Hazret-i İbrahim ve Kurban

Konusu 'Dua hazinesi' forumundadır ve Lasey tarafından 7 Haziran 2016 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    İsmail aleyhisselam ve kurban

    İbrahim aleyhisselam ateşten kurtulunca,

    - Ya Rabbî! Bana salihlerden bir çocuk ihsan buyur, diye dua etti. Allahü teala ona hazret-i İsmail'i müjdeledi. ayet-i kerîmede mealen:

    - Biz de ona halîm bir oğul müjdeledik, buyuruldu.

    İsmail aleyhisselamın doğumundan sonra, Allahü tealanın emri ile, İsmail aleyhisselamı ve annesi Hacer validemizi Mekke'ye bırakıp Şam'a döndü. Zaman zaman gider, onları Mekke'de ziyaret ederdi.

    Yüzünde, Muhammed aleyhisselamın temiz babalardan temiz ve afîf analara geçip gelen nûru parlayan hazret-i İsmail çok güzeldi. Bu sebepten İbrahim aleyhisselamın, oğlu İsmail'e karşı muhabbeti fazla idi.

    İsmail aleyhisselam yedi yaşında iken birgün İbrahim aleyhisselam ibadet ettiği mihrabda, bu muhabbet içinde uyudu. Rü'yasında oğlu İsmail ile otururken, bir melek gelip:

    - Ben, Allahü tealanın elçisiyim. Allahü teala, bu oğlunu kurban etmeni istiyor, dedi.

    İbrahim aleyhisselam korku ile uyandı. "Rü'ya Rahmanî midir, yoksa şeytanî midir?" diye tereddüt etti. O gün hep bu rü'yayı düşündü. Onun için bugüne Terviye denildi. İkinci gece aynı rü'yayı gördü. Rahmanî olduğunu anladı. Bu güne Arefe denildi. Üçüncü gece yine aynı rü'yayı gördü. Artık Hak tealanın emri olduğuna şüphesi kalmadı. Hanımı Hacer'in yanına geldi:


    - Ey Hacer, benim gözümün nûru oğlum İsmail'i yıka, en iyi elbisesini giydir, saçını tara, onu dostuma götüreceğim, dedi.

    Sonra; hazret-i İsmail'e dedi ki:

    - Yanına iple bıçak al!

    - Bunları ne yapacağız baba?

    - Allah rızası için kurban keseriz, cevabını verdi.

    Yolda giderken, hazret-i İsmail, babasına sordu:

    - Nereye gidiyoruz?

    - Dostuma.

    - Evi nerededir?

    - O, evden ve mekandan münezzehtir. Yer ve gök O'nun mülküdür.

    - Babacağım! O bizimle oturup yemek yer mi?"

    - O yemekten ve içmekten de münezzehtir.

    O sırada şeytan, bir fırsatını bulup, yaşlı bir adam kıyafetinde hazret-i İbrahim'in hanımı Hacer'in yanına geldi. Ona:

    - İbrahim, oğlunu nereye götürdü?" deyince, hazret-i Hacer:

    - Bir dostunu ziyarete, diye cevap verdi. Şeytan:

    - Hayır, onu kesmeye götürdü, dedi. Hacer validemiz:

    - Baba, oğlunu boğazlamaz. Şefkat buna manidir, karşılığını verdi. Şeytan:

    - Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir, deyince, hzret-i Hacer:

    - Allahü tealanın emrine uymak elbette lazımdır. O'nun emrini, can-ü gönülden kabûl ederiz, dedi.

    Şeytan ondan yüz bulamayınca, yine aynı kıyafette hazret-i İsmail'in yanına geldi ve ona sordu:

    - Baban seni nereye götürüyor biliyor musun?

    - Dostunun ziyaretine.

    - Vallahi seni öldürmeğe götürüyor.

    - Hiç babanın oğlunu öldürdüğünü gördün mü?

    - Öyle zannederim, Allah emretmiştir.

    - O emretti ise, can-ü gönülden razıyım.

    İsmail aleyhisselam, ihtiyar kılığındaki, şeytandan sıkılmıştı. Çünkü ihtiyar, İsmail aleyhisselamı, babasına dolayısıyla cenab-ı Hakka karşı isyana teşvik ediyordu. Bunun için babasına;

    - Bu ihtiyar beni rahatsız ediyor, kalbime vesvese vermek istiyor, dedi.

    İbrahim aleyhisselam,

    - Taş at! Yanından uzaklaşsın! buyurdu.

    İsmail aleyhisselam taş atarak şeytanı yanından uzaklaştırdı. Bu sırada

    Mina'da olduklarından hacıların şeytan taşlaması buradan kaldı.

