Eski Ramazanlar ESKİDEN NEYSE Ramazan, şimdi de odur. Ramazan değişmiyor, hiçbir zaman değişmedi ve değişmez de. Çünkü şehr-i Ramazan Kuran ayı, dua ayı, yardımlaşma ayı, şükür ve fikir ayı, baştan sona içiçe ibadetlerle dopdolu bir kulluk mevsimidir, Cennet yolunun üzerine kurulmuş bir pazar ve bir alış-veriş merkezidir. Nefsin rağmına kulun melekleşmesi, şeytanın aksine Cennete ehil bir hale gelip Kuranlaşması, heva ve hevesatının tersine Ramazanlaşması, nimetleri hayvan gibi yutmanın terkiyle nimetleri nimet bilmesi, nimeti vereni çok yakından tanıması, nimetten inama, inamdan Münim-i hakikiye ulaşması, kulluğu ve ibadetiyle bütün nimetlerin gerçek sahibine kendini tanıtması ve ibadetleriyle sevdirmesidir. Çaba ve gayret bu. Niyet ve maksat da bundan başka bir şey değil. Sahurdan iftara kadar geçen süre içinde kulun kendini bir murakabe altına almasıdır, ciddi bir muhasebeye tabi tutmasıdır. Özellikle ağzı oruçlu olduğu için, midenin ağlamasına, inlemesine, sızlamasına ve kıvranmasına karşılık, nefsin sesini kısması, sinmesi ve boyun bükmesidir; kalbin ise huzura ermesi, ruhun rahatlamasıdır. Duygu ve latifelerin sağlam ve gerçekçi bir çizgi içinde bulunmasıdır. Cennetin Reyyan kapısından esen nurlu nesimi soluklaması ve içine doğru çekmesidir. Ramazan bütün ibadetleriyle birlikte gerçek anlamda fakr mesleğinin yaşanması, fakirlikle fahr etmenin ve övünmenin anlaşılması, Allahın gınası karşısında kulun kendi yoksulluğunu dile getirmesi, böylece ebedi zenginliğe ermenin idrakine varılmasıdır. Ramazan, kişinin acz mesleğini iliklerine kadar hissetmesi, bir çocuk gibi, acziyle sonsuz kudretin tecellisine ayna olmasıdır. Kulun hiçliğinin farkına vararak rahat bir nefes almasıdır; sırtındaki bütün yükleri atması, belini büken ne kadar ağırlıklar varsa ondan kurtulması, teslim ve tevekkülü bütün incelikleriyle hayatına geçirmesi, Rabbine karşı Sen benim Rabb-i Rahimimsin, ben ise senin aciz bir kulunum niyazında bulunmasıdır. Bundan dolayıdır ki, bir mümin için eski Ramazanlar da böyleydi, yeni Ramazan da, bütün gelecek Ramazanlar da böyledir ve böyle olacaktır. Günümüzde olduğu gibi, Ramazanın manasına yabancı olan insanlar, tarih boyu Ramazanları kendilerine göre değiştirmişler, kişisel alışkanlıklarını, nefsi arzularını öne çıkarmışlar, birtakım özlem ve beklentilerini de içine katarak ahlar, vahlar ve eyvahlar çekerek hayıflanmışlar. Her Ramazan ayının gelişiyle birlikte, gazetelerde bu çeşit iç çekmeler yazılır, çizilir; radyo ve televizyon konuşmalarında Nerede o günler, o günler başkaydı gibi sözler söylenir ve anlatılır. Nerede o eski Ramazanlar? sözünü söyleyenler, iki kısımdır. Birinci kısma girenler, başta temas ettiğimiz gibi, Ramazanı bir ibadet mevsimi olarak görenlerdir. Yüz yıl öncesinde yaşanan bazı sünnet ve güzel adetlerin bir kısmının bu günkü toplumda unutulmaya yüz tutmasındandır şikayetleri. O zamanlar Ramazan gelince bazı zenginler ve devlet erkanı bir ay boyu konaklarını açık bulundururlar, herhangi bir davete gerek kalmadan herkes iftar saatinde kapıdan içeri girer, iftarlarını yaparlar, teravihlerini kılarlar, dualarını ederler, çıkarken de bir kese içinde diş kiralarını da alarak evlerine dönerlerdi. Kendilerine, Kimsin, nesin, necisin, nereden geldin? gibi sorular sorulmazdı. Rahatça yer, içerler, sonra da kalkar giderlerdi. Bir de sadaka taşları geleneğinde olduğu gibi, mahalledeki fakir fukara araştırılır, sorulur, öğrenilir, ona göre ihtiyaçları karşılanır, rencide edilmezdi. Çünkü, bu fakirler, Kuranın, Sen onları yüzlerinden tanırsın, yoksa onlar insanlardan ısrarla bir şey istemezler (Bakara, 2:273) diye tarif ettiği