Furkan Süresi Hakkında Bilgi Furkan Süresi سورة الفرقان Kur’an-ı Kerim’in yirmi beşinci suresi. Mekke devrinin sonlarına doğru nazil olan surelerdendir. Abdullah b. Abbas’a isnat edilen bir rivayette 68, 69 ve 70. ayetlerin Medine devrinde nazil olduğu belirtilmektedir. Kaynaklar bu surenin Yasin ile İsra suresi arasında nazil olduğunu bildirmektedir. Hz. Peygamber’in, olaylı geçen Taif yolculuğundan sonra sırasıyla Cin, Yasin, Furkān ve İsra sureleri inmiştir. Buna göre Furkān suresi, mi‘rac olayı öncesinde ve muhtemelen Mekke döneminin onuncu yılında nazil olmuştur (Abdullah Mahmud Şehhate, I, 259). Daha önce müşrikler müslümanlara sosyal boykot uygulamışlar ve Hz. Peygamber’in dine davetini çeşitli yollarla engellemeye çalışmışlardı. Mekkeli ya da taşralı hiç kimsenin Resul-i Ekrem ile görüşmesine izin vermiyorlardı. Bu yolla istedikleri sonucu elde edemeyince başka çarelere başvurdular. Hz. Peygamber’i gözden düşürmek için bir iftira kampanyası başlattılar, hakkında akıl almaz yalanlar uydurdular. Bu sure de müşriklerin, Hz. Muhammed’in peygamberliği ve genel olarak peygamberlik kurumuyla ilgili çeşitli iddia ve iftiralarına cevap vermek ve Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu ortaya koymak üzere nazil olmuştur. Furkān suresi yetmiş yedi ayet olup fasıla*sı elif (ا) harfidir; sadece on yedinci ayetin fasılası lamdır (ل). Sure, ismini birinci ayette geçen ve “hak ile batılı birbirinden ayırma” anlamına gelen “furkan” kelimesinden alır. Kur’an-ı Kerim’e furkān denilmesinin sebebi itikadda hak ile batılı, haberde doğru ile yalanı, amelde gerçek ile sahteyi birbirinden ayırmış olmasından dolayıdır (ayrıca bk. FURKAN). Kulu Muhammed’e “Furkān’ı” indirmiş ve onu bütün alemleri uyarmak üzere peygamber yapmış olan Allah’a övgüyle başlayan surede Hz. Muhammed’in risaletinin evrenselliği, vahiy ve peygamberliğin kul isteği ve seçimiyle olmayıp Allah’ın takdir ve iradesiyle gerçekleştiği vurgulanır. Müşriklerin Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve ahiret günündeki büyük hesabı inkar hususunda gösterdikleri inat üzerine nazil olan surenin başında vahiy ve nübüvvetin dindeki yerini ve önemini belirten bir bölüm yer alır. İnkarcılar vahyin alelade masallardan, peygamberin de sıradan insanlardan pek farklı olmadığını öne sürüyor, bir peygamberin insan üstü nitelikler taşıması gerektiğini söylüyorlardı. Hz. Peygamber’in yemek yemesini, çarşıda pazarda gezip dolaşmasını bahane ederek onun bu hallerini kendi inkarlarına gerekçe gösteriyorlardı. Surede inkarcıların ileri sürdükleri bu tür iddialar delil mahiyetinde misallerle tek tek cevaplandırılır ve çürütülür. Esasen Mekkeli müşriklerin Resul-i Ekrem’i inkar için öne sürdükleri gerekçeler, temelde bütün çağlarda peygamberleri inkar için ortaya atılan isnat ve iftiralardan ibarettir. Bu iftira ve isnatların onların dilinden Kur’an’da yer almış olması bu bakımdan çok anlamlıdır. Surenin baş taraflarında, kuluna Furkān’ı indiren Allah’ın aynı zamanda gökleri ve yeri yarattığı, tek hükümran olarak her şeyi kendisinin takdir ve tayin ettiği bildirilir. Böylece