    Hazret-i İsmail'den de yüz bulamayan şeytan, İbrahim aleyhisselamın yanına sokularak:

    - Ey İbrahim, sen yanlış hareket ediyorsun. Şeytan sana vesvese verdi. Sakın oğlunu boğazlama, sonra pişman olursun. Ama fayda etmez, dedi.

    İbrahim aleyhisselam onun şeytan olduğunu anladı.

    - Vallahi bu, Hak tealanın emridir ve sen şeytansın. İbrahim'e ve akrabasına zarar yapamazsın! buyurdu.

    Şeytan rezîl olup geri döndü. Nihayet Buseyr dağına vardıklarında göğün yedi katındaki melekler; "Sübhanallah! Bir peygamber, bir peygamberi boğazlamaya götürüyor" dediler.

    Hazret-i İbrahim, oğluna dönüp:

    - Ey oğlum! Rü'yamda seni kurban etmem emredildi. Buna ne dersin? dedi.

    İsmail aleyhisselam sordu:

    - Babacığım! Hak teala, beni boğazlamanı emretti mi?

    - Evet evladım!

    Hazret-i İsmail babasının, "Evet" demesi üzerine, Rabbinin emriyle kurban edileceğini, buna sabrederse Hak tealanın rızasına kavuşacağını anlayıp çok sevindi. Babası da, Onun bu sevincine sevindi:

    - Evladım! Seni öldüreceğimi haber veriyorum, sen ise seviniyorsun!

    - Babacığım nasıl sevinmiyeyim. Benim tek arzum, Allahü tealaya, O'nun rızası üzere kavuşmaktır. Böylece O'nun rahmet ve Cennetine de nail olurum. Dünyanın ömrü müddetince eziyet çeksem, bu devlete kavuşmak çok zor. Şimdi ise bu devlete kolayca kavuşacağım. Babacığım, nasıl emir almışsan onu yap. Oğul feda eylemek senden, can feda eylemek de bendendir. İşini çabuk bitir. Zîra canım dosta kavuşmakta acele ediyor. Babacığım, Nemrûd seni ateşe atınca sabrettin ve Hak teala senden razı oldu. Ben de boğazlanmağa sabredeceğim. O zaman belki Hak teala benden de razı olur. Böylece Cennet ni'metlerine kavuşurum. Babacığım, kesilmek acısı bir anlık olup, ona sabretmek kolaydır. Benim asıl tasam, senden dolayıdır. Çünkü kendi elinle oğlunu boğazlayacaksın. Ömrün boyunca unutamadığın gibi, evlat hasreti de ölünceye kadar senden gitmez. Keşke daha önce haber verseydin de anneme veda edip, birbirimizin boynuna sarılıp ağlasaydık.

    - Haber verince senden veya annenden bir gevşeklik olur da azarlanırız diye korktum.

    - Babacığım, senin rızandan başka muradım yoktur ve senin gibi babanın hakkını ödemek, saadetimin sermayesidir. Kaldı ki, bu işte, Allahü tealanın rızası ve emri vardır. Eğer izin verirsen, size söyleyecek birkaç vasıyetim var.

    - Söyle, ey saadetli oğlum.

    - Birincisi; bu ip ile elimi ve ayağımı kuvvetlice bağla ki, can acısı ile bir kusûr işlemeyeyim. İkincisi; mübarek eteğini topla ki, kanımdan sıçramasın. Üçüncüsü; bıçağı iyi bile ki, can vermek kolay olsun ve senin işin iyi görülsün. Dördüncüsü; bıçağı vururken yüzüme bakıp da babalık şefkatiyle emri geciktirme. Beşincisi; gömleğimi çıkarıp boğazla ki, kan bulaşmasın. Sonra o gömleği anneme götür ve benden selam söyle. Benim kokumu bu gömlekten alsın, ağlamasın, teselli olsun. Benim için çok elem çekmesin. Ona; "Oğlun sana şefa'atçi olarak Allahü tealaya gitti. Kıyamet gününde cenab-ı Haktan senden başka bir şey istemez" de! Ümid edilir ki, Hak teala benim bu isteğimi red eylemez. Altıncı vasiyetim; her nerede benim yaşımda bir çocuk görürsen beni hatırla!

    İbrahim aleyhisselam, oğlunun yürek parçalayan bu sözlerini dinleyince, mübarek gözlerinden yaşlar boşandı ve çok ağladı.

