Gerçek ihtiyaç sahipleri nasıl bulunur

Konusu 'Zekat vermek' forumundadır ve saadet tarafından 18 Ekim 2016 başlatılmıştır.

  1. saadet

    saadet Moderatör Admin

    Gerçek ihtiyaç sahipleri nasıl bulunur

    Kendimize kıymetli bir şey satın alırken nasıl îtinâ gösterip araştırıyorsak, aynı îtinâ ve hassâsiyetle zamanımızı ve emeğimizi de verip emâneti gerçek hak sahibine ulaştırmalıyız. Zira infak, Allâh’ın bu fânî âlemde lutfettiği imkânlardan vererek ebedî âlemdeki sonsuz nîmetleri satın almak şeklinde mânevî bir alışveriştir. Bu alışverişi en bereketli şekilde yapabilmek ise, gerçek muhtâcı arayıp bulmaya bağlıdır. Bu aynı zamanda, infâk edenin gönlündeki ihlâsın derecesini de gösterir.

    Âyet-i kerîmede, infâk edenin gerçek muhtâcı araması şöyle emredilir:

    “(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç maksadıyla dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zannederler. Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273)

    Yani infak hâlisâne olduğunda, gerçek muhtâcı sîmâsından tanıyabilecek bir kalbî rikkat ve hassâsiyet gelişir.

    HİÇBİR ŞEY İSTEMEYEN İNSAN

    Hadîs-i şerîfte buyrulur:

    “Gerçek fakir, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve hâlini anlayıp kendisine yardım edecek biri çıkmayan, (buna rağmen) halktan bir şey isteyemeyen kimsedir.” (Buhârî, Zekât, 53)

    Hazret-i Mevlânâ, âdeta bu hakîkatlerden ilhamla şöyle nasihat eder:

    “Gönül almaya bak; güçsüzlere hizmet et! Zayıfları, gönlü kırıkları koru! Onlar öyle kimselerdir ki, halktan hiçbir gelirleri yoktur. Bununla beraber, tam bir kalp huzûru, tevâzû ve kırıklık içinde kalıp giderler. Onları ara, bul!”

    İşte asıl fazîlet, böyle muhtâcın elinden tutabilmektir. Yani istemekten hayâ ettiği için hâlini gizleyen takvâ sahibi muhtâcı arayıp bulmak ve onları sîmâlarından tanımayı kalbimizin bir hassâsiyeti hâline getirmek, Rabbimizin bir emridir. Şüphesiz ki bu hassâsiyeti kazanabilmek, malın helâlliği ve gönüllerdeki ihlâs nisbetinde mümkündür.

    Helâl maldan, sırf rızâ-yı ilâhî için ve cân u gönülden yapılan infak, Allâh’ın izniyle zâyî olmaz, Allah onu ehil kimselere nasîb eder.

    Allah yolundaki bir vasıflı insana yardım etmek ise, bâzen binlerce insana bedel olur. Zira büyük istîdat sahiplerinin önüne bütün imkânları serseniz isrâf olmaz.

    GERÇEK MUHTACIN HAKKI

    Efendimiz (s.a.s.) de, kendilerini Allah yoluna adamış fakir sahâbîler olan “Ashâb-ı Suffe” ile husûsî olarak ilgilenir ve varlıklı mü’minleri onlar için infâka teşvik buyururdu.

    Hak dostu Mevlânâ Hazretleri de, gerçek muhtâcın hakkı olan infâkı kime ve nereye yönelttiğimize dikkat etmemizin ehemmiyetine binâen şöyle buyurur:

    “Adâlet nedir? Meyve ağaçlarını sulamaktır. Zulüm nedir? Dikenleri sulamaktır…”

    Dolayısıyla infâkımızın rûhâniyet bahçelerini mi, yoksa nefsâniyet dikenliklerini mi yeşerttiğine dikkat etmemiz şarttır.

    İnfâkın değeri, malın helâlliği nisbetindedir. Helâl maldan yapılan hayırlar, -Allâh’ın lutfuyla- ona en lâyık olan kimselere nasîb olur. Bu bakımdan infaklar, âdeta kazancın mânevî bir röntgeni mâhiyetindedir.