Fesat Nedir? Fesat Anlamı ve Hakkında Bilgi

Konusu 'Dini Sorular Ve Cevapları' forumundadır ve Adile tarafından 13 Temmuz 2013 başlatılmıştır.

  1. Adile

    Adile Admin

    Fesat ne demek

    Yeryüzünde karışıklık, kargaşa, fitne ve fesat, insanoğlu yaratıldığı günden bu yana her zaman var olmuş ve kıyamete kadar da var olacaktır. Bazen sulh erlerinin karşı koymasıyla duraklayacak, bazen Cenab-ı Hakk'ın ekstra inayetleriyle engellenecek, ama her zaman yeniden zaaflarımızın, ihtiraslarımızın bağrında boy atıp gelişecektir. Bugüne kadar hep böyle oldu; bundan sonra da böyle olacağa benzer.

    Fesat, bazen şahıslar mabeyninde dar alanlı olarak cereyan etmiş, bazen gruplar arasında oldukça geniş bir mahiyette ortaya çıkmış, bazen de bütün bir toplumu sarsacak ve her şeyi alt üst edecek bir vüs'atte meydana gelmiştir. Yerinde akl-ı selim, kalb-i selim ve hiss-i selimle engellenebilmiş, hiç olmazsa tahribatı azaltılmış ise de çok defa en korkunç tsunamiler gibi kontrolsüz yığınları birbirine düşürmüş, kargaşaya sebebiyet vermiş ve arkada bir sürü kinler, nefretler ve kabil-i iltiyam olmayan iftiraklar bırakmıştır.

    Din, fesat çıkarana "müfsit" demiş ve onu lanetlemiş; devletler, milletler değişik kanun ve nizamlarla onu önlemeye çalışmış ve ahlakçılar da ona karşı sürekli mücadele vermişlerdir; ama, her şeye rağmen o, varlığını sürdüregelmiştir.

    Kur'an-ı Kerim, fesadın insan tabiatında mekni bulunduğuna işaret eder ve ona karşı iman ve amel-i salih yolunu salıklar.(Bkz.: Maide sûresi, 5/64-66.) İnsan, iman ve salihatla kalbi ve ruhi hayata yönelerek nefsani ve hayvani hislerini baskı altına alabildiği ölçüde fesada karşı başarılı sayılır. Aksine o, din ve diyanet adına tam donanımlı olmazsa, her zaman fesada yenik düşer ve çevresini de ifsat eder.

    Kendini ifsada salmış fertlerden sağlıklı bir toplum oluşturmanın mümkün olmadığı/olamayacağı açıktır. Böyle bir toplumda sürekli hercümerç yaşanır, kaoslar kaosları takip eder, yığınlar heva ve heveslerine göre davranır; anarşi başını alır gider ve müfsitler bir baştan bir başa milleti kendilerine benzetirler. Ne güven kalır ne huzur, ne saygı kalır ne de itibar; bütün değerler alt üst olur, her yanda sadece müfsitlerin edip eyledikleri konuşulur.. ihtimal, meleklerin mahiyet-i adem karşısında istifsar edalı endişeleri de böyle bir akıbete bakıyordu.(Bkz.: Bakara sûresi, 2/30.) Eğer, bu endişenin altında, Allah'ın vaz'ettiği teşrii ve tekvini emirlere baş kaldırma, fıtri ve tabii nizamı ihlal ve şimdilerde olabildiğine yaygınca görüldüğü gibi kin, nefret, zulüm ve bohemce yaşamanın mevcudiyeti söz konusu idiyse, bugün bunların hepsi var; olmasını beklediğimize gelince, o da meleklerin göremedikleri ve sadece Allah'ın bildiği kalb ve ruh insanlarının mevcudiyetidir.

    Bugün, yeryüzünde Allah'ın tesis buyurduğu ve yaşanmasını istediği hayat tarzına, peygamberlerle gerçekleştirilen semavi anlayış ve telakkiye, insanca yaşamaya ve hayatı ukba derinlikleriyle yorumlamaya karşı ciddi bir tavır var. Bir tavır var lahûtiliğe ve insanın iç derinlikleriyle kendini ifade etmesine.. ve prim veriliyor asiye, fesatçıya, bozguncuya. Her yanda kalbini şeytana satmış bir sürü insan bozması var; bunlar, vuruyor-kırıyor, çalıyor-çırpıyor; vicdanlara baskı yapıyor, hakları çiğniyor; meşru sistemleri yıkıyor, yerine despotizmalar ikame ediyor; kinle, nefretle gürlüyor, kan döküyor; sonra da kalkıp bütün bunları insanlık ve insani değerler adına yaptıklarından dem vuruyorlar.. bin nefrin fesadı salah sayanlara ve yazıklar olsun bu müfsitlere aldananlara!..

