Erzurum'un Acı Yılları

Konusu 'Genel Bilgiler' forumundadır ve saadet tarafından 5 Kasım 2017 başlatılmıştır.

  1. saadet

    saadet Moderatör Admin

    Erzurum'un Acı Yılları


    Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılış senaryolarının yazıldığı, dönemin güçlü devletleri tarafından yeni bir dünya haritasının çizildiği yıllarda başlamıştı. Bazı tarihçilere göre de zaten 1. Cihan Harbi, bu projenin bir parçasıdır. Çünkü bu savaşın sonunda Osmanlı'nın müttefiki Almanya'nın siyasî-coğrafî yapısına dokunulmamasına rağmen, Osmanlı'nın hem siyasî hem coğrafî yapısı değiştirilmiştir. Birçok insanın ölümüne, sürgününe, mağduriyetine sebep olan bu savaşın en ağır faturasını Anadolu insanı ödemiştir.

    Anadolu insanının acıları, ağıtlarında bugün hâlâ yaşamaktadır:

    "Bir yanım Erzincan vermem Bayburt'u
    Yıkılsın düşmanın taht ile yurdu
    Sağ olasın anam beni doğurdu
    Seneler seneler kötü seneler
    Gide de gelmeye kötü seneler."

    O günün insanları neler yaşamışlardı da, hislerini böyle yanık sözlerle geleceğe miras bırakmışlardı?

    Neler yaşandığına dâir Erzurum'un bir köyünden pencere açalım: Korucuk; tarihî İpek Yolu üzerinde, Erzurum-Hasankale arasında, Deveboynu, Uzunahmet, Alvar güzergâhında bir ova köyü... Bu civardaki diğer köyler gibi, o da tarihe şahitlik etmiş... Dönemin askerleri tarafından kaleme alınan hâtıratlarda, Arif Baytın, Şerif İlden ve Ziya Yergök'ün kitaplarında ismi sık geçen köylerden biri... 93 Harbi'nde Gazi Ahmed Muhtar Paşa'yı misafir eden köy, 1914'te Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa'yı, Alman General Bronsart von Schellenndorf, Yarbay Feldman, Yarbay Felix Guse'yi de ağırlıyordu. Bağdat'tan gelen askerler, Korucuk üzerinden, cepheye yürüyor; yaklaşık 40 yıldır Moskof'un elinde esir olan Kars'ı, Ardahan'ı, Sarıkamış'ı kurtarmaya gidiyorlardı.

    Birinci Dünya Savaşı'nda Kafkas Cephesi'ne yığılan 120-150 bin civarındaki askerin yolu üzerinde bulunan Korucuk; 11. Kolordu'ya bağlı 24. Tümen'in kontrolünde bir sağlık merkezi idi. Bu konumu sebebiyle köy, birçok acı hâdiseye şahitlik etmiştir. O kış Korucuk'ta iniltiler hiç eksik olmamıştır.

    Türkülerde "Gide de gelmeye kötü seneler" şeklinde anlatılan o günlerde tek acı, askerlerimizin yaşadığı acılar değildi; savaş sebebiyle yerlerinden yurtlarından göç etmek mecburiyetinde kalan insanlar da büyük acılar yaşamaktaydı. Valilikçe yayımlanan bir raporda şöyle denilmektedir: "Halk, açlıktan feryada başladı. Savaş sebebiyle bölgede biriken 20 bin muhacirin mes'uliyeti Erzurum'un üstüne kaldı. Erzak satın almak için köylere adam çıkardım. Ancak gelen bilgiler köylerde de artık bir şey kalmadığını, açlığın hüküm sürdüğünü göstermektedir."1

    Sarıkamış Harekâtı âdeta bir oldubittiyle başlamış; ordu hazırlıklarını tamamlamadan harekete geçmişti. İhtiyaç fazlaydı. Yol yoktu. Araç gereç kısıtlıydı. En kuvvetli taşıma aracı; katır ve develerdi. Erzurum-Deveboynu, Korucuk, Hasankale güzergâhında 23. nakliye kolunda 118 deve; 25. nakliye kolunda 150 deve; 28. nakliye kolunda 148 deve çalışıyordu. Sıcak iklimde dayanıklı olan bu hayvanlar, soğuk karşısında telef olup gideceklerdi.2 11. Kolordu, aç kalan askerlerine iaşe için acele yardım istemişti. Menzil vasıtaları kâfi değildi. Erzurum Valisi Tahsin Bey, bir defaya mahsus olmak üzere 150 ton erzak toplamıştı. Fakat bunları 90-95 kilometre ötedeki cepheye taşıyacak nakliye aracı yoktu. Ordu yarım yamalak bir lojistik destekle savaşa çıkmıştı. Enver Paşa buna da bir çare bulmuştu: Halk sırtıyla taşıyacaktı! Vali Tahsin Bey, Enver Paşa'nın talimatını uygulamaya koydu. 150 ton erzakın halkın sırtında taşınmasına karar verildi. Valinin emri, tellâllar ve mahalle bekçileriyle Erzurumlulara duyuruldu. Muallimler, mekteplerde; imamlar, camilerde; muhtarlar, kahvelerde halkı heyecana getirecek konuşmalarla teşvik ettiler. Erzurum ahalisi 150 ton erzakı taşımayı seve seve kabul etti. Askerler cephede aç kalmasın, düşman bir kere daha Erzurum'u işgal etmesin diye, evlerde, dükkânlarda çuval dikilebilecek ne varsa toplatıldı. Otuz kiloluk torbalar yaptırıldı. Mektep çocuklarının sırtlarında un torbalarıyla hükümet konağı önünden hareket etmeleri, herkesi ağlatmıştı. Erzurum ahalisi unları Nebi Hanları'na kadar götürecekti, Hasankaleliler de Nebi Hanları'ndan Korucuk üzerinden Hasankale'ye taşıyacaklardı. Erzurum halkı üzerine düşen görevi bihakkın yaptı; fakat Hasankale ahalisi sayıca az olduğundan, Nebi Hanları mevkiinde biriken erzakın cepheye ulaşması oldukça zor şartlar altında gerçekleşti.3
     