    İbrahim aleyhisselam oğlu İsmail aleyhisselamı kurban etmek üzere son hazırlığını yaptı. Bu esnada İsmail aleyhisselam ellerini kaldırıp;

    - Ya Rabbî! Bana sabır ver! diye niyazda bulunduktan sonra, babasına dönüp;

    - Babacığım! Görüyor musun? Gök kapıları açılmış, bazı melekler bize bakıp hayretlerinden cenab-ı Hakka secde etmişler. Bazıları da Hak tealaya münacat edip; "Ya Rabbî! Bir peygamber bir peygambere bıçak çekmiş, başı uçunda duruyor. Senin rızanı gözetmek için onu boğazlamak istiyor. Sen onlara merhamet eyle." diyorlar, dedi.

    Daha sonra İbrahim aleyhisselam oğlunu güzelce bağladı, yüzükoyun yatırıp, boğazını tuttu ve;

    - Ya Rabbî! Bu benim oğlum, gözümün nûru, gönlümün sürûrudur. Kurban etmemi emrettin. Şu anda emrini yapmak için halis niyetle geldim. Kurban etmeğe hazırım. Sana hamd ve sena ederim. Ya Rabbî! Bu kıymetli yavrumu kurban etmekte bana sabır ver, dedi.

    Sonra bıçağı oğlunun boynuna yaklaştırdı ve son olarak;

    - Ey yavrum! Kıyamete kadar sana veda olsun. Tekrar görüşmek, Kıyamet günü olur, dedi.

    Bu arada İsmail aleyhisselam;

    - Ey babacığım! Acele et. Rabbimizin emrini çabuk yerine getir. Emir yapmakta geciktiğimiz için Rabbimizin bizi azarlamasından korkuyorum. Babacığım, elimi ayağımı çöz, melekler, kendi isteğimle kurban olduğumu görsünler ve Halîl'in oğlunun, Allahü tealanın işinden razı olduğunu bilsinler, dedi.

    İbrahim aleyhisselam, bu söz üzerine ellerini çözüp bıçağı boğazına dayayınca, İsmail aleyhisselam güldü.

    - Ey oğlum, bu halde iken niçin güldün? diye sordu

    - Babacığım, bıçakta Bismillahirrahmahnirrahîm yazılı olduğunu görüyorum. Üzerinde Dostun ismi yazılı olan bıçak, nasıl keser? diye cevap verdi.

    İbrahim aleyhisselam, Hak tealanın ismini zikrederek bütün gücüyle bıcağı oğlunun boynuna çaldı. O anda Hak teala, Cebrail'e emrederek;

    - Yetiş! Bıçağı çevir! buyurdu.

    O da Sidret-ül-münteha'dan bir anda gelip, bıçağı ters çevirdi. Bıçak kesmedi. Bir daha çaldı, yine kesmedi ve ne kadar uğraştı ise kar etmedi.

    İsmail aleyhisselam;

    - Babacığım! Ne kadar şefkatlisin, bıçağı kuvvetli vuramıyorsun. Yüzüme bakma, böylece hizmette kusur etmezsin, dedi.

    Hazret-i İbrahim, bıçağı tekrar biledi ve oğlunun boğazına daha kuvvetli çaldı. Yine kesmedi. İsmail aleyhisselam;

    - Babacığım, bıçağın ucunu şah damarıma bastır! deyince, öyle yaptı ve diziyle de bastırdı. Bıçak iki kat olmasına rağmen boynuna izi bile çıkmadı. İbrahim aleyhisselam, üzülüp bıçağı taşa çalınca, taş ikiye bölündü. Bıçak dile gelip sordu:

    - Ey İbrahim! Nemrûd seni ateşe attığı vakit seni niçin yakmadı?

    - Hak teala, yakma diye emreylediği için,

    - Ey İbrahim! Hak teala ateşe bir kerre "Yakma" diye emreylediyse, bana yetmiş defa kesme kesme diye emreyledi.

    O anda Allahü tealadan vahiy geldi:

    - Ya İbrahim, elbette sen rü'yanı tasdik ettin. Sana düşen vazifeni tam olarak yaptın. Şimdi sıra bende. Lütuf ve keremimi görmek için şu dağa bak!

    İbrahim aleyhisselam, dağa bakınca, Cennetten gelmiş eşsiz güzellikte bir koç gördü. Allahü teala buyurdu:

    - Bu senin oğluna fedadır.

    Cebrail aleyhisselam koçu getirirken, "Allahü ekber", İbrahim aleyhisselam da koçu yakalarken, "La ilahe illallahü vallahü ekber," İsmail aleyhisselam da, "Allahü ekber ve lillahil hamd" dedi. Böylece, bayram tekbiri meydana geldi:

    "Allahü ekber. Allahü ekber. La ilahe illallahü vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil hamd."


