Feminizim İslamiyette var mıdır? Feminizm, batıda ortaya çıkmış sonra da bizim dünyamıza taşınmış bir meseledir. Bu akımın temeli, Batı’da ortaçağ döneminde yaşanan karanlık düşüncenin, kadına olan aşağılayıcı bakışına gösterilen tepkiye dayanır. O dönemde kadının bir varlık olarak kabul edilip edilmeyeceği tartışılıyor, hatta o, bir şeytan olarak görülüyordu. Yüzyıllardır bu ve buna benzer anlayışlar devam etti ve son yüzyılda renk değiştirdi. Son bir-bir buçuk asırdır kadın, alenen aşağılanmasa da birinci ve ikinci dünya savaşlarının da tesiriyle yaşanan fakirliğe bir çare olarak yuvasından çıkarıldı ve pazarın, ekonominin, piyasanın bir parçası hâline getirildi. Böylece kadın, para kazanan, ekonomiye destek veren bir varlık hâline gelerek bir nevi hürriyet kazandı fakat bu hürriyet sadece ekonomik alanda kaldı zira o bir taraftan çalışıp para kazanırken diğer taraftan cismanî yönüyle istismar edildi, maddeten özgürmüş gibi yaşasa da onuruyla, ruhuyla ayaklar altında kaldı ezildi. Şeklî cazibesi, onun şahsiyetine, manevî yönüne karşı gösterilmesi gereken hürmetin kırılmasına hatta yok olmasına sebebiyet verdi ve kadın yüzyıllardır yaşadığı esaretten kurtulayım derken bu sefer başka bir esaretin altına girdi. Kadının, hürriyet gibi eşitlik aradığı saha da genel itibarıyla yine ekonomik saha oldu. Zaten onun erkekle aynı şartları paylaşmaya başladığı alan da ekonomi olmuştu. Erkek çalışıyorsa ben de çalışmalıyım benim de kazancım ve ekonomik özgürlüğüm olmalı düşüncesinden yola çıktı ve para kazanmaya başladı. Bu durum belli istismarların yanında kısa zamanda kadını imaj, zevk ve reklam aleti hâline de getirdi. Kadın da bu modern kılıflı aşağılanmaya bir tepki olarak kendini savunmaya aldı ve haklarını kazanmaya çalıştı fakat bunu yaparken dengeyi koruyamadı ve bugün yaşanan aşırılıklara girdi. Netice itibarıyla kadına karşı “ortaçağdan” beri takınılan tavır bir ifrattı, fakat bu ifrata karşı gösterilen tepki de ayrı bir ifrat çizgisi oluşturdu. Zaten tepki olarak ortaya konan bir hareketten itidalli, orta yollu bir gidişat da beklenemezdi. Evet, feminizm, gayri memnunlar tarafından başlatılıp devam ettirilen bir tepki hareketidir. Yuvasından, eşinden, çocuklarından, anne-babalarından ve kardeşlerinden koparılarak daha çok ekonomik sebeplerle piyasaya sürülen kadınlar, zamanla nazik ve nazenin fıtratlarının gereği tepki vermeye başladılar. Garip bir tecellidir ki problemin yaşandığı zeminden uzaklaşarak değil de o problemlerin içine dalarak haklarını almaya çalıştılar. Bulundukları sahalarda kendi haklarında yapılan süistimallerden kurtulmak yerine, bu alanlarda erkeklerle kendilerini aynı görmek gibi bir yanlışa düştüler. Zor işlerin altına girdiler ve her tarafta bulunmaya çalıştılar. Hâlbuki bir kadın ve erkek, her ne kadar genel haklar açısından ve kulluk yönüyle eşit olsalar da fıtrat, psikolojik yapı, beden, hayatın içinde yer alma ve mükellefiyet açısından eşit değildir. Mesela kadının şefkati öndedir, erkeğin de cesareti. Kadını istihdam etmede onun şefkat yönü, inceliği, nezaketi, heyecanlılığı göz önünde bulundurulmadığında kadına zulüm olur. Bu açılardan onu erkekle eşit görmek, ona karşı bir saygısızlık ve haksızlıktır. Kadının yaratılış yönüyle erkeğe eşit olmadığı hakîkati, bugün yaşanan hayatla da ispatlanmış durumdadır zira meclisten, adliyeye, askeriyeye, emniyete, yargıya, oradan da hayatın diğer sahalarına kadar hemen her yerde kadından çok erkek bulunmaktadır. Hatta feminizmi savunan ülkelerde bile kadın hâkimiyeti ve kadınların çeşitli sahalarda söz sahibi olmaları erkeklerden çok azdır. Öyleyse denebilir ki vak’a (realite), kadınla erkeğin eşit olmadığının/olamayacağının ispatlarından biridir. O zaman şöyle bir soru aklımıza gelebilir: Kadınla erkek eşitse, neden bu görüşün savunucuları bunu gerçekleştiremiyorlar? Cevaben diyebiliriz ki fıtrat buna müsaade etmiyor da ondan. Allah’ın kadın ve erkeğe verdiği fıtrat ve yükümlülükler eşit olmadığından bugün insanlık bütün imkânlarını birleştirip bunu uygulamaya çalışsa da başarılı olamayacaktır zira bu, fıtratla savaşmak manasına gelecektir. Fıtrat ise kendini bozucu mahiyetteki müdahaleyi kabul etmez. Eğer fıtrata yanlış yollardan müdahale edilirse, ortaya ne olduğu belli olmayan garip bir varlık çıkar. Yani bir çeşit anomali olur. Feminizm işte böyle eli ayağı tutmayan, kör, sağır doğmuş sakat bir çocuk (anomali) gibidir. Asıl olan, kadınla erkeği birbiriyle yarıştırmak, birbirine vuruşturmak değil aksine kadını da erkeği de kendi konumunda kabul edip ikisinin de toplumdaki rolünü göz önünde bulundurmak, ikisini de saygıyla karşılamak ve insanlığın sağlıklı bir şekilde devam etmesi için iki fıtrattan da azamî verimi almaya çalışmaktır. Dinimizin ortaya koyduğu bakış açısı da budur. İslâm, kadını kendi konumunda kabul eder, ona, uygun şartlarda çalışma, kazanma, öğrenme, öğretme, fikir bildirme, karar verme hakkı tanır. Mutluluk asrı olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde bu haklar tamamıyla hayata geçmiş, O’ndan sonraki dönemlerde de bu uygulamalar en hassas şekliyle devam ettirilmiştir. Tarihin bazı dönemlerinde İslâm coğrafyasında şahsi ve dar çerçeveli bazı yanlış uygulamalar olmuşsa da bunlar uzun ömürlü olmamıştır. Evet, Müslümanlığın hakkıyla yaşandığı dönemlerde hiçbir zaman kadın hor görülmemiş, hakkı elinden alınmamış ve dolayısıyla da “ kadın hakları”, “ feminizm” gibi kavramlara da hiç gerek duyulmamıştır. Bugün her yerde kadına verilmeye çalışılan haklar, bizim dünyamızda her zaman kadının elinde olmuş ve bunlar rahatlıkla pratik hayatta yaşanmıştır. Öyleyse bugün bize düşen, dinimizin kadına bakışını iyi bilmek, bu bakışı uygulamalarıyla pratik hayatımızda göstermektir.