  2. saadet

    saadet Moderatör Admin

    Devamı;

    Erzurum'un Acı Yılları

    Tarihimizin acı sayfalarından biri olan Sarıkamış Harekâtı esnasında Hasankale'deki bütün evler hasta ve yaralılarla dolmuş; 20 kadar evde 1.000'den fazla hasta sayılmıştı.4 Alvar Köyü'nde yatan 230 hastaya bir eczacı bakıyordu. Yaralı ve hastalar cepheden kağnılarla, kızaklarla, iki at arasına yerleştirilmiş sedyelerle Hasankale, Korucuk gibi yerleşim yerlerine taşınmıştı. Bu taşıma faaliyeti esnasında birçok yaralı ve hasta yollarda vefat etmişti. 26 Kasım 1914 tarihinde Hasankale'ye gelen hasta sayısı 560 idi.5

    Savaş süresince, bu bölgede kolera, tifüs, hum¬ma-i racia ve dizanteri gibi hastalıklardan birçok insan ölmüştür. Korucuk ve Alvar küçük yerleşim yerleriydi. Buralarda hastaneye çevrilen evler sağlıklı değildi. Değil Korucuk, Hasankale'de bile hiçbir dezenfeksiyon malzemesi yoktu. Hastane bit kaynıyordu. Hastanede vazifeli üç baştabip arka arkaya tifüsten ölmüştü. Hastane önüne kazılan 20 metre genişliğinde, iki metre derinliğindeki bir çukura ölenler istif ediliyordu. Hastane yaşlı bir eczacının eline kalmıştı.6 Hasankale'de bulunan bir ilköğretim okulu o zaman askerî hastaneye çevrilmişti.

    Yedek Subay Halil Ataman hatıralarında şunları yazar: "Hasankale'deki askerî hastane boşaltılırken bazı hasta ve yaralılar, yanlarına yiyecek bırakılarak terk edildi. Hastanenin önünde üzeri hiç kapatılmayan çukurda bulunan 100 şehidimizin üzeri toprakla örtüldü." Bu şehitlerin nerede yattığı bugün dahi bilinmiyor.7

    Bir subayımız ise hatıratında şunları söylemektedir: "Köprüköy'den Hasankale'ye geliyordum. Yolun hâli berbattı, kar yağmaya başlamıştı... Yolun üstü arabalar, hastalar, deve ve mekkârelerle dolu... Yolun iki tarafı da bunların ölüleri ile dolu... Hasankale'de hastaların adedi dört bin, bütün bunlara bakacak bir doktor var; Rıfkı Ali Bey. Hastanenin önünde sedye içinde ölmüş bir jandarma neferi duruyordu. Doktor diyor ki: 'Bu hastaları bırakın teşhis ve tedaviyi.. onlara bir bardak su vermeye bile yetişemiyorum.' Kağnılarla bu mevsimde hasta ve bilhassa yaralı naklini görmek, insanın yüreğini parçalıyor. Sağlıklı insanları bile donduran Deveboynu'ndan geçip Erzurum'a hastaların nakledilmesi bir mucize sayılıyor. Hasankale'den Erzurum'a giderken Korucuk'ta Hilmi Bey isminde bir zât gördüm. Kaymakamlık yaptığı kaza, Rus istilâsına uğradığından, Korucuk'a tayin edilmiş. Buraya gelecek hasta, yaralı, zayıf askerleri barındırmak ve onlara bir sıcak çorba vermekle de vazifelendirilmiş. Kapısının önünde on ceset yatıyor. Köy evlerinden birisinin kapısını açtırdı. Odun tomrukları gibi üst üste yığılmış, istif edilmiş cesetler gösterdi. Soğuktan taş heykeller gibi duran bu vücutlar bozulmuyor ve kokmuyor. Bunları niçin gömdürmediğini sordum. 'Soğuktan' dedi, 'Kazma işlemez. Evvelâ odun bulup bir gün mütemadiyen yakıp toprağı yumuşatmak, sonra kazdırmak icap eder. Hâlbuki benim yanımda ne yakacak odun ve ne de kazdıracak adam var. Personel gönderiniz de defnettireyim.'"8

