EFLATUN CEM GÜNEY (1896-1981) Değerli edebiyat adamımız, masal yazarımız ve folklor araştırmacımız Eflatun Cem Güney, 1896 yılında, babasının telgraf memuru olarak bulunduğu, Malatya’nın Hekimhan ilçesinde dünyaya geldi. 1917-1918 ders yılı sonunda Sivas Sultanisi ve İdadisi edebiyat kolundan mezun olan Güney, hemen ardından Konya Öksüzler Yurdu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin edildi. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Konya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ndeki etkin faaliyetleriyle milli mücadelemize önemli katkılarda bulundu. Memleketine yaptığı bu kıymetli hizmetlerden dolayı, dönemin meclis başkâtibi olan ve sonraları Başbakanlık görevinde de bulunan Recep Peker tarafından meclisin birinci dönem memurları arasında özel vazifeyle görevlendirildi. Meclisin yazı işleri düzeninin oturtulmasında büyük emekleri oldu. Bu vazifeden sonra, Eskişehir, Kayseri, Sivas, Samsun, Afyon, Kütahya ve İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde yaklaşık sekiz sene edebiyat öğretmenliği yaptı ve gittiği her yerde yüksek bir edebiyat zevki ve duygusuyla mücehhez, kıymetli nesiller yetiştirdi. Öğretmenlik vazifesi nedeniyle her karış toprağını adım adım gezdiği Anadolu’nun kültürel ve folklorik zenginliklerinden derin biçimde etkilenen Güney, tüm fikri mesaisini ve enerjisini, Anadolu kültürününün eşsiz hazinelerini insanlığın istifadesine sunmaya adadı. Yaşamı boyunca birçok geleneksel hikaye ve masallarımızı derledi, onları günümüz Türkçesiyle yeniden kaleme aldı. Kendine has anlatımı, ince zevki ve titiz kalemiyle, masallarımızı hak ettikleri edebi eser seviyesine yükseltmeye çalıştı. Bunun yanı sıra, kaleme aldığı özgün masallar ve öykülerle literatürümüze değerli katkılarda bulundu. Bu özellikleriyle pek haklı olarak, Masalcı Baba diye anılır oldu. Eflatun Cem Güney, bütün bu çalışmalarıyla uluslararası edebiyat adamlarının ve kurumlarının da ilgisine mazhar oldu ve büyük bir uluslararası şöhret kazandı. Merkezi, ünlü masalcı Hans Christian Andersen’in memleketi olan Danimarka'da bulunan Andersen Kurumu, 1956 yılında elli beş ülkeden yüzlerce masal içeren bir şeref listesi hazırladı ve Eflatun Cem Güney’in Açıl Sofram Açıl isimli çalışmasını listenin en muhteşem eseri olarak seçti. Yazar, Andersen Payesi ve Dünya Çocuk Edebiyatı Onur Belgesi ile taltif edildi. 1960 yılında, Dede Korkut Masalları isimli çalışmasıyla, aynı ödüle ikinci kez layık görüldü. Eflatun Cem Güney, Anadolu’da dergiciliğin ve gazete yazarlığının gelişimine de eşsiz katkılarda bulundu. Süreli yayınlar konusundaki mesaisine İstiklal Gazetesi’nde ve Kuvva-i Milliye teşkilatının yayın organı olan Öğüd Gazetesi’nde yazdığı yazılarla başladı. Bir yandan da kendi yayını olan İrşâd Dergisi’ni çıkarmakla meşguldü. Yaşamının çeşitli dönemlerinde çıkardığı Duygu ve Düşünce, Duygu ve Dilek, Taşpınar gibi dergilerle süreli yayınlar konusunda duyarlı bir uğraş verdi ve ayak bastığı her ilde, insanları yerel sanat mecmuaları çıkarmaları yolunda yüreklendirdi. Yazar, yaşamının çeşitli dönemlerinde pek çok resmi görevlerde de bulundu. Sırasıyla; Topkapı Müzesi’nde Müdür Yardımcılığı, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü Yardımcılığı ve Halk Eğitimi Kurumu Başkanlığı yaptı. Elli iki yıllık yoğun bir hizmet döneminin ardından 1970 yılında emekliye ayrıldı. İstanbul Radyosu’nun Bir Varmış Bir Yokmuş isimli programında anlattığı birbirinden güzel masallarla kitlelerin beğenisini kazandı. Masallarında umutsuz hastalara şifalar dağıtan Eflatun Cem Güney, yakalandığı hastalığı yenecek sihirli devayı bulamadı ve 1981 yılında, arkasında, sayıları altmışı geçen kıymetli eserler bırakarak hayata gözlerini yumdu. Bu eserlerin bir kısmı aşağıdadır; Masal Kitapları: 1. Nar Tanesi (1945), 2. Akıl Kutusu (1947), 3. En Güzel Türk Masalları (1948), 4. Altın Heybe, 5. Kül Kedisi, 