekrem Efendimizin peygamber olmasından sonra yaklaşık üç yıl süren gizli davetin başlangıcında yaklaşık 9 veya 10 yaşlarındayken Hz. Ali (radıyallahu anh) Müslüman olmuş ve çocuklar arasında İslâm’a girenlerin ilki olma şerefine ermiştir. O daha sonra Mekke devrini teşkil eden 13 yılı Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) ile birlikte geçirmiş, tebliğ faaliyetlerinin tamamında kendisine yardımcı olmuştur. Hatta birçok Müslümanın kendilerine yapılan baskılar sebebiyle Habeşistan’a göç ettiği dönemde o, Resul-i Ekrem Efendimiz'in (s.a.v) yanında kalmaya devam etmiştir ve hicret esnasında Hz. Muhammed'in (s.a.v) yatağında kalmış, O’nun yanında Mekkelilere ait bulunan emanetleri sahiplerine verdikten sonra Mekke’den ayrılmıştır. Bu sebeple Hz. Ali Medine’ye Resul-i Ekrem Efendimiz'den sonra hicret etmiş, son muhacirlerden biri olmuştur. Hicretin 10. yılında da tebliğ amacıyla Yemen’e gönderilen Hz. Ali (radıyallahu anh) burada İslamlaşma faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Hz. Ali (radıyalahu anh), Hz. Peygamber’in (s.a.v) teçhiz ve tekfiniyle meşgul olması sebebiyle Beni Saide Gölgeliği’nde Ensar ile Muhacirun arasında gerçekleştirilen ilk halife seçimi toplantısını iştirak edememiştir. Kendilerinden habersiz olarak halife seçimi yapılmasından rahatsız olduğunu ifade eden Hz. Ali (radıyallahu anh) bununla beraber gecikmeli de olsa ilk halife Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)’e biatten geri kalmamıştır. O, aynı şekilde ilk halifenin vasiyeti doğrultusunda halife seçilen Hz. Ömer (radıyallahu anh)’e de herhangi bir itirazda bulunmamış, üstelik onun idarede en çok müracaat ettiği danışmanlarından biri olmuştur. Özellikle dinî ve fıkhi konularda Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in en fazla görüş aldığı şahısların başında Hz. Ali (radıyallahu anh) gelir ve bununla birlikte o, ilk iki halife dönelerinde ne askeri faaliyetlerde rol oynamış, ne de siyasi herhangi bir görev üstlenmiştir ve bunların yerine Medine’de kalarak dini ilimlerle uğraşmayı tercih etmiştir. Hz. Ömer (radıyalahu anh)’in vefatından önce isimlerini belirlediği halife adaylarından olan Hz. Ali (radıyallahu anh), şura neticesinde halifelik makamına gelen Hz. Osman (radıyallahu anh)’a biat etmiş ve yönetime yardımcı olmaya çalışmıştır. O, zaman zaman halifeyi bazı uygulamaları nedeniyle tenkit etmiş olmakla birlikte, hiçbir zaman kendisine yapılan teklif ve telkinlere rağmen Hz. Osman (radıyallahu anh)’a karşı herhangi bir harekete iştirak etmemiştir ve üstelik onun özel talebiyle yönetim muhalifleriyle idare arasındaki problemlerin çözümünde arabuluculukta bulunmuş, idareye karşı gerçekleştirilen muhtemel isyan girişimlerini önlemeye çalışmıştır. O kadar ki, kendi çocukları Hasan ile Hüseyin’i muhasara altındaki halifeyi korumaları için bizzat görevlendirmiştir ve yanlızca onun gayretleri de Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın isyancılar tarafından öldürülmesini engelleyememiştir. Hz. Ali (radıyallahu anh)’nın ilim, takva, ihlas samimiyet, fedakarlık, şefkat, kahramanlık ve cesaret gibi yüksek insani ve ahlaki değerlerde müstesna bir şahsiyet olduğu gerek Sünni, gerekse Şii kaynaklarda ittifakla kaydedilmektedir. İyi bir hatip olan Hz. Ali (radıyallahu anh), muhtelif savaşlarda irad ettiği hutbeleri sayesinde Müslüman askerlerin cesaretini artırmıştır. Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın şehit edilmesinden sonraki kaos ortamında halifelik görevini üstlenen Hz. Ali (radıyallahu anh) pek çok dahili problemle karşı karşıya kalmıştır ve bu problemlerin başında, Müslümanların tamamının biatını alamamış olması gelir. Çünkü gerek Muhacir, gerekse Ensar’dan bazı ileri gelen Müslümanlar onu halife olarak kabul etmemişler, kendisine biat etmemişlerdir ve üstelik isyancılar başkentte kontrolü ellerinde bulundururken, biat etmeyenler kendisinden isyancıları cezalandırılması istemişlerdir. Fakat bunun yerine getirilmesi halife için o dönem için neredeyse mümkün değildir ve Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın katillerinin cezalandırılması meselesi Hz. Ali (radıyallahu anh)’nin halifeliğinin ve hayatının sonuna kadar çözülemeyen bir problem olarak kalmıştır. Halife bu talep sebebiyle Cemel savaşında Hz. Aişe (radıyallahu anh), Hz. Talha (radıyallahu anh) ve Hz. Zübeyr (radıyallahu anh) ile karşı karşıya gelmiştir. Diğer taraftan da Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın katillerinin cezalandırılmasını isteyen ve Şam valiliğinde azledilmesine şiddetle karşı çıkan Muaviye de Hz. Ali (radıyallahu anh) için büyük bir problem teşkil etmiştir. Cemel savaşını kazanarak Irak’taki Müslümanları bir araya getiren Hz. Ali (radıyallahu anh) daha sonra Şamlıların üzerine yürümüş, ancak bu savaşta istediği sonucu alamamıştır ve hakemler tayin edilerek gerçekleştirilen sulh görüşmelerinde de yönetim krizi çözülememiş, hatta daha da derinleşmiştir. Sıffin savaşı ve ardından gerçekleştirilen Hakem Olayı’nda istediğini elde edemeyen Hz. Ali (radıyallahu anh) bu defa kendi ordusu içinde yeri bir problemle yüz yüze gelmiştir ve bu problem de Irak’ta halifeye karşı çıkan Hariciler’di. Onların uyguladıkları şiddet hareketleri halifenin ülkedeki birliği sağlama gayretlerini tümüyle boşa çıkarmıştır ve bu iç mücadelelerle uğraşması esnasında Hz. Ali (radıyallahu anh) hicretin 40. (M. 661) yılında İbn Mülcem isimli Haricinin suikastı neticesinde şehit olmuştur. Onun ölümünden sonra Iraklılar oğlu Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ı halife seçmişlerdir. Hz. Ali (radıyallahu anh) hayatı boyunca her zaman Hz. Peygamber’in en yakınında olmuştur. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz'in (s.a.v) terbiyesi altında yetişen Hz. Ali (radıyallahu anh), bizzat kendisinden Kur’ân-ı Kerim’i öğrenmiştir ve bu sayede o ilmi bizzat kaynağından alma imkânı bulmuştur ve de bu sayededir ki, Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmiş, sahabenin en önemli tefsir ve fıkıh alimlerinden biri olmuştur. Hz. Ali (radıyallahu anh) aynı zamanda vahiy katipliği yapmıştır. AyrıcaResul-i Ekrem Efendimiz’den 586 adet hadis rivayetinde bulunmuştur ve onun aktardığı hadislerin büyük kısmı fıkhi konulara dairdir. Hz. Ali (radıyallahu anh) aynı zamanda tasavvuf dünyası için de vazgeçilmez bir figürdür ve bu sebepledir ki, İslâm tasavvuf edebiyatında, özellikle de Türk kültür hayatında onun adı ve etkinliğine çokça şahit olmak mümkündür. Hz. Ali (radıyallahu anh)’nin ilim, takva, ihlas samimiyet, fedakarlık, şefkat, kahramanlık ve cesaret gibi yüksek insani ve ahlaki değerlerde müstesna bir şahsiyet olduğu gerek Sünni, gerekse Şii kaynaklarda ittifakla kaydedilmektedir. İyi bir hatip olan Hz. Ali (radıyallahu anh), muhtelif savaşlarda irad ettiği hutbeleri sayesinde Müslüman askerlerin cesaretini artırmıştır ve onun üstün hitabeti ve güzel hikmetli sözleri kaynaklarda günümüze kadar ulaştırılmıştır. “İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanacaklardır”, “Kişi bilmediğinin düşmanıdır”, “Her şey azaldıkça, ilim ise arttıkça kıymetlenir.”