Hayır hasenat yapmak nedir? iyiliklerin çeşitleri nedir, ahiretim için neler yapabilirim? 1- Allah’ı sevmek ve onun razı olduğunu bilmek soyut bir durum olduğu için anlamak zordur. Bir insan ben Allah’ı seviyorum diyebilir. Fakat bu durum içimizdeki bir duyguyu anlattığından dolayı, dışımızda bunu göstermemiz gerekir. Diğer taraftan, Allah bizden razı mı? Biz onun yanında nasıl bir kuluz? Bu sorular da aynı şekilde anlaşılması zor konulardır. Bunu anlamanın da bir yolu olmalı. İşte hem bizim Allah’ı sevdiğimizin anlaşılması, hem de Allah’ın bizden razı olduğunu anlamanın yolunu şu ayeti kerime de Allah’ımız bildiriyor. “Ey Muhammed deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun, ta ki Allah ta sizi sevsin.” Dikkat edilirse Allah’ı sevmemizin göstergesi Hz. Peygamber Efendimize uyarak islamı yaşamaktır. Biz Peygamberimize uyarak hayatımızı yaşarsak, netice de Allah’ın da bizi sevdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, babanızı ve annenizi sevdiğiniz nasıl anlaşılır. Onların isteklerini yapar, memnun olmadığı şeyleri de terk ederseniz, o zaman sevdiğiniz ortaya çıkmış olur. Onlar bize demeseler bile biz bundan anlarız ki onlar da bizi seviyorlardır. Tam tersi olsa dediklerinin hiç birini yapmam ama, kalbime bak onları çok seviyorum dese kime inandıra bilirsiniz. Demek ki Allah Peygamberimizi bir model olarak yaratmış ve en güzel örnekleri onda göstermiş. Bize de, eğer beni seviyorsanız, size Peygamber gönderdiğim Hz. Muhammed’e uyunuz. O takdirde anlayın ki ben de sizi seviyorum. Sözün özü: Allah’ın bizi sevdiğinin göstergesi, bizim ne kadar Hz. Muhammed’e benzediğimizdir. Ona göre sonuca varabiliriz. Size, bize ve tüm insanlara yol haritası kur’an ve Sünnettir. Bundan başkasını size tavsiye edemeyiz. Yani kur’anı ve sünneti rasulullahı ( a.s.m ) kendimize rehber edinmek, kendimizi onlara endekslemek ve imani bahis ve kitapları tefekkür ile okumaktır. Yani imanın ve kur’anın anlattığı ve bahsettiği kurani ve imani kitaplar bulabilseniz veya bu konuları tefekkür ve mütalaa eden şahsiyetlerle beraber olmakla onlardan istifade edebilseniz sizin hem dünyanıza hem de ahiretinize faydalı olacaktır. Namazları vaktinde kılmak, büyük günahlara dikkat etmek ve namazın arkasındaki tesbihatı yapmak ayrıca sizi tekamül ettirecektir. Bu nedenle iyilik yapmak için sadece sadaka vermek gerekmez. İslamı Yaşamak en büyük iyiliktir. 2- Ayette geçen Nefis ve Malın Allah’a satılması ne demektir? Nur Külliyatında, “Muhakkak, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabili satın almış bulunuyor” mealindeki ayet-i kerimenin tefsiri yapılırken bir temsil getirilir ve temsilin bir yerine de şu mesaj yüklenir. “Hem o fabrikadaki aletler benim namımla ve benim tezgahımda işlettirilecek. Hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek.” Sözler Bir sohbette arkadaşlarıma, toprağın ve suyun fiyatlarını sormuş ve bir cevap alamamıştım. Muzun fiyatını sorduğumda ise yüksek bir rakamla karşıma çıkmışlardı. İşte toprak ve su Allah’ın bir fabrikası olan ağaca girdiklerinde, öteden muz olarak çıkıyor ve büyük bir kıymet kazanıyorlar. Aynı şekilde, otu inek denilen bir canlı fabrikaya veriyoruz, et ve süt elde ediyoruz. Şeker pancarı, fabrikadan şeker olarak çıkarken, çiçek tozları kovanda bal oluyorlar. İnsan, etrafını saran böyle sonsuz ibret tablolarından ders alarak nefis ve malını, Rabbinin emir tezgahına soksa, ala-yı illiyyin denilen o üstün makama erecek ve cennet ehli olma şerefine kavuşacak. Nefis denilince insanın zatını anlıyoruz, mal denilince de zatın tasarrufuna verilen emanetleri. Bir başka ifadeyle, “nefis” insana ihsan edilen dahili nimetleri; “mal” ise harici nimetleri temsil etmekte. Her ikisi de insanı ya ala-ı İlliyyine çıkaran yahut esfel-i safiline düşüren imtihan aletleri. Ayet-i kerimede nefisten başlandığını dikkate alarak nefsimiz üzerinde biraz duralım. İnsan aklı, fizik ve kimyadan, ticaret ve ziraattan, kumar ve soyguna kadar her şeyde istimal edilmeye müsait. Bunların bir kısmı insanı yükseltirken, diğerleri alçaltır. İnsan kalbi bir umman. İman ve küfürden, adalet ve zulme, tevazu ve kibre, itaat ve isyana, muhabbet ve nefrete, af ve intikama ve daha nice müspet ve menfi manalara açık. İnsanın ala-yı illiyyine yükselmesinde yahut esfel-i safiline yuvarlanmasında en büyük pay onun. Kalbe bağlı latifeler, hisler bedenin organlarından çok. Bunlar da insanı ya yücelere çıkarır yahut çukurlara düşürür. Sevgiden başlayalım. İnsan bu his ile, ya Rabbini ve Mevlasını sever, yahut nefsini ve menfaatini. İşte birinci hal yükseliş, ikincisi çöküştür. Bir diğeri, “endişe duygusu.” İnsan, ya maddi ve dünyevi problemleri kendisine dert edinir, bunların endişesiyle ruhunu perişan eder. Yahut, bu dünya yolculuğunun cehennemle son bulma endişesi onu durmadan çalışmaya, gayrete ve duaya sevk eder. Birincisi, aşağıların aşağısı, ikincisi yüceler yücesidir. Beş duyumuz da bu ölçüye vurulmalı. İnsan bunlarla salih amel de işleyebilir, isyan ve günah da. Birinciler, insanı en ileri makamlara, ikinciler ise en derin azaplara hazırlar. Yine Nur Külliyatında, “küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder” denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş. Bilim adamlarımızın ifadelerine göre, elmasla kömürün temel taşları aynı. Sadece kristalleşme şekilleri farklı. İşte bu farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor. Aynı harflerle farklı kelimelerin yazılabilmesi gibi, aynı insan mahiyetinden de, birbirine zıt meyveler çıkabiliyor: Mümin -kafir, salih-fasık, adil-zalim, mütevazı- mağrur gibi. Bu misale göre: •Ahsen-i takvim, “en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.” •Ala-yı illiyyin, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.” •Esfel-i safilin, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü.” Allah Resulü (a.s.m.), “Dünya ahiretin tarlasıdır” buyurur. O halde insan bu dünyada, çekirdek kabilinden de olsa, “ala-yı illiyyin” şerefine erecektir ki, bu mazhariyet ahirette o yüce makam olarak kendini göstersin. Ve yine insan, işlediği isyanlarla, “esfele-i safiline” layık olacaktır ki, bu liyakat o dehşetli azabı meyve versin. Sözün özü: Yüksek insanlar da, alçak insanlar da bu dünyada yetişiyorlar. Ve ahirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor yahut azaba düşüyor.