HİCR SURESİ (سورة الحجر) Kur’an-ı Kerim’in on beşinci suresi. Mekke döneminde, Hz. Peygamber’e ve müslümanlara yapılan baskıların şiddetlendiği yıllarda muhtemelen İbrahim suresinin ardından nazil olmuştur. Kaynaklar, bütün ayetlerinin Mekki olduğunda ittifak bulunduğunu kaydeder. Ancak alusi, 87. ayetin Medine döneminde nazil olduğuna dair bir görüşü nakletmektedir (Ruĥu’l-meǾani, XIV, 2). ayet sayısı doksan dokuz, fasıla*sı (ل، م، ن) harfleridir. Sure ismini sekseninci ayette geçen hicr kelimesinden alır. Hz. Salih’in peygamber olarak gönderildiği Semud kavminin yaşadığı bölgenin merkezi olan Hicr şehri, Hicaz’ın kuzey kesiminde Medine-Tebük yolu üzerinde sarp kayalıklardan oluşan bir vadide kurulmuştur (bk. HİCR). Dağ yamaçlarına oydukları muhkem meskenlerde yaşayan bu kavim, gösterdiği mucizelere rağmen Salih peygambere inanmadıkları, uyarılarına aldırmayıp inkarcılıkta direndikleri için helak edilmişti. İbn Battuta Hicr’e uğradığını, burada Semud kavminin kızıl kayalara oyulmuş meskenlerini gördüğünü ve içlerinde hala Semud kavminin iskelet kalıntılarının bulunduğuna şahit olduğunu kaydetmektedir (Seyahatname, I, 119; Mevdudi, II, 581). Düşman istilasından ve çeşitli afetlerden korunmak için kayaları oyarak yaptıkları güvenli meskenler Semud kavmini helak olmaktan kurtaramamıştı. Surenin sonlarına doğru yer alan bu kıssa, Kur’an’a inanmak istemeyen müşriklere bir uyarı ve ihtar niteliği taşımaktadır. Surede Kur’an-ı Kerim’in ilahi koruma altında olduğu, onu tahrif etmeye veya ortadan kaldırmaya yönelik her teşebbüsün boşa çıkacağı açıkça belirtilir. Öte yandan hicr kelimesi “tasarruftan menetmek, engel olmak” gibi manalara da gelir. Surenin muhtevasında ise doğrudan doğruya Kur’an’a yönelik saldırıların ilahi koruma engeliyle karşılaşacağı bildirilir. Bu bakımdan surenin ismiyle muhtevası arasında bir tenasübün bulunduğu dikkati çeker. Bundan önceki İbrahim suresi, zalimlerin aşırılıklarının ve peygamberlere karşı yaptıkları baskıların cezasız kalmadığını, Allah’ın peygamberlerine verdiği sözü unutmadığını, onların intikamının alınacağını, herkesin yaptığının karşılığını göreceğini bildiren ayetlerin ardından (14/45-51) bütün bu açıklamaların insanlara, akıllarını başlarına alıp Allah’ın birliğini tanımaları hususunda birer uyarı olduğunu belirten bir ayetle son bulur. Hicr suresinin ilk bölümünde de aynı konu üzerinde durulur. Bu bakımdan sure İbrahim suresinin devamı ve açıklaması gibidir. Hicr suresinin birinci bölümünde Kur’an-ı Kerim’in her türlü tebdil ve tahriften korunacağı, Hz. Peygamber’e “mecnun” (cin musallat olmuş) diyerek iftira edenlerin bütün çabalarının boşa çıkacağı, daha önceki peygamberlere de benzeri iftiraların yapıldığı, ancak gerçeği inkar eden o zalimlerin çok kötü akıbetlere uğradıkları bildirilir; göklerin kapıları kendilerine açılsa da hakikatleri gözleriyle görseler de bu durumu bir büyü sanıp yine de inanmaya yanaşmayacakları haber verilir. Cinlerin ve şeytanların göklerin ötesinden vahiy getirmeye güç yetiremeyeceklerini, bu bölgelerin Allah’ın koruması altında bulunduğunu (ayet 16-17) bildiren ayetlerin ardından Allah’ın tabiat olayları üzerindeki kudret ve hakimiyetine dikkat çeken ayetler gelir. Hayat verenin de öldürenin de ölümden sonra mahşerde bir araya toplayacak olanın da Allah Teala olduğu vurgulanır (ayet 23-25). İkinci bölümde insanın (Hz. adem) ilk yaratılış olayına yer verilir. Bütün melekler secde emrine uydukları halde İblis’in bu emre uymayıp isyan ettiği, bu yüzden lanetlendiği bildirilir. Ancak