    Aslında hiçbir müfsit "Ben müfsidim!" demez ve hiçbir bozguncu kendini bozguncu kabul etmez. Bunlar, ağızlarını her açışlarında ıslahtan, imardan bahisler açar; kendilerini ifadeden, iradelerinin hakkını eda etmekten dem vururlar. (Bkz.: Bakara sûresi, 2/11.) Böyle deyip böyle düşündükleri aynı anda vicdanlara baskı yapar, başkalarının hakkını çiğner, zulmün en hunharcasını irtikap eder, insanlar arasındaki münasebetleri kırar döker, azgınlıktan azgınlığa koşar ve herkesi sindirmeye çalışırlar. Dahası, bunca fezayi ve fecayii mazur göstermek için sürekli paranoyalar icat ederler: "Nükleer santral" der birine saldırır; "Kara tehdit" der, diğerini ortadan kaldırır; "irtica" der, tiranlar döneminde bile eşine rastlanmayan kanunlar çıkarır; gelir gelir meşru ve yerleşik nizamlara toslarlar. İşe vaziyet edince isyanlarına, baş kaldırmalarına meşruiyet kazandırmak için demagojilere girer, gerekli görürlerse bütün yasaları temelden değiştirir; kanunlara göre hareket edeceklerine, heva ve heves edalı hareketlerine göre kanunlar çıkarır ve herkesi aldattıklarını sanırlar.. gerçi bütün bunlara hiç kimse inanmaz ama korkudan da sesini çıkaramaz.

    Hiçbir zaman meşruiyet tanımayan ve fesat düşüncelerini başkalarına bir nizam gibi dayatan bu müfsitler, kuvvetlerini korudukları ve stratejik davrandıkları sürece mefsedetlerine devam edegelmişler ve kimseye de hesap vermemişlerdir; hatta çok defa bir kısım şakşakçılar tarafından alkışlandıkları dahi olmuştur. Bu şekilde ortamı müsait buldukça bunlar daha da küstahlaşmış, Allah'a isyan etmiş, dine-diyanete sövüp saymaya durmuş, hukuku ve insani değerleri hiçe saymış, istediklerini ezmiş, istediklerinin sesini kesmiş; kan düşünmüş, kan dökmüş, anarşiye zemin hazırlamış, cismaniyeti şahlandırmış, bohemliği körüklemiş; sonra da bütün bunları yararlı, gerekli ve çağın icapları gibi göstermişlerdir.

    Eskiden beri bütün münkiri, mülhidi ve mürtediyle bir kısım din ve iman düşmanları hep böyle davrandılar. İfsadı ıslah gösterdi, fesadı salah saydı; sürekli bozgunculukta bulundu, kitleleri birbirine düşürdü; farklılıkları kavga vesilesi yaptı, tahrik edilebilecek saf yığınları provoke etti; kan, irin ve gözyaşı üzerine saltanatlar kurarak kendi zevk ve sefalarına baktılar.

    Müfsit, Allah kuralları dahil hiçbir nizama saygılı olmamış, hep başına buyruk hareket etmiş ve her zaman bir anarşist gibi davranmıştır. O bir dinsizdir ama dindar görünür; tam bir bozguncudur, ancak hep ıslahtan dem vurur. Bir despottur, fakat ağzını her açısında "demokrasi" der durur; sürekli terör estirdiği halde hiç sıkılmadan "insan hakları"ndan söz eder. Aslında farklı coğrafyalarda terörün asıl mimarı da işte odur.. odur yeryüzünde fitne ve fesadı körükleyen; odur masum insanların kanına giren; odur diktatörlük tesis etmek için uluslararası kuralları kendine benzetmek isteyen; odur çıkarları uğruna canlara kıyan ve hanümanları yerle bir eden ve odur siyasi, idari, iktisadi, kültürel bunalımlara sebebiyet veren...

    Hele bir de bunların arkasında –akif'in ifadesiyle– zulmü alkışlayan, zalimi seven, şirretleri sevindirmek için kalkıp kendi değerlerine söven tali'siz bir güruh vardır ki, onlar da, duruşları itibarıyla öncekilerden daha geri değillerdir; böyleleri, her şeye bir "Evet!" çeker, ellerini göğsünde kenetler, "Eyvallah!" der ve akıllı davrandıklarını, herkesi idare ettiklerini sanırlar.. oysaki fesadın kanunu, kuralı olmadığı gibi müfsidin de belli bir çizgisi yoktur. O, bugün böyle, yarın başka türlü, öbür gün ayrı bir fanteziye dilbeste ve bir başka zaman da farklı bir hezeyan peşindedir. İşte, bunları alkışlayanların halleri bunlardan daha utandırıcı ve daha acıdır.

    Bunlar, farkına varmadan bir gün "demokrasi", "hürriyet" ve "insan hakları" sözcüklerini alkışlarlar; bir başka gün ise, müfsitlerin darbelerine, zalimce savaşlarına, kan döküp kan içmelerine yahşi çekme mecburiyetinde kalırlar.

    Öyle görülüyor ki, insanlık Allah'a yönelip, her şeyi bir kere daha Hak divanındaki mukadder duruşuna göre gözden geçireceği ana kadar ne fesat denen bu mel'anet dinecek, ne yeryüzündeki kargaşalar sona erecek ne de asırlardan beri hayal edip durduğumuz huzur ve umumi saadet rüyaları gerçekleşecektir; zira:

    "Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır,
    Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
    Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan'ın...
    Ne irfanın kalır tesiri kat'iyen, ne vicdanın."
    (M. akif)

    Bu itibarla da bize, verilen çerçevede her zaman fesada karşı, onunla baş edebilecek dinamiklerle dimdik durmak, ıslah düşüncesine kilitli bulunmak, zulümden fersah fersah uzaklaşmak, adaletin yanında olmak ve en korkunç fesat girdapları karşısında dahi "pes" etmeden hakkı tutup kaldırmak düşer.