HUZUR İSTEDİK HUZURSUZ OLDUK Gelişen teknolojiye, kolaylaşan bilgi alışverişine, yükselen eğitim seviyesine, eda ettiğimiz namazlara, tuttuğumuz oruçlara, tilavet ettiğimiz Kur’ân-ı Kerim’e vb. rağmen ailemizde, mahallemizde, toplumumuzda güvenin, sevginin ve saygının tadına tam varamadık. Hala gönlümüz rahat değil, kendimizi güvende hissedemiyoruz. An geliyor evladımıza, eşimize, komşumuza, “Biraz huzur ver” diyoruz. Evlerimizden çıkmaya korkuyoruz, hangi el cebimize habersizce girecek, hangi dilden yaralanacağız, kim ardımızdan kuyumuzu kazacak diye endişe ediyoruz. Oysa tüm bunlardan sakınmak ve huzurun temini için değil miydi, onca adetler, görenekler, yasal düzenlemeler ve en mühimi yaptığımız ibadetler? Öyleydi, fakat insanca anlayışlarımızdan, tecrübelerimizden, bilgimizden yola çıkarak ortaya koyduklarımız, beşerliğimiz gibi hep eksik, nakış kaldı. Düzen sağlayıcı olarak kendimizi uymak zorunda hissettiklerimize de uymadık. Dolayısıyla huzur namına şifa olarak öne sürdüğümüz nice gelenekler, görenekler, yasal düzenlemeler ya hiç tesirli olmadı ya da tesirleri geçici oldu. Bunların yanı sıra bizler, istediğimiz zaman rafa kaldıramayacağımız yahut, “Böyle huzur vermiyor, bir de Şöyle deneyelim” diyemeyeceğimiz Rabbimiz’in buyruklarına da gönül rızasıyla boyun eğmedik. Onlar mutlak iyi, güzel, hak ve doğruydu, huzurun garantisiydi. Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeritlerle ömrümüz boyunca arayacağımız şahsi ve toplumsal huzura nasıl erişebileceğimizin reçetesini elimize hazır veriyordu. Lakin yine de bilerek veya bilmeyerek yaptığımız hatalar, samimiyetsizliklerimiz, ardımıza attıklarımız, gözden düşürdüklerimiz yüzünden huzura sahip olamadık.