göklerde ayrı tanrılar, yeryüzünde ayrı tanrılar bulunmadığını ortaya koyarak inkarcıları kendisine tapmaya, buyruklarına boyun eğmeye ve peygamberine uymaya davet eder. Onların, ne bir şey yaratacak ne de fayda veya zarar verecek konumda olmayan aciz varlıklara, putlara tapmalarını ayıplar. Bu ayıp kendilerine yetmiyormuş gibi bir de Allah’ın gönderdiği vahye ve Peygamber’e dil uzatmalarını kınar. “Peygamber’e başkaları yardım ediyor” (ayet 4) diyerek iftirada bulunmalarının büyük bir haksızlık ve yalan olduğunu, “Bunlar eskilerin efsaneleridir” şeklindeki hezeyanlara karşı da Kur’an’ın bütün sırları bilen Allah tarafından indirilmiş bir vahiy olduğunu bildirir. Daha sonra Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu bildiren ayetlere yer verilir. Resul-i Ekrem’in yiyip içtiği, gezip dolaştığı, aslında bir peygamberin yanında birtakım meleklerin bulunması veya kendisine gökten defineler indirilmesi gerektiği (ayet 7, 8) yolundaki itirazlara cevap olarak daha önceki peygamberlerin de aynı şekilde yiyip içen, çarşıda pazarda gezip dolaşan insanlardan seçilmiş olduğu hatırlatılır (ayet 20). Bu hatırlatmadan, Mekke putperestlerinin muhtemelen yahudiler ve hıristiyanlarla olan ticari münasebetleri sayesinde eski peygamberler hakkında az çok bilgi sahibi oldukları anlaşılmaktadır. En’am suresinin 91. ayetinde belirtildiğine göre onların okur yazar olanlarından bir kısmı yahudi kutsal metinlerinden bazı parçaları yazıp saklıyorlardı. Şu halde Hz. Muhammed’de gördükleri ve sözde yadırgadıkları beşeri niteliklerin o peygamberlerde de bulunduğunu bilmeleri gerekirdi. İnkardan doğan bu tür itirazların vahyin niteliğine (ayet 4, 5), geliş tarzına (ayet 32) ve Hz. Peygamber’in şahsına (ayet 7, 8, 9) ait olmak üzere üç noktada toplandığı görülür. Surede bu itirazlara ayrıntılı olarak cevaplar verilir; ayrıca inkarcıların ruh halleri tahlil ve tasvir edilerek Allah huzurunda hesap verilmeyeceğini sananların kendilerine melekler gönderilmemesini ve Tanrı’nın görünmemesini bahane ettikleri, bunun da onların kibirlerinden ileri geldiği vurgulanır. Suçluların ve kötülük yapmaya meyilli olanların Kur’an’daki uyarılara hiç gerçekleşmeyecekmiş gibi baktıkları ve bu yüzden peygamberlere düşman oldukları ortaya konur (ayet 31). Kur’an’ın niçin toptan indirilmeyip ayet ayet nazil olduğunu soranlara, müminlerin kalbine daha iyi yerleşmesi için bu yöntemin seçildiği bildirilir (ayet 32). Bu cevap, Kur’an’ın içerdiği bilgilerin, gerçeklerin ve ameli prensiplerin gerektiği şekilde kavranıp benimsenmesi ve hayata geçirilebilmesinde zaman, ihtiyaç ve kapasite gibi faktörlerin dikkate alınmış olduğunu göstermesi bakımından büyük önem taşır. 