insanlardı ve merhamet onlardan esirgenmezdi. Eski Ramazan özlemini duyanların ikinci kısmı ise, Ramazanı bir eğlence ve bir vakit geçirme mevsimi gibi görüp, Ramazan gecelerini gaflet içinde geçirenlerdir. Bunların muakkipleri bugün zaten fazlasıyla var. Direklerarası eğlenceleri, karagöz-hacivat gösterileri ve benzeri programlar o zamanlar da yapılıyordu, şimdilerde de modernleştirilerek devam ettiriliyor. Ramazanla uzaktan yakından alakası olmayan bu çeşit gelenek ve alışkanlıkların, Ramazanlaşan bir mümin için bir anlam taşımadığı zaten açık ve bellidir. Bu anlayışta olanlar bayramı da aynı kategoriye tabi tutuyorlar. Bayram denince, gezme, tozma, tatil yapma, oyuna eğlenceye gitmeyi anlıyorlar. Bayramlaşma, dost-akraba ziyareti, konu-komşu görüşmeleri ve hediyeleşme gibi İslami adetleri bir tarafa bırakarak bayramı bir keyf ve zevk malzemesi yapıyorlar. Oysa Ramazan ayı gibi bayram da bir tür ibadet mevsimi ve fırsatıdır, bayram gecesi Ramazan geceleri gibi mübarek ve kutsaldır. Her meseleye maddi ölçülerle, dünyevi bakış açısıyla, menfaat hesabıyla, zevk ve keyf düşüncesiyle bakan kişiler için, Ramazan ayı da bir eğlence mevsimine dönüşmüştür. Ramazanla ve oruçla uzaktan yakından bir aşinalığı olmayan Bektaşi hiç sahura kalkmıyormuş. Ama iftar sofrasına herkesten önce koşuyormuş. Demişler, Erenler, sahura kalkmıyorsun, oruç da tutmuyorsun, iftara neden herkesten önce koşuyorsun? Cevap vermiş, Bütün bütün mü, Ramazanı terk edelim. Ramazan denince aklına sadece iftar sofraları gelen, Ramazan gecelerinden söz edilince meddah, karagöz, saz ve çalgıdan başka bir şey bilmeyen ve tanımayan insan, Eski Ramazanlardan hayıflansa ne fark eder, yeni Ramazanlardan dert yansa neye yarar... Yaşanan en eski Ramazan olarak bildiğimiz Saadet asrındaki Ramazan gecelerine baktığımızda Ramazanı bütün güzelliği ve şirinliğiyle tanıyoruz. Ramazan ayının son on günü gelince Hz. Peygamber Aleyhissalatü Vesselam kendisi sabaha kadar uyanık kaldığı ve sürekli ibadetle meşgul olduğu gibi, ailesini de aynı şekilde ayık ve uyanık olarak tutar, onların da sabaha kadar ibadetle meşgul olmalarını temin ederdi. Hadislerde geçtiği üzere, son on gece anlamında leyali-i aşr-ı evahır meşhurdur. Hatta Peygamberimiz, Ramazanın son günlerinde itikafa çekilir, dünyevi meşguliyetlerden uzak durur, günün bütün saatlerini ibadete ayırırdı. Bugün Medine-i Münevverede Asr-ı Saadetten kalma aynı adet ve gelenek devam ediyor. Ramazanın son on gününde onbinlerce mümin abdest alma gibi zaruretlerin dışında hiçbir şekilde Mescid-i Nebeviden dışarı çıkmıyor. İstirahatını da orada yapıyor. Ramazan ayı boyunca ise, başta Mescidin içi olmak üzere dış avlusu ve çevresi bir milyona yakın insanın iftar yapabileceği şekilde düzenleniyor, ona göre organize ediliyor. Akşam ezanıyla birlikte iftar saati girer girmez, bir anda yüzbinlerce insan tek bir işle meşgul oluyor, Resulullahın (a.s.m.) huzurunda, onun sofrasında iftar etme zevkini yaşıyor... İşte benim de özlediğim, son yıllarda Rabbimin ihsanıyla bizzat yaşamaya çalıştığım ve her müminin burnunda tüten ve tatlı bir özlem duyduğu, tarih açısından eski, ama hazzı ve tadıyla yeni olan ve her zaman yenilenen, hep taze ve orijinal kalan eski Ramazanlar bu Ramazandır. Kıymeti bilinince özlenen, özlenince gelişi iple çekilen, geldiğinde de bizden memnun olarak dönen Ramazan bu Ramazandır. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz, Eğer ümmetim Ramazanın kıymetini hakkıyla bilmiş olsaydı, yılın bütün günlerinin Ramazan olmasını isterdi buyururlar. Ne mutlu ki bu niyeti taşıyan her mümin yılın tamamını sevap cihetiyle Ramazanlaştırmış olmaktadır.