Allah’ın has kullarını azdırmaya gücünün yetmeyeceği, yalnızca günahkarlardan kendisine uyanları baştan çıkarabileceği, onların da esasen cehennemle tehdit edildikleri, cehennemin yedi kapısı olduğu, her grubun ayrı bir kapıdan oraya gireceği belirtilir (ayet 42-44). Günahtan sakınan iyi kimseler ise pınarlarla bahçelerin yer aldığı cennetlere güvenle girecekler, gönüllerinden her türlü kin ve nefret alınıp tertemiz hale getirildiği için birbirleriyle kardeş olarak mutlu yaşayacaklar ve orada ebedi kalacaklardır. Allah’ın gafur ve rahim olduğunu, ancak azabının da çok çetin olacağını kulların bilmesi gerektiğini vurgulayan ayetle ikinci bölüm sona erer (ayet 49, 50). Surenin üçüncü bölümü, Hz. İbrahim’e, ilerlemiş yaşına rağmen bir erkek çocuk sahibi olacağını müjdeleyen meleklerin gelişini ve İbrahim’in bu müjdeyi hayretle karşılayışını bildiren ayetlerle başlar. Ardından bu meleklerin Lut ile ona inananlar dışında bütün Lut kavmini helak ettikleri bildirilir. Kur’an’ın başka surelerinde de yer yer anlatılan Lut kavminin helak edilmesi olayı en geniş ve ayrıntılı biçimde bu surede yer almaktadır. Hz. Muhammed’in hayatına yemin edilerek (ayet 72) azgınlık ve sapıklık içinde şaşkına dönmüş olmaları yüzünden onların bu helaki hak ettikleri haber verilir. Ayrıca ormanlık bir bölgede (Eyke) yaşayan Şuayb kavminin zalim bir kavim olduğu için helaki hak ettiği bildirilir. Peygamberlerinin tebliğ ettiği ilahi emirleri dinlemeyen, bununla da kalmayıp onlara haksız yere eza ve cefa eden her iki kavmin böylece hak ettiği şekilde cezalandırıldığı, nitekim bu iki olayın kalıntılarının o dönemde işlek ticaret yolları üzerinde bulunduğu anlatılır. Son bölümde Hicr ahalisinin peygamberleri inkar etmesi yüzünden helak edildiği, onların dağ yamaçlarında kayaları oyarak yaptıkları evlerin kendilerini kurtarmaya yetmediği gerçeğine dikkat çekildikten sonra (ayet 80-84) gökleri ve yeri yaratan Allah’ın her şeyi hakkıyla bildiğini ve beklenen sonucun yakında gerçekleşeceğini bildiren ayetler yer alır. Sık sık tekrarlanan yedi ayetle (Fatiha suresi) azametli Kur’an’ı vahiy yoluyla peygamberine gönderen Allah’ın gücünün peygamberini her türlü tehlikeden korumaya da yeteceği yolunda teminat sayılan ayetlerin (ayet 92-95) ardından müşriklerin gerek vahiy gerekse Peygamber hakkında konuşup alay etmelerine aldırmadan tebliğ görevini sürdürmesi gerektiği yolunda Resul-i Ekrem’e emir ve tavsiyelerde bulunulur. Sure, “Sen rabbinin şanını yücelterek O’na hamdet ve secde edenlerden ol; yakīn (ölüm) gelinceye kadar rabbine ibadet et” emriyle sona erer. Bundan önceki İbrahim suresi, Allah’ın bir tek olduğunun bilinmesi gerektiğini vurgulayan bir ayetle tamamlanmıştı; bu sure de yalnızca O’na ibadet edilmesini emreden ayetle sona ermektedir. Hicr suresi, vahiy ve peygamberlik karşısında toplumların öteden beri nasıl bir tepki ortaya koyduklarını ve Cenab-ı Hakk’ın peygamberlerini nasıl başarıya ulaştırdığını bildiren ve “elif lam ra” (الر) diye başlayan beş surenin (Yunus, Hud, Yusuf, Ra‘d ve İbrahim sureleri) bir özeti gibidir. Sonuç kısmı da bütün bu surelerin nihai hedefini belirleyen bir emirden ibarettir. Bazı tefsir kitaplarında (mesela bk. Zemahşeri, II, 320; Beyzavi, I, 657) surenin fazileti hakkında Übey b. Ka‘b’dan rivayet edilen, “Hicr suresini okuyan kimseye muhacirlerin, ensarın ve Hz. Peygamber’le alay eden kişilerin sayısının on katı ecir verilir” mealindeki hadisin mevzu olduğu kabul edilmektedir (İbnü’l-Cevzi, I, 239-241; Zerkeşi, I, 432; İbn Hacer, IV, 94).