35 - 39. ayetlerde, peygamberlerini red ve inkar eden bazı eski kavimlerin nasıl cezalandırıldığına kısaca işaret edildikten sonra bunların kalıntılarını gördükleri halde ibret almayan Mekkeli putperestlerin Hz. Peygamber’le alay ederek aynı hatayı işledikleri ve inkarcılıklarını ısrarla sürdürdükleri, bu halleriyle de hayvanlara benzedikleri, hatta daha da aşağı oldukları ifade edilir (ayet: 40-44). Bundan sonraki ayetlerde kozmolojik delillerden bazı örnekler verilerek dünyanın da ahiretin de tek hakiminin Allah olduğu açıklanır (ayet 45-57). Surenin son kısmında, şanı yüce ve ölümsüz olan Allah’a inanmanın, O’na güvenmenin ve huzurunda secde etmenin insana gerek bu dünyada gerekse ahirette neler kazandırdığına temas edilir. İyi hal sahibi müminlerin bazı örnek davranışlarına yer verilir. “Rahman’ın kulları” tabiriyle taltif edilen müminler yürüyüşleri, geceleyin ibadet etmeleri, konuşmaları, sataşmalara esenlik dileğiyle karşılık vermeleri, Allah’a yalvarışları, yardım severlikleri, bununla beraber israftan uzak durmaları, Allah’tan başkasına boyun eğmekten, cana kıymaktan, zina etmekten, yalan söylemekten ve yalan yere şahitlik etmekten kaçınmaları ve iyilik yolunda önderlik etme arzusu taşımaları gibi meziyetleriyle toplumun yüz akı insanlar olarak örnek gösterilirler. Böylece sure yalnızca vahye karşı çıkan inkarcıların ruhi durumlarını ve acınacak hallerini İfade ekmekle kalmaz, vahye inanan insanların örnek özelliklerini de dile getirir ve bu iki tip insan arasındaki farkları açık şekilde ortaya koyar. Özellikle 63. ayet bu iki tipin ahlaki yapısının bir özetidir. Nitekim bütün tefsirlerde, burada sözü edilen “cahillerin sataşmaları Cahiliye barbarlık ve küstahlığını, ağır başlı müslümanların bu sataşmalara selamla karşılık vermeleri de onların, İslam ahlakında genellikle “hilim” terimiyle karşılanan ağır başlı, uzlaşmacı, yapıcı ve barışçı karakterlerini ifade edecek şekilde açıklanmıştır (mesela bk. Taberi, XIX, 32-35; Zemahşeri, III, 99). Sure şu ayetle sona erer: “De ki: Sizin yalvarmanız olmasa rabbim size ne diye değer versin? Siz -resulün bildirdiklerini- kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır”. Hz. Peygamber’den rivayet edildiği bildirilen ve bazı tefsirlerde yer alan (mesela bk. Zemahşeri, III, 234; Beyzavi, II, 172), “Furkān suresini okuyan kimse kıyamet gününde Allah’ın huzuruna o günün geleceğine şüphesiz inanmış olarak çıkar ve kolayca cennete girer” mealindeki hadisin mevzu olduğu kabul edilmiştir (İbnü’l-Cevzi, I, 239-241; Zerkeşi, I, 432). Furkān suresinin tefsiri ve muhtevasının tahlili mahiyetinde özel çalışmalar yapılmış olup bazıları şunlardır: Ebüssuud Efendi, Tefsiru sureti’l-Furķān (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 1026/ 3, vr. 20-49); Sırrı Paşa Giridi, Sırr-ı Furkān: Tefsir-i Sure-i Furkān (İstanbul 1312); Muhammed b. Said el-Barudi, ed-DaǾve ve’d-daǾiye fi đavǿi sureti’l-Furķān (Cidde 1987); Rif‘a Ahmed Salih el-Gāmidi, Śıfatü Ǿibadi’r-raĥman kema śavveraha suretü’l-Furķān (yüksek lisans tezi, er-Riasetü’l-amme li-ta’limi’l-benat, Mekke 1405); İbnü’ş-Şerif, Eđvaǿ Ǿala sureti’l-Furķān (Kahire 1986); Abdülvehhab Abdül‘ati Abdullah, ǾAkīdetü’l-iman fi žılli sureti’l-Furķān (Kahire 1987); Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydani, Tedebbürü sureti’l-Furķān fi vaĥdeti’l-mevżuǾ (Dımaşk 1412/ 1991); Ebülfazl Mir Muhammedi, “Tefsir-i Sure-i Furķān”, Nur-i Ǿİlm (Mihr, Kum 1342 hş., s. 55-58; Di, 1342 hş., II, 39-45; Hordad 1343, IV, 25-32).