    Sonra, İsmail aleyhisselam yerine, bu koç kurban edildi. Bu koçun boynuzları, Abdullah bin Zübeyr zamanına kadar Ka'be duvarında asılı idi. Sonra çıkan yangında yandı.

    Bu koçun kurban edildiği yer, Mina olduğu için, hacılar kurbanlarını burada kesmektedirler.
     
  2. Lasey

    Lasey Admin

    İkinci kurban olayı

    Peygamberimizin dedesi, Abdülmuttalib'e rü'yasında:

    - Kalk! Zemzem kuyusunu kaz! diye emredilince, oğlu Haris ile beraber Ka'benin yakınındaki, işaret edilen yeri kazmaya başladılar.

    Önceleri pek ilgilenmiyen Kureyşliler, Zemzem kuyusunun açıldığını görünce, bunlar da hak talep ettiler. Dediler ki:

    - Bu bizim dedelerimizin kuyusudur. Burada bizim de hakkımız var. Üstelik senin bir tek oğlum var. Eğer bizim teklifimizi kabûl etmezsen bizimle başa çıkamazsın!

    Abdülmuttalip, tamamen kendi hakkı olan kuyuya, başkalarının da ortak olmak istemelerine üzüldü. Gerçekten de onlarla mücadele edecek, hakkını savunacak durumda değildi. Bu duruma çok üzüldü, içi burkuldu. Cenab-ı Hakka şöyle yalvardı:

    - Ya Rabbî! Bana on çocuk ihsan eyle! Eğer bu duamı kabûl edersen, içlerinden birini Ka'bede sana kurban edeceğim.

    Allahü teala duasını kabûl etti. On oğlu oldu. Bu on oğlundan birinin adı Abdullah'tı.

    Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunu bulduktan ve on oğlu olduktan sonra, şanı, şöhreti iyice artmıştı. Oğullarından da en çok Abdullah'ı seviyordu. Onda diğerlerine göre çok farklılık vardı.

    Bir gece Abdülmuttalib'e rü'yasında şöyle bir ikaz yapıldı:

    - Ya Abdülmuttalib, adağını yerine getir!

    Abdülmuttalib seneler önceki adağını unutmuştu. Adak diye ikaz edilince, sabahleyin hemen bir koç kesti.Ertesi gece yine ikaz edildi:

    - Ondan daha büyük kurban kes!

    Bu defa da bir sığır kurban etti. Yine ikaz edildi.

    - Daha büyüğünü kes!

    Bu defa da bir deve kurban etti. Fakat yine ikaz devam ediyordu. Bunun üzerine rü'yada sordu:

    - Bundan büyüğü ne olabilir, ne kesmeliyim? O zaman kendisine şöyle cevap verildi:

    - Hatırlarsın, seneler önce oğullarından birini kurban etmeyi adamıştın. Bu adağını yerine getir!

    Adağını hatırlayan Abdülmuttalib, ertesi gün çocuklarını topladı. Kendilerine durumu anlattı.

    Hiçbiri itiraz etmedi. Memnuniyetle:

    - Hangimizi istersen kurban edebilirsin, dediler.

    Abdülmuttalib kurban edeceği oğlunu kur'a ile tesbit etmek istedi. Kur'a en çok sevdiği oğlu, Abdullah'a isabet etti. Fakat söz vermişti. Adağını yerine getirmeliydi. Keskin bir bıçak ile beraber oğlu Abdullah'ı alıp Ka'be-i şerîfin yanına geldi.

    Bu hadiseyi duyan Kureyşliler hemen yanına koşup dediler ki:

    - Biz bu işe asla razı değiliz. Eğer sen bu işi yaparsan, bu adet haline gelir. Herkes, oğlunu kurban etmek zorunda kalır. Buna başka bir çare bulalım.

    Sonra şöyle bir çare bulundu. O zaman Kureyş'te insan diyeti on deve idi. Develer ve oğulları arasında kur'a çekilecekti. Oğullarına isabet ettiği müddetçe her defasında on deve ilave edilerek kur'a develere çıkana kadar buna devam edilecekti.

    Kur'aya başlandı. Fakat çekilen her kur'a Abdullah'a isabet ediyordu. Her defasında on ilave edilerek devam ediliyordu. Onuncu kur'ada deve sayısı yüz olunca kur'a develere çıktı. Hemen yüz deve kurban edildi. Abdülmuttalib, oğullarından kimseye etini vermeden tamamını fakirlere dağıttı.

    İsmail aleyhisselamın, kurban edilme hadisesinden sonra ikinci evlad kurban edilme hadisesi de bu olmuş oldu. Peygamber efendimizin soyu İsmail aleyhisselama dayandığı için, “Ben, iki kurbanlığın oğluyum.” buyururdu.