6. Felek Sillesi (1948), 7. Açıl Sofram Açıl ve Congoloz Baba (1949), 8. Kara Yılan ve Kara Gülmez (1949), 9. Bir Varmış Bir Yokmuş (1956), 10. Evvel Zaman İçinde (1957), 11. Gökten Üç Elma Düştü (1960), 12. Az Gittim Uz Gittim (1961), 13. Gülen Ayva Ağlayan Nar (1969), 14. Al Elma Yeşil Elma (1969), 15. Sabır Taşı (1969), 16. Hasırcı Baba- Keloğlan (1969), 17. Aygın Baygın Ses ve Nurtopu (1970), 18. Yedi Köyün Yüz Karası (1970), 19. Altın Gergef (1971), 20. Güldükçe Güller Açan Kız (1971), 21. Tellerinde Bülbüller Şakıyan Saz HALK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI: 22. Dertli Kaval (1945), 23. Dede Korkut Masalları (1958), 24. Âşık Garip (1958), 25. Kerem İle Aslı (1959), 26. Tahir İle Zühre (1959), 27. Şah İsmail (1957), 28. Erzurumlu Emrah (1955), 29. Halk Şiiri Antolojisi (1947), 30. Âşık Ruhsati (1953), 31. Meslekî (1953), 32. Kâmilî (1958), 33. Halk Türküleri (2 cilt, 1953-1956), 34. Nasreddin Hoca Fıkraları (1956), 35. Folklor ve Eğitim (1966), 36. Folklor ve Halk Edebiyatı (1917), 37. Matem Sesleri (1920, şiirler), 38. Dumlupınar’a Doğru, 39. Kara Yazı, 40. Atatürk- Hayatı ve Eserleri (1963). Yazarımızın yüksek hatırasına atfen, onun, masallarımız üzerine kaleme aldığı güzel bir yazısını ve yazara Andersen Onur Ödülü’nü kazandıran Açıl Sofram Açıl’da dahil olmak üzere, üç güzel masalını, kendi tabiriyle; “Türk halkının gönül yaylasından derlenmiş bir demet çiçek” nâmına sizlere sunuyoruz. Not: Bu biyografi, çeşitli internet sitelerinde yer alan ve çoğu eksik durumda bulunan, bozuk bir Türkçe ile kaleme alınmış olan bölük pörçük metinlerden derlenmiş, ek bilgilerle beslenmiş ve okurlarımızın istifadesine sunulmuştur. HER MASALIN BAŞI – Eflatun Cem Güney Bizim de bir masal dünyamız var; uçsuz, bucaksız bir dünya bu! Keloğlan’ı da içine alır, Köroğlu’nu da; peri kızını da içine alır, dev anasını da; seni de içine alır, beni de; gene de bir fındık kabuğuna sığar, yedi dünyaya sığmaz. Hani, şu masal dünyasını bir dönüp dolanayım diye, demir çarık, demir asâ yola düşseniz; dere, tepe düz, altı ayla bir güz gitseniz, bir arpa boyu yol gidersiniz ancak! İyisi mi, gelin derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçerek; lâle sümbül derleyip, soğuk sular içerek; daha da yorulursanız Hızır’ın atına binerek bir tandır başına götüreyim sizi. Vay ne masallar, ne masallar var orada; makas kesmedik, iğne batmadık masallar! Oturup bunları dinlemekle kalkıp şu dünyayı dolaşmak bir bence... Öyle ya, masal deyip geçmeyin; kökleri vardır geçmişte, dayanır durur dağ gibi... Dalları var üstümüzde; yeşerir gider bağ gibi... Ama anlatılacağı gibi anlatılırsa... Zira asıl tadı anlatılışındadır bunların; hele masal ağzıyla iki tekerleyip bir yuvarlamasını bilen masal ustalarından dinlenirse tadına doyum olmaz doğrusu. Ha, işte bu niyetle sizi bir tandır başına götüreyim dedim ama, bir yer bulabilirsek ne mutlu! Çünkü Allah’ın kışı, tandırın başı olur da kim gelmez. Çağrılan da gelir, çağrılmayan da; haylanan da gelir, huylanan da; ahlanan da gelir, ohlanan da, Kambur Ese de gelir, Sarı Köse de; hâsılı, seyrek basandan sık dokuyana, bir taşla iki kuş vurandan her yumurtaya bir kulp takana kadar kim var, kim yok; sırtı bütün, karnı tok... cümlesi gelir toplanır ama, masalcıbaşıyı masala başlatmak kolay mı? Mübarek, kendini naza çektikçe çeker; onu söyletmek için her biri bir dereden su getirmeye başlar. Kimi yukarıdan atıp aşağıdan tutar, kimi ağzını yumup dilini yutar; kimi ince eğirip sık dokur, kimi süt dökmüş kedi gibi oturur; kimi akıntıya kürek çeker, kiminin kırdığı ceviz kırkı geçer; daha bir yığın maval, martaval derken masalcımızın çenesi açılır, gayri öyle bir dizip koşar ki, ağzından bal akar, dili de kaymak çalar balın üstüne! İmdi; kalem benim, söz onun; nokta benim, harf onun; okuyun okuyabildiğiniz kadar. Okudukça gönlünüz gül olup açılacak; diliniz bülbül olup şakıyacak.