    Subaylardan Köprülülü Şerif (İlden) yollarda ilerlemenin güçlüğünü, Hasankale'den Korucuk'a ge¬lirken yaşadıklarını şöyle anlatır: Pasin Ovası'nda yol bir arabanın geçmesine uygun biçimde açılmıştı. Hasankale ile Erzurum arasındaki şosede kızaklar işliyordu. Öğleden önce Hasankale'den hareket ettik. Sıradan zamanlarda yarı yoldaki Korucuk Köyü'ne üç saatte varmak mümkün iken, biz piyade ağırlığıyla dört saat yollarda süründük. Korucuk'a geldiğimiz zaman şiddetli bir tipi baş gösterdi. Erleri bin bir güçlükle ahırlara, samanlıklara, köy odalarına yerleştirdik. İyi hatırlıyorum, konakladığım evden ancak on beş yirmi adım uzaklıktaki başka bir eve gitmek istedim. Kapıdan çıkar çıkmaz öyle boğucu ve kuvvetli bir kar fırtınası ile karşılaştım ki, az kaldı, nefesim kesilerek boğulacaktım. Gidemedim. Düşününüz ki, bu bir köyün sokakları içinde oluyor.9 Ayrıca, ahırlara yerleşen askeri daha korkunç bir düşman bekliyordu. Bu, askeri saran bitlerdi. Asker, bit yüzünden köy odalarına hücum etmişti.10

    Korucuk yolu iki türlü akına şahit oluyordu: Perişanlık içinde Erzurum'dan cepheye yürüyen askerlerle, muharebe alanına dönen köylerini terk ederek Erzurum'a doğru giden sivil insanlar. O günlere dâir Çetin Baydar şunları söyler: "Köprüköy ve Azap muharebelerini, Enver Paşa'nın Erzurum ve Hasankale'ye gelişini, Sarıkamış Hareketi'ni ve Erzurum'un düşüşünü rahmetli babam bütün canlılığı ile anlatırdı.

    O yıllarda on bir yaşında bir medrese öğrencisi olan babam, her gün başlarında hocaları olmak üzere Erzurum şosesine çıkıyor, 'Padişahım çok yaşa!' nidaları ile cepheye iltihak eden askerleri, minik arkadaşları ile ilâhiler okuyarak karşılıyorlardı. Dedem İbrahim Çavuş da bu hengâmede Köprü Köyü'nde vuruşmaktaydı. Rastladığı her askerde bir baba kokusu aldığını ifade eden rahmetli babam gözleri dolarak: "Her gün perişanlar kafilesi karşılardık. Ayaklarında hasır çarıklar, sırtlarında yırtık elbiseler, torbalarında taş kesilmiş peksimetlerle hayatında kış kahrı çekmemiş mıntıkalardan gelen ana kuzuları, Hasankale'ye böylece ulaşırlardı. Yüzlerce kilometreyi zemheri mevsiminde yürüyerek gelen bu insanlardan birçoğu cepheye gitmeden o geceyi geçirmek üzere kondukları ahırlarda, samanlıklarda, koğuşlarda ölürlerdi."

    Yollar perişandı. Yollarda kalbleri yakan muhacirlik manzaraları görülüyordu. Perişan kadınlar, çocuklar, yalınayak bir kağnıya veyahut bir öküze kirli birkaç yorgan yüklenmiş, bir iki zayıf inek ve danayı önüne katmış, meçhul bir ufka doğru gidiyorlar. Ordunun her çekilişi bu hicret manzaralarını yeniliyordu... Aziz Samih Bey göç kafilelerinin hazin durumunu şu sözlerle anlatır: "Muhacir akını Erzurum'a doğru gidiyor. Malul, ihtiyar, anasını sırtına almış erkekler. Çocuklarını yorgana sarmış, omuzlamış, kucaklamış kadınlar, kağnıların arkasında yürümeğe çalışan yavrular. Sorsanız nereye gittiklerini onlar da bilmiyor... Kim bilir, her gün ne kadar insan da, köylerin yıkık damları altında can veriyor. Erzurum valisi şimdiye kadar ölenleri 15 bin tahmin ediyor..." Ve bunlar gibi binlerce insan cephelerde ölen askerin sayısına dâhil değildi.

    Görüldüğü gibi bu tablo, kendini bu vatan için ve gelecek adına feda eden fedakâr insanımızın neler yaptığını ortaya koymaktadır. Şimdi de geleceği kucaklamaya hazırlanan gencecik insanların, ellerinde bir bavulla, arkalarına bakmadan anayurtlarını bırakıp gitmeleri, dünyaya dağılmaları, belki de, atalarının miras bıraktığı şarkıyı tamamlamaya vabestedir...