Hac Sevabı Kazandıran Amel Nedir?

Konusu 'Hacca gitmek' forumundadır ve Lasey tarafından 3 Şubat 2016 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Cenâb-ı Hakk’a kulluğun tezâhürü olan bütün ibadetler, rûha verilen ayrı ayrı vitaminler mesâbesindedir. Her ibadetten almamız gereken hikmetler, dersler ve ahlâkî kıymetler bulunmaktadır. İbadetlerimizin makbûliyetinin alâmeti de bunlardır.

    İlk farz kılınan ibadet; dînin direği olan namazdır. Namaz; kendini ilâhî huzurda bilme, her dâim bizimle olan Rabbimiz’le kalben buluşma, secdelerle O’na olan yakınlığı artırmadır.

    Namazdan sonra oruç farz kılındı. Oruç, belli bir süreliğine yeme-içmeyi bırakmaktan ibaret değildir. Zira oruç, mideye ilâveten bütün uzuvların, bilhassa da gözün, kulağın ve dilin haramlardan korunmasıyla kulu “takvâ” hassâsiyetine erdirmeyi hedefleyen şümullü bir ibadettir. Yani kula belli bir süreliğine bâzı helâlleri dahî yasaklayıp haramlardan ne kadar sakınmak gerektiğini tâlim eden bir nefis terbiyesidir. Helâlleri dahî asgarîde kullanmayı telkin eden bir riyâzat hâlidir. Açları ve muhtaçları hatırlatarak, merhamet, şefkat ve cömertliği geliştiren bir vicdan tekâmülüdür.

    Oruçtan sonra zekât farz kılındı. Zekât; fakir-fukarânın, dînen zengin sayılanların malındaki asgarî hakkıdır. Diğer infaklarla bu asgarî miktarı da aşmaya çalışmak îcâb eder. Zira kulun bu fedakârlığı, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşma iştiyâkının bir göstergesidir.

    Cenâb-ı Hakk’ın zekât ve infaklardaki murâdı da; emânet olarak ihsân ettiği bütün nîmet ve imkânlardan, kulun ne kadar fedakârlıkta bulanabileceğini test etmektir. Yani kulun Hakk’a tevekkül, teslîmiyet, muhabbet ve şükür duygularını imtihan etmektir.

    Son olarak farz kılınan hac da, diğer ibadetler gibi, ihtivâ ettiği hikmetlerin tefekküründe derinleşerek, hassas bir gönülle îfâ edilmesi gereken mühim bir ibadettir.

    HAC HAZIRLIĞI

    Haccı kâmil mânâda edâ edip onun hakîkatine erebilmek için, daha hac yolculuğuna çıkmadan evvel, maddî-mânevî bir hazırlık safhası gereklidir. Maddî hazırlığın en mühimi, borçları ve kul haklarını ödeyip helâlleşmektir. Hac, hem bedenî hem de mâlî bir ibadet olduğundan, malı da infaklarla temizlemek îcâb eder.

    Nitekim Rasûlullah (s.a.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

    “Ey tüccar topluluğu! (Ne kadar dikkat etmeye çalışsanız da) muhakkak ki alışverişe yalan ve yemin bulaşır. Bunun için siz de ona (ihtiyaten) sadaka karıştırınız!” (Ahmed, IV, 6; Ebû Dâvûd, Büyû, 1/3326)

    Bu hadîs-i şerîfte, her ne kadar ticâret ehline hitâb edilmiş olsa da, her meslek erbâbının maîşet temininde, sehven, buna benzer kusurları olabilir. Dolayısıyla, hacca gidecek mü’minlerin, oraya temiz parayla gidebilmek için, kul haklarını ödemeye ilâve olarak, ihtiyaten, infak ve sadakalarla da servetlerini temizleyip hata ve noksanlıkları için tevbe ve istiğfarda bulunmalarında fayda vardır. Aksi hâlde, haccın gönül feyzine erebilmek mümkün olmaz.

    Hadîs-i şerîfte buyrulur:

    “Kim bu Beyt’i, haram kazançtan elde ettiği parayla ziyaret ederse Allâh’a itaatten çıkmış olur. Böyle bir insan hacca niyet eder, ihrâma bürünerek bineğinin üzengisine ayağını basıp devesini hareket ettirdikten sonra; «Lebbeyk Allâhümme lebbeyk» derse, semâdan bir münâdî şöyle seslenir:

    «Sana, ne lebbeyk ne de sa‘deyk! Çünkü senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır. Hiçbir sevap almadan, günahkâr olarak dön! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı üzül!..»” (Heysemî, III, 209-210)

    Bunun için, borç varsa ödenmeli, kul hakkı varsa helâllik alınmalı, fakirin servetteki hakkı olan zekât, hak sahiplerine teslim edilmelidir.

    Bu maddî hazırlıktan sonra, mânevî hazırlık safhası gelir ki, o da gönlü bu mukaddes yolculuğa hazırlamaktır.

    Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin Hicaz’a giderken yaşadığı hikmet dolu bir hâdiseyi, Mevlânâ Hazretleri şöyle nakleder:

    “Bâyezîd, hac için yola çıktığı vakit, bir pîr-i fânî gördü ki, onda velîlerin rûhâniyeti vardı. Gözleri dünyaya âmâ, kalbi ise Güneş gibi aydınlıktı. Bâyezîd, o pîrin karşısına oturdu. Pîr ona:

    «–Ey Bâyezîd! Nereye gidiyorsun?..» diye sordu. Bâyezîd de:

    «–Hacca gitmek niyetindeyim; iki yüz dirhem de param var…» dedi. Pîr, Bâyezîd’e dedi ki:

    «–Ey Bâyezîd! O dünyalığın bir kısmını Allah yolundaki muhtaçlara, gariplere, bîçârelere dağıt! Onların gönüllerine gir ve duâlarını al ki; rûhunun ufku açılsın! Böylece ilk olarak gönlüne haccettir! Ondan sonra rakik bir gönülle o nâzik hac yolculuğuna devam et!..

    Çünkü Kâbe, Allâh’ın hâne-i birridir. Yani ziyareti farz ve sevâba vesîle olan bir beyttir. Lâkin insan kalbi, bir sır hazinesidir.

    Eğer sende basîret varsa, önce gönül Kâbe’sini tavaf et!.. Taş ve topraktan yapılmış sandığın Kâbe’nin asıl mânâsı gönüldür.

    Cenâb-ı Hak, görünen, bilinen sûret Kâbe’sini tavâf etmeyi, kirlerinden arınmış bir kalbe sahip olasın diye sana farz kılmıştır.

    Şunu iyi bil ki, sen Allâh’ın nazargâhı olan bir gönlü incitir, kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevap, gönül kırmanın günâhını dengeleyemez.

    Sen varını-yoğunu, malını-mülkünü ver de bir gönül yap! Kazandığın o gönül, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!..

    Allâh’ın huzûruna altın dolu binlerce kese götürsen, Cenâb-ı Hak:

    «Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gönül getir! Çünkü altın-gümüş Biz’im için bir şey değildir. Eğer Biz’i ve rızâmızı istiyorsan, bunun ancak bir gönül kazanmaya bağlı olduğunu unutma!..» buyurur. Hakk’ın nûrunun insandaki tecellîsini görmek için kalp gözün iyice açılsın!..»

    Bâyezîd, pîrin bu nüktelerini kavradı. Büyük bir vecd içinde hac yolculuğuna devam etti.”

    Düşünmeliyiz ki, bu fânî cihanda hepimiz ebediyet yolcusuyuz. Ecel senedinin vâdesi ne zaman dolacak, meçhul. O hâlde, nasıl ki hac yolculuğu için maddî-mânevî hazırlık yapmak gerekiyorsa, kabir ve âhiret yolculuğu için de her an hazırlıklı olmamız elzemdir.

    NAZARGÂH-I İLÂHÎ

    Tasavvufî eserlerde gönlün Kâbe’ye teşbîhine sıkça rastlanır. Bu durum, mahlûkâtın en şereflisi ve kâinâtın gözbebeği olarak yaratılan insandaki kalbin, kâinât içinde Kâbe’nin mevkiine benzemesinden dolayıdır. Gerçekten, her ikisi de tecellîgâh-ı ilâhî olmak yönünden merkezî bir durumdadır.

    Yeryüzündeki en mühim nazargâh-ı ilâhî Kâbe olduğu gibi, mâsivâdan arınıp mârifetullah tecellîlerine mazhar olmuş selîm kalpler de nazargâh-ı ilâhîdir. Tavafta bu iki nazargâh, bir olmaktadır.

    Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) Efendimiz’in, Kâbe’yi tavaf ederken şöyle buyurduğu nakledilir:

    “(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve hürmetin de ne yüce! Ama canım elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, kanıyla mü’minin hürmeti senin hürmetinden daha büyüktür!..” (İbn-i Mâce, Fiten, 2)

    Demek ki nazargâh-ı ilâhî olan selîm bir kalp, Kâbe gibi hürmete lâyıktır. Kalplerinin takvâda seviye kazanması için Kâbe’ye gidenler, bunun ilk şartının, mü’min kardeşinin kalbini kırmamak olduğunu iyi bilmelidirler. Zira bir mü’minin kalbini kırmak, Kâbe’yi yıkmak gibi ağır bir cürüm sayılmıştır.


    GÂYE; TAKVÂYA EREBİLMEK

    Âyet-i kerîmede buyrulur:

    “Hac (ayları) bilinen aylardır. İşte kim o (ay)larda haccı, (niyet ederek ve ihrâma girerek kendine) farz ederse, (artık) hacda refes (şehevî arzular), füsûk (günah davranışlar) ve cidâl (münâkaşa-kavga) yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Bir de (hac seferine yetecek miktarda) azıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvâdır…” (el-Bakara, 197)

    Orucun farz kılındığını bildiren âyetin sonundaلَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ : umulur ki takvâya erersiniz.”2buyrulduğu gibi, hacca dâir âyette de “takvâ azığı” hazırlamaya dikkat çekilmiş olması, ibadetlerle kulun kazanması gereken hassâsiyeti net bir sûrette ortaya koymaktadır. Yani hac da bir nevî “takvâ” eğitimidir. Haccı makbul şekilde îfâ edebilmenin en büyük alâmeti, hacdan sonra da takvâ üzere yaşamaktır.

    Haccın hikmetlerinden, vermek istediği mesajlardan ve ahlâkî değerlerden lâyıkıyla hisse alıp ömür boyu o hassâsiyetleri koruyabilmek için; bu büyük ibadetin belli başlı rükünlerinin mânâ ve mâhiyetini tefekkür etmek gerekir.