Soru Fetret Devri'nde Ortaya Çıkan Şeyh Bedreddin Meselesi Nasıl Çözüldü?

Konusu 'Osmanlı Tarihi' forumundadır ve Lasey tarafından 2 Kasım 2017 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Fetret Devri'nde Ortaya Çıkan Şeyh Bedreddin Meselesi Nasıl Çözüldü?

    Çelebi Mehmed'in, Anadolu siyasi birliğini tekrar sağlamaya yönelik faaliyetlerinde başarı sağladığı, devletin dağılma tehlikesini atlatıp tekrar eski gücüne kavuşmaya başladığı günlerde, Osmanlı'nın başına iki büyük gaile açıldı. Şeyh Bedreddin ve Şehzade Mustafa'nın (Düzmece Mustafa) başını çektiği hadiselerde Çelebi Mehmed, çok basiretli bir idare ortaya koydu ve devlet bu iki sıkıntıyı aştı.

    Bugün Yunanistan sınırları içerisinde kalan Simavna'da doğan Şeyh Bedreddin, babası Simavna Kadısı İsrail'in nezaretinde başladığı tahsil hayatına Edirne, Bursa ve Konya'da büyük alimlerden ders alarak devam etti. Şam, Kudüs ve Kahire'de bulunduktan sonra hac için Mekke'ye gitti. Timur'un huzurunda yapılan ilmi müzakerelerde kendini ispat eden Şeyh Bedreddin, Tebriz'e ve ilim merkezi Kazvin'e uğradı. Bazı rivayetlere göre bu dönemde az da olsa "Batınilik" fikirlerinin tesirinde kaldı.

    İslam fıkhı sahasında oldukça ileri giden Şeyh Bedreddin, "Hanefi" mezhebi ile alakalı mukayeseli bir hukuk kitabı olan "Letaifü'l-İşarat" isimli eserini kalemi aldı. Bu eser fıkhi meselelerdeki derinliğinin ve iyi bir fakih olduğunun deliliydi. Ayrıca, "Cami'ul-Fusûleyn" adında, yaşadığı asrın meselelerini işlediği bir hukuk kitabı kaleme aldı.

    Şeyh Bedreddin, eserlerini Sünni ve Hanefi esaslarına göre kaleme almıştı. Bunlarda Batıni¬lik, Alevilik veya materyalist bir "vahdet'ül-mevcudcu¬luk" anlayışı ile alakalı ifadeler yoktu. Bu durumun tek istisnası Varidat adlı eseri oldu. Bu kitabın da onun tarafından yazılıp yazılmadığı ilim adamları arasında hep tartışma konusu oldu. Zira bu eserde diğer kitaplarının aksine, İslam'ın ana esaslarına ters düşen hususlar bulunuyordu. Allah, peygamber ve ahiret inancı olmayan, kadın hariç her şeyin insanlar arasında ortak olduğuna inanan zındık, mülhid bir insan karşımıza çıkıyordu.

    Şeyh Bedreddin, 1397'de şeyhi Hüseyin Ahla¬ti'nin vefatı üzerine onun yerine geçti ve daha sonra Anadolu'ya geldi. Yıldırım'ın oğullarından Musa Çelebi, Edirne'yi aldıktan sonra Şeyh Bedreddin'i kazasker tayin etti. Sonradan şeyhlikten şahlığa heveslenen ve bazı çevreler tarafından kullanılan Şeyh Bedreddin, Musa Çelebi tasfiye olunca Çelebi Mehmed tarafından yüksek maaşla İznik'te çoluk çocuğuyla birlikte mecburi ikamete zorlandı. Kendisine gereken saygı gösterilmekle beraber göz hapsinde tutuldu. Sonunda, İzmir Urla taraflarında fesada başlayan Börklüce Mustafa ve Manisa civarında ortaya çıkan Yahudi dönmesi Torlak Kemal ile olan eski münasebetlerinden korkup, Kastamonu-Sinop-Kefe üçgenini takip ederek Eflak Voyvodası'na (Dobruca) sığındı. Bizans'tan da destek alan bu isimlerin bulundukları yerlerde devlet aleyhine faaliyetlerde bulunmaları bardağı taşıran son damla oldu.

    Siyasi bütünlüğü tehdit eden bu isyan hareketlerinin bastırılması için harekete geçildi. Asker sayısı on bine dayanan ve Dede Sultan namıyla anılan Börklüce Mustafa'nın ve Torlak Kemal'in cezalandırılmasından sonra, bunların manevi reisliğini yapan Şeyh Bedreddin'e sıra geldi; ama o, isyanını genişletmişti. Selanik taraflarında Düzmece Mustafa ile meşgul olan Çelebi Mehmed, Şeyh Bedreddin ve taraftarlarının direnişi üzerine Serez'e geldi. Bayezid Paşa'nın gayretiyle ele geçirilen Şeyh Bedreddin, padişahın emriyle ilim adamlarından oluşan bir heyet tarafından muhakeme edildi. Kur'an ve Sünnet'e aykırı batıl fikirlere sahip olduğu ortaya çıktı.

    Mahkemede kendi suçunun cezasını bizzat kendisi ikrar eden Şeyh Bedreddin'in malı ve ailesi korunmak şartıyla idamına karar verildi. "Islah-ı alem ve hıfz-ı nizam-ı Beni adem" için verilen fetva ile 1416'da Serez'de idam edilip, buraya defnedildi. 27 Mayıs darbesinden sonra 1961'de mezarı kazılarak kemikleri Divanyolu'ndaki 2. Mahmud Türbesi'ne nakledildi.

    Bütün bu hadiseleri nazara aldığımızda Şeyh Bedreddin'i doğru bir şekilde anlamak güçleşmektedir. Fıkhi donanımıyla kazaskerlik vazifesi verilen, Ehl-i Sünnet esaslarına göre İslam hukuku sahasında eserler kaleme alan bir ilim adamı sonradan çok şaşırtıcı bir değişim yaşamış ve devlete isyan eden insanlara manevi önderlik yapmıştır. "Simaviler" diye bilinen müritlerinin, namaz ve oruç gibi İslam'ın en temel esaslarından bile habersiz yaşamaları ise düşündürücüdür.