Haçova Meydan Muharebesi

Konusu 'Eğitim Konuları' forumundadır ve saadet tarafından 12 Ocak 2017 başlatılmıştır.

  1. saadet

    saadet Moderatör Admin

    Haçova Meydan Muharebesi

    Sultan üçüncü Mehmed Hân kumandasındaki Osmanlı ordusunun, Avusturya arşidükü Maksimilyan’ın kumanda ettiği Alman, Macar, İspanyol, Leh, Çek, Slovak, İtalyan, Hollanda ve Belçika ordularına karşı kazandığı zafer.

    Nisan 1595 yılında sultan üçüncü Mehmed Han (1595-1603) tahta geçtiği sırada, Osmanlı kuvvetleri Avusturya ve Alman kuvvetleri karşısında arka arkaya mağlûbiyetler alıyordu. Bilhassa Estergon’un düşman eline geçmesi bütün yurtta derin bir üzüntüye sebeb olmuştu. Boğdan ve Eflâk’ta da durum, tamamen Osmanlılar aleyhine idi. Osmanlılara âid olan İbrail, Kili, Silistre, Yergöği, Rusçuk, Akkerman ve Varna da elden çıkmak üzere idi. Bu sebeble üçüncü Mehmed Han, hocası Sâdeddîn Efendi’nin de tavsiyesiyle, bizzat Avusturya sefer-i hümâyûnuna çıktı. Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın ölümünden, 30 yıl geçtiği hâlde hiç bir pâdişâh ordusuna bizzat başkomutanlık etmemişti. 21 Haziran 1596’da kapıkulu ocaklarıyla beraber hareket eden Sultan, 11 Ekim 1596’da Eğri kalesini teslim aldı. Kale muhafazasına Anadolu beylerbeyi Lala Mehmed Paşa’yı bırakarak sür’atle, Macarların Kereşdeş dedikleri Haçova’ya geldi. Osmanlı ordusu Haçova’ya geldiği zaman, imparatorun kardeşi arşidük Maksimilyan’ın kuvvetleriyle karşılaştı. Arşidük’un kumandası altında gerek Alman, Macar ve gerekse diğer devlet ve milletlerden toplanmış büyük bir ordu vardı. Osmanlı ordusunda ise Kırım hânı Gâzi Giray’ın, biraderi Fetih Giray ile gönderdiği Tatar kuvvetleri bulunmaktaydı.

    Netîce olarak Osmanlı ordusu yüz bin kişi civarında iken, düşman ordusu bâzı kaynaklara göre üç yüz bin kişiye yaklaşıyordu. Düşman kuvvetlerinin Osmanlı ordusuna ânî baskın yapmasından endişe edildiğinden, Cafer Paşa kumandasında on beş bin kişilik bir öncü kuvveti ileri gönderildi. Cesur bir asker olan Cafer Paşa, harekete geçmeden önce yaptırdığı keşifte, düşmanın sayı ve silâh bakımından çok üstün olduğunu öğrendiğinden, emrindeki kuvvetin böyle bir görev için yeterli olmadığını bildirdi. Sadrâzam İbrâhim Paşa’ya gönderdiği raporda; “Dînimiz uğrunda canım feda olsun. Fakat bir Cafer’in ölümüyle bu iş düzelmez. Saltanatın şerefini kaybederiz!..” diyordu. Ne yazık ki, İbrâhim Paşa’ya sözünü dinletemedi. Aslında düşman, Cafer Paşa’nın tahmininden de çoktu. Takviye olarak otuz top, 5-10 bin kişilik bir kuvvet daha verildi.

    Cafer Paşa aldığı emri yerine getirmek için düşman üzerine korkusuzca baskın yaptı. Ancak elindeki cüz’i kuvveti, bu muazzam düşman kuvvetinin karşısında eriyordu. “Alnımızın yazısı bu imiş” diyerek kahramanca çarpışan Cafer Paşa, Rumeli beylerbeyi Veli Paşa, kuvvetleriyle geri çekildiği halde muhârebeden çekilmedi. Ancak kendisinin yanındaki tecrübeli hudud komutanları zorla savaş alanından uzaklaştırdılar. Bütün ağırlık ve toplar düşman eline geçti. Karşılaşılan bu hezimet dolayısıyla son derece üzülen sultan üçüncü Mehmed Han, derhâl harp meclisini topladı ve ne suretle hareket edeceğine dâir ordu görüşmesi yapıldı. Pâdişâh’ın kumandayı vezîriâzama bırakıp geri çekilmesinin uygun olacağı düşüncesine karşı Hoca Sâdeddîn Efendi;

    “Bu büyük bir iştir. Hasan Paşa, İbrâhim Paşa ve gayrisi ile olur biter değildir, bizzat saâdetlu pâdişâhın, askere baş olup gitmesi lâzımdır” dedi.

    Ertesi sabah (26 Ekim) iki taraf kuvvetleri harp vaziyeti alıp birbirine yanaştı. Osmanlı ordusunun merkezinde üçüncü Mehmed Han vardı. Başının üzerinde sancak-ı şerif dalgalanıyordu. Pâdişâh’ın sağında vezirler, solunda kâdıaskerler ile Hocası Sâdeddîn Efendi bulunmakta idi. Sağ kanada vezir Mehmed Paşa, sol kanada vezir Sokulluzâde Hasan Paşa komuta ediyordu. Kırım süvarilerinin başında Gâzi Giray Han’ın kardeşi Fetih Giray vardı. Ortada topçular, onların gerisinde yeniçeriler, kapıkulu süvari birlikleri ve Otağ-ı hümâyûn bulunuyordu. Ağırlıklar ve geri kısmın korunması müteferrika ağası Yûnus Bey’e verildi.

    Muharebenin başlamasıyla birlikte düşman birlikleri uzun menzilli toplarıyla hücuma geçti. Arkasında tüfek ateşiyle Osmanlı ordusunun merkezine tazyik yapmaya başladı. Sol kanat komutanından yardım istendi, fakat etkili olamadı. Düşmanlar sarsılan Osmanlı ordusunun merkezine doğru derinlemesine girdiler. Demir zırhlara bürünmüş düşmanın piyade ve süvari birlikleri, Pâdişâh’ın bulunduğu merkez kısmı sardılar. Düşman ateşi tehlikesine düşen Pâdişâh, otağına çekilerek sırtına Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem hırka-i şerifini giyip eline mızrağını aldı. Zaferi nasîb etmesi için gözyaşları içinde Allahü teâlâya yalvarmaya başladı. Sağ kolda yer alan kuvvetler dağıldı. Böylece düşman kuvveti ordunun içine daldı. Bunların bir kısmı Türk cephane ve hazîne sandıklarının üzerine kadar çıkarak yağmalamaya başladı. Vaziyet tehlikeli bir hâl almıştı. Yerinden kıpırdamadığı hâlde bu durumu bizzat gören sultan Mehmed Han, yanında bulunan hocası Sâdeddîn Efendi’ye; “Efendi, şimdiden sonra ne yapmamız gerek” diye sorunca, metanetini kaybetmeyen Hoca Efendi;

    “Pâdişâhım, lâzım olan yerinizde sebat ve karâr etmektir. Cengin hâli budur. Ecdadınızın zamanında olan muhârebeler çoğunlukla böyle vâkî olmuştur. Mûcizât-ı Muhammedi ile inşaallahü teâlâ fırsat ve nusret, ehl-i İslâm’ındır. Hatırınızı hoş tutun” dedi.

    Artık panik başlamış ve düşman kuvvetleri çadırlar arasına kadar girmiş, ordugâhı zaptetmişti. Düşmanın böyle çadırlar arasına girdiğini gören at oğlanı yâni seyis, aşçı, deveci, katırcı, karakollukcu denilen hademe grubu bu çadırları zapteden düşman üzerine kazma, kürek, balta ve odun gibi şeylerle hücuma geçerken, aynı zamanda; “Düşman kaçıyor” diye bağırarak askerleri geri döndürmeyi başardılar. Bu sırada ön kol kumandanı Çağalazâde de süvarileriyle hücuma geçti ve Osmanlı ordusunun sağ kolunu bozmuş olan yirmi bin düşmanı bataklıklara sürerek imha etti, Bu hengâmede üçüncü Mehmed Han’ı dimdik atının üzerinde, Hoca Efendi’yi de onun yanı başında atının gemlerini tutmuş gören akıncılar ve Kırım atlıları, zaferi kazandığını sanan düşmana dehşetli bir darbe indirdiler. Düşmanın elli bin kadarı öldürüldü. Böylece kaybolmuş sayılan Haçova savaşı Pâdişâh’ın teslimiyet ve duâsı, Hoca Sâdeddîn Efendinin sebatı, askerin şecâatı ile zaferle neticelendi. On bin duka altın ile beraber, Alman topraklarının yüzde doksan beşi ele geçti.

    Haçova meydan muhârebesinde, Osmanlı ordusu Mohaç’dan sonra en büyük imha hareketini gerçekleştirdi. Tarihçi Hammer bu savaş için; “Hoca Sâdeddîn’in cesaret ve te’siriyle kazanılan ve Mohaç ve Çaldıran’la mukayese edilen parlak zafer” diye bahsetmektedir. Sultan üçüncü Mehmed Han bu seferin sonunda Eğri Fâtihi